Hayat kısadır, sanat uzun, fırsat kaçıcı, deney korkutucu, karar zor.
Hippocrates
I. Aforizma
Güçlük gibi bir eğitmen yoktur
Isaac D’Israeli
Şimdi sizlere anlatacağımız öykü bir avuç cesur, becerili tıp doktorunun heyecan dolu, bir o kadar da meraklı serüvenlerinin öyküsü, bir medical Odyssey ‘ dir. Bir başka açıdan bu bir anı, eski deyimle bir “hatırat” türü yazı olacaktır. Sözünü ettiğimiz doktorlar, sanki tanrısal bir yönlendirme sonucu, rastlantı olarak aynı ortamda biraraya gelmişlerdi. Önceleri herkes kendi görevini yapıyordu. Fakat belli bir günde olan oldu.; Dr. Siyami Ersek herkesin içindeki ilerleme ateşini tutuşturdu. Bundan sonra onları kimse tutamazdı. Tutamadı da. Sonuçta ne mi oldu? İzlerseniz göreceksiniz…
İstanbul, Maltepedeki Süreyyapaşa Sanatoryumunda 1958 yılında o zamanki başhekim Dr. Abit Köymen’in girişimiyle bir Toraks Cerrahisi Merkezi kurulmuştu.Başhekim Dr. Köymen ileri görüşlü bir zattı. Bu nedenle merkezin başına Dr. Siyami Ersek’i getirmek istedi. Bu kolay olmadı. Çünkü Dr. Ersek o günlerde Heybeliada Sanatoryumunun toraks cerrahisi merkezinin başındaydı. Birçok uğraşı ile toplantılar sonucu başhekim Dr. Abit Köymenin isteği yerine geldi, Dr. Siyami Ersek Sureyyapaşadaki göğüs cerrahisi merkezinin başına geçti.
Dr. Abit Köymen deneyimli, pek zeki, nükteli bir kişiydi. Biz cerrah adaylarına arada bir takılırdı. “Siz cerrah ile carih arasındaki farkı biliyormusunuz?” der, sonra eklerdi “carih adam yaralayan kimseye denir. Cerrah ise adam yaralamayı adet haline getiren kişidir”.
Dr. Ersek Türkiyenin yetiştirdiği sayılı cerrahlardan biri olup o günlerde başarılı tek toraks cerrahıydı. Dolayısıyla bu girişim çok büyük yararlar sağlamıştır. Hem Süreyyapaşa şanatoryumu, hem de Türk toraks-kardiyovasküler cerrahisinde küçümsenemeyecek katkılar gerçekleşmiştir. Dr Siyami Ersek yönetiminde sertti. Yapılan işin hatasız olmasını isterdi, hatayı affetmezdi. Bu yüzden kendisine korkuyla karışık saygı duyardık. Ama genelde daha çok duygusal bir kişiliğe sahipti. Duygusallığı hep önde gitmiştir. Bu yüzden Piyotr Ilyich Tchaikovsky’ nin duygu yüklü orkestra yapıtlarına hayranlık duyardı.
Süreyyapaşadaki birimin ilk üyesi Dr. Yalçın Güran oldu. O hastaneye atandığı sırada henüz toraks cerrahisi merkezi kurulup başına Dr. Ersek gelmemişti. Bu yüzden Dr. Güran bir yıla yakın dâhiliye sevislerinde çalışmak zorunda kaldı. O zaman dahiliye servislerinin birinin başında Dr. Nüzhet Ziyal bulunmaktaydı. Dr Güran onunla çalışmaya başlamıştı. Elbette bu dönem cerrahi uzmanlığı için geçecek zamandan sayılmadı. Birimin başına Dr.Ersek’in gelmesiyle Dr. Güranın, klinik işler hale gelinceye kadar, Heybeliada Sanatoryumu toraks cerrahisi servisinde çalışmasını istedi. Öyle de oldu. Daha sonra Süreyyapaşa Sanatoryumuna Dr. Kemal Bayazıt, Dr.Mehmet Abuç, Dr. İlhan Akkuş, Dr. Fazıl Abrak atanarak cerrahi kliniği çalışmaya başladı. Dr.Fazıl Abrak en kıdemlimiz bir genel cerrah olduğu için başasistan olarak Siyami hoca tarafından bizlerin başına atandı. Daha önce çok değerli bir cerrahi şefin yanında çalışarak yetişmişti. Ondan cerrahi ile daha başka konularda pek çok şey öğrendim. Örnekse, bistourie’nin bir archet gibi tutulması gerektiğini o ögretmişti. Dr. Abrak aynı zamanda vurtuoso derecesinde bir klasik gitar ustasıydı.
Dr. Siyami Ersek Süreyyapaşa Hastanesine beraberinde anestezioloji uzmanı olarak Dr. Ercüment Kopman ile başhemşiresi Adeviye Taşkın’ı getirmişti. Dr. Ercüment Kopman olağanüstü anestezi bilgisi yanında çok iyi farmakodinami bilen, ilerlemeye açık, bilgisini çevresine devamlı aktaran biriydi. Genel kültürü yanında hekimlik kültürü de sağlamdı Başhemşire Adeviye Taşkın ise toraks cerrahisi konusunda bütün hemşirelik bilgilerini kendinde toplamış dirayetli, eğitici, disiplinli , çalışkan bir hemşireydi.
Bu konumuyla ekip rutin toraks cerrahisi hizmetlerini yürütmeye başladı. Bizler de uzmanlık sınavınını vermek üzere ameliyatlara katılmaya, klinik hizmetlerini yürütmeye başladık. Sonraları bize bağımsız olarak ameliyat yapmak olanağı da sağlandı. Bu ameliyatlarda birbirimize asiste ediyorduk. Onceleri sadece toraks cerrahisi alanına giren bütün ameliyatları uygularken, asistanlık dönemimizin sonuna doğru, hocamız Dr. Ersek bazı kalb ameliyatlarını da programa kattı. Bunlar kapalı yolla yapılan mitral valvotomi ameliyatlarıydı. Böylece kalble de tanışıp, onun üzerinde işlemler yapmaya yatkınlaştık.
Zaman geçti, 1962 yılına geldiğimizde asistanlık süremiz dolmuş, bizler uzmanlık sınavına girecek duruma gelmiştik. Once Dr. Yalçın Güran, arkasindan Dr. Mehmet Abuç ile Dr. Kemal Bayazıt uzmanlık sınavını başarıyla verdiler. Kısa bir süre uzman olarak hizmet verdiğimiz sırada hocamız Dr. Ersek bizlerle bir toplantı yapmak isteğinde bulundu. Bu toplantıda şöyle dedi :” Ben açık-kalb ameliyatlarını da yapmak istiyorum. Bunun için bir de klinik kuracağım. Ne dersiniz bir ekip olarak bu işi başarabilirmiyiz? Sizler bu konuda çalışmak istermisiniz?” İşte ekibin bağrında ilerleme, başarma ateşinin tutuştuğu an, bu andı. Böyle bir ateşin yakıldığını Sağlık Bakanlığı müsteşarlarından biri de çok sonraları bize söyleyecekti.
Bizim hiç beklemedigımiz heyecan verici bir öneriydi, ama duraksamadan ” Evet, başarmak için çalışırız “ yanıtını verdik. Verdik… Lakin sonradan düşündüğümüzde konu hakkında hiç, ama hiç bir bilgimiz olmadığı bilincine vardık. Bu Siyami hoca için de geçerliydi. Olsun, diye düşündük, madem ki bu işi yapanlar birer insandı biz de öğrenir, biz de yapardık.
Dr. Siyami Ersek, öyle zannederiz ki, 4-5 yıl birlikte çalıştığı arkadaşlarının bazı özelliklerini biliyordu ya da bu özellikleri onlara malediyordu. Aksi halde böyle bir öneriyi yapmazdı. Bizlerin ise kendi hakkımızda bildiğimiz iki önemli özellik vardı. Bunlardan birincisi, belki de en önemlisi takım halinde çalışabilme bilinciydi. Her birimiz, aramızda iş bölümü yaparak, kendi alanında işleri götürmeye, hiç kimsenin önüne geçip ortalığı karıştırmamaya yatkındık. Bu takım halinde çalışabilme özelliğini en iyi biçimde II. Dünya Savaşı generallerinden, sonradan ABD nin 34 üncü cumhurbaşkanı olan general Dwight David Eisenhower tanımlamıştır. O derdi ki: “Herkez herşeyi yapabilir; İş ki sonunda kimin ödülü alacağını düşünmesin.”
Bizim takımın bireyleri, önceden öğretilmediği halde, bu özelliğe sahiptiler. Bizce başarıyı sağlamada en önemli özelliklerden biri bu olmuştur.
Ikincisini anlatabilmek için hemen bir anekdot aktarmak gereklidir:
“Amerika Kurtuluş Savaşı’nın bir safhasında İspanya Sömürge Ordusu’nu tecrit edebilmek için Kübalı General Garcia’nın ordusuna talimat göndermek icabetti. Cumhurbaşkanı Mc Kinley, General Garcia’ya bir mektup yazdı. Mektubun süratle yerine ulaşması gerekiyordu. Başkomutanlık karargâhında Garcia hakkında bilgi yoktu, neredeydi, nasıl gidilirdi, hepsi meçhuldü. Mektubu götürmeye Teğmen Rowan görevlendirildi. Teğmen Rowan mektubu aldı, torbasına koydu, gitti, döndü, tekmilini verdi. Garcia talimata uyacaktı. Teğmen Rowan mektubu alınca: “Bu Garcia da kimdir? Nerede bulunuyor? Oraya nasıl gidilir? Atla mı, trenle mi? Harcırahımı kim verecek? Arkadaşım Thomas ata daha iyi biner, onu gönderseniz olmaz mıydı? Eşim biraz rahatsız, hem bu hafta izin sırasındaydım” demedi.
İşte bizim ekibimizdeki üyelerin bir bölümü, Garcia’ya haber ulaştıran Tegmen Rowan’ın niteliğini taşıyordu.