O günün “çılgın Türkleri” bugünün “yılgın Türkleri”ne rehber olsun!
Ceyhun BALCI
Son günlerde Ceyhun Balcı’nın, Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü olan 17 Nisan için yazdığı bir makale elime geçti. Bu makalesinde Balcı şöyle diyor :
“Kimilerininin amaçlı olarak dillerine doladıkları “tepeden inmecilik” (başka türlüsü olanaklıymış gibi) olarak da tanımlanabilecek dönüşümün ve devrimlerin güvence altına alınmasının önemli bir ayağıdır “Köy Enstitüleri” tasarımı! Belki de dünyanın hiç bir yerinde uygulanmamış özgün bir tasarım!
Dönemin kimi özellikleri anımsanırsa yapılanın büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır.
Öncelikle, o tarihte Anadolu’da okur-yazarlık oranının % 10 olduğu gerçeği belleklere işlenmeli. Bu oranın adını yazmayı ve imza atmayı bilenleri de içerdiğini unutmamalı!
Yalnızca köy çocuklarını parasız yatılı olarak kabul eden bir eğitim, öğretim ve üretim yuvasıdır Köy Enstitüleri. Yerine göre derslik, yerine göre işlik ve kimi zaman da sanat atölyesidir! Bugünün ezberci, neden öğrendiğini bilmeyen ve robotlaştırmayı önceleyen dizgesi ile karşılaştırıldığında, yaparak öğrenmeyi geçen yüzyılın başında gündeme sokan sıradışı kurumlardır Köy Enstitüleri. Temel derslerin yanı sıra, müzik, resim, yontu gibi güzel sanatlarla tanışılan, yiyecek, giyecek, araç ve gereç üretimi yapılan temel sağlık bilgilerinin özümsetildiği kurumlardan söz ediyoruz. Bugün için imgelenmesi güç gibi görünse de, o yılların Anadolu koşullarında tarımın karasabanla yapıldığı, sıtmadan, veremden insanların yitirildiği, trahomdan yaşamların karardığı akılda tutulursa eğer Köy Enstitüleri’nin işlevi de daha iyi anlaşılacaktır!”
Dedikten sonra, ekliyor :
“Bunca olumlu yanına karşılık Köy Enstitüleri kimlerce ve hangi amaçlar için yok edildi sorusunu da açıklıkla yanıtlamak zorundayız. Özellikle, son günlerde gündemde yer tutan bir tartışmayı Köy Enstitüleri’ne bağlamak da yerinde olacaktır. “Dağdaki çoban” tartışmasından söz ediyorum!
İşte, köy enstitüleri yaşatılsaydı, toplumu dönüştürme işlevinin önüne geçilmeseydi bugün “dağdaki çoban” çevresinde gelişen içeriksiz tartışmalara gerek kalmazdı düşüncesindeyim. Çünkü, Köy Enstitüleri “dağdaki çoban” kimliği ile ortaya çıkan ilgisiz, bilgisiz, bilisiz ve “bilinçsiz” insan kalabalıklarının farkında, bilgili, bilinçli ve duyarlı yurttaşlar topluluğuna dönüşmesinde başat bir rol üstlenmişti. Etkin olduğu kısacık sürede başardıkları ortadadır. Oradan yetişmiş insan gücü bugün bile yaşamın hemen her alanına yaptıkları katkılar ve etkinlikler bu yargımızın sağlam kanıtlarıdır.
“Köy enstitüleri”ni ortadan kaldıranların anlayışın kulu yurttaşa dönüştürme etkinliğinden ve özellikle de bu dönüştürmenin sonuçlarından rahatsızlık duyanlar olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır.”
Evet!.. 1946 yılında iktidarda olan partinin içinde bulunan bazı “aklı evveller”(!), ilerde 1950 yılında yapılacak seçimlerde oy toplayabilmek amacıyla, bazı çevrelerin belli düşünceleri kendileri ile partilerne aşılanmasına izin verdiler.
Bu çevrelerden biri ellerinin altındaki köylülerin uyanmasını, bilnçlenmesini istemeyen ağalardı. Çünkü “maraba” dedikleri bu insanların uyanırlarsa kendilerine baş kaldıracaklarını biliyorlar, sermayelerinin büyük bir bölümünü yapan bu insanlar üzerindeki eğemenliklerini kaybetmek istemiyorlardı.
Bir başka kesim rejim, cumhuriyet, laiklik, demokrasi düşmanlarıydı.
Bu çevreler köylünün aydınlanmasına neden olacak olan Köy Enstitülerinin bir an önce yok edilmelerini iktidardaki partiden istiyorlar, karşılığında da oy sağlama sözü veriyorlardı.
Oy avına çıkmış olan partililer, bu çevrelerin kötülük ile açaklıklarının hiç mi farkında değillerdi?…
Hiç kuşku yok ki niyetlerin ne kadar kötü olduğu biliniyordu. Bunu bilmemeye olanak yoktu. Ama oy avcılığı gözleri bürümüştü bir kez!..
Böylece alınan bir kararla, Köy Enstitülerinin, o dünyanın gözünü kamaştıran özellikleri yok edilerek bunlar bildiğimiz lise koşullarına indirgendi. Demek ki sahip oldukları bütün özellikler ellerinden alındı. Oysa bu özellikler batılıları hayran bırakmış, oradaki bazı Üniversitelerde tez konusu bile yapılmıştı.
Açıkça görülüyor ki politikacılar, bir kaç çıkar düşkünü ile cumhuriyet düşmanı yüzünden ulusun “bindiği dalı kesmiş oldular”.
İşte Köy Enstitülerinin ölüm kararı 1946 yılında alınıp uygulamaya konmuştur. Sonra, artık hiç bir işlevleri kalmadığı gerekçesiyle 1955 yılında kapatıldılar.
Peki!. Oy avcıları bekledikleri sonucu alabildler mi?..
Hayır!.. 1950 yılında yapılan seçimleri pek büyük bir farkla kaybettiler. Demek ki bu işlere soyunan politikacılar bir adım önlerini göremiyor, olayların doğru analizini yapamıyor, kısacası “vizyon” dan tümüyle mahrum durumdadır. Aldıkları sonuç bunu açıkça gösteriyor. Ne kadar acı!…
Bu olaylar artık tarih oldu… Acaba şimdi gözlerimizi açıp Köy Enstitülerini tekrar eğitim alanı içine alabilir miyiz?… Diye düşünmenin tam sırasıdır. Bizce Köy Enstitülerinin tekrar açılmasının sayısız yararları olacaktır. Eğitim işiyle uğraşan “zevat”a hatırlatılır!..