“En kolay şey insanın kendisini aldatmasıdır, çünkü bir insan genellikle istediği şeyin gerçek olduğuna inanır.”
Demosthenes
Geçtiğimiz günlerden bir gün bir televizyon programında kalb vakıflarından birinin başkanıyla yapılan söyleşiyi izledim. Başkan ülkemiz ile dünyada kalb-damar hastalıklarının sayısının çok olup, başlıca ölüm nedenini oluşturduğunu anlattı. Önümüzdeki 20 yıl içinde de bu rakamın ikiye ya da üçe katlanacağını söyledi. Buraya kadar kendisiyle aynı fikirdeyiz.
Ancak bundan sonra kalb-damar hastalıklarından nasıl korunulacağını anlatan bir kaç basit öneri ileri sürdü ki, bu konuda kendisiyle ayrı düşüyoruz. İleri sürülen önlemler şunlardı :
- Sigara ya da tütün içilmemesi;
- Obeziteden (aşırı şişmanlık) uzak kalınması;
- Düzenli yürüyüş yapılarak hareketliliğin korunması.
Bilindiği gibi kalb hastalıklarının sayısı epey fazladır. Bir çırpıda bunlardan, kalb kapağı hastalıklarından kalb tümörlerine kadar, 33 tanesini sayma olanağı var. Acaba konu edilen hangi kalb hastalığıydı?…
Ancak yukarda adı geçen kalb hastalığının “koroner kalb hastalığı” olduğu bir gerçektir. Aslında halkın üzerinde durduğu, kalb hastalığı deyince de ilk aklına gelen bu hastalıktır.
Koroner kalb hastalığı aslında “atherosclerosis = damar sertliği” dediğimiz bir hastalıktır. Burada atherosclerosis, kalbi besleyen damarlara yerleşmiş bulunur. Yerleştiği damarı az ya da çok daraltır. Bu durumda o koroner arterden geçen kan akımı azaldığından beslediği karıncık kası bölgesi az kanlanmaya başlar. Bu bir göğüs ağrısı olarak algılanır. Buna “angina pectoris” diyoruz.
Atherosclerosis nedeniyle daralmış bölgede, kan akımımnın normal biçimi olan “laminer akım” karakteri bozulur. Bu bölgede akım “türbülan = burgaçlı” akım niteliğini kazanır. Her türbülansta olduğu gibi birden fazla ölü nokta oluşur. Olü noktalarda kan akımı hızı (0) olduğundan buralarda kan pıhtılaşır. Demek ki koroner damar içinde trombus meydana gelir. Bu da damarın tam olarak tıkanması demektir. Bu durumda damardan hiç kan geçmiyeceği ya da çok az kan geçebileceği için bölgedeki kalb kası yaralanarak sonunda ölür. Buna “myokard infarktusu” diyoruz.
Bu günkü günde atherosklerozun da, buna bağlı olarak koroner kalb hastalığının da nedeni olarak bir GENE gösterilmektedir. Bu GENE’ i taşıyan bazı ırkların koroner kalb hastalığına yatkınlığı biliniyor. Örnekse Yahudilerde bu hastalık yaygın olarak gözlemleniyor. Buna karşılık Japon ile Eskimolarda koroner kalb hastalığı enderdir. Buna göre bu hastalığa karşı önlem almak, hele bunun olasılığını % 80 lere varan oranlarda azaltabilmek söz konusu olamaz. Böyle sözler “laf-ı güzaf = boş sözler” olmaktan öteye gidemez. Çünkü hastalık bir doğal yapı özelliğinden kaynaklanmaktadır. İlgili GENE’ i taşıyan her kişi önünde sonunda koroner arter hastalığına yakalanacaktır. Bundan kaçış yoktur.
Bu tür anlamlı GENE araştırmalarının 2000 li yılların başlarında yapıldığını görüyoruz. Bu konuda Tove Andersson ile Roger T. Dean’ın çalışmaları, konuya aydınlığı getiren ilk çalışmalardır. Ancak bundan çok önce de bu konuda düşünen araştırıcılar vardı.
Bizim otuz yıla yakın bir süredir söyleyip, hastalarımızda uyguladığımız, atherosclerosis hastalığının bir GENE yüzünden ortaya çıktığı gerçeği, artık günümüzde saptanmıştır.
Atherosclerosis bir GENE’ e bağlı olarak ortaya çıktığından, dünya yüzünde koroner kalb hastalığının kalabalık bir insan grubunda görülmesi doğaldır. Önümüzdeki 20 – 25 yıl içinde bu hastalığa tutulanların sayısı en az ikiye katlanacaktır. Çünkü atherosclerosis GENE’ nini taşıyan insanların, bu süre içinde en az bir çocukları olacaktır. Bu yeni kuşak ta ister istemez sorunun nedeni olan GENE’ i taşıyacaktır. Bu, kuşaklar boyu hastalığın artarak görülmesine neden olur.
Koroner arter hastalığını önlemek için ya da bu hastalığa yakalanmamak için ileri sürülen öneriler, bu günkü günde bilinen fizyopatolojik bilgileri yok sayıyor. Sonrasında ise akla gelen ne kadar gereksiz, önemsiz, gerçek bilgiden uzak, önlem önerileri hiç duraksamadan halka sunuluyor.
Halk, gerekli tıbbi bilgiyle donatılmamış olduğunndan, buna da gerek olmadığından söylenen bu abuk, sabuk yol göstermelere uymayı kendini zorunlu görüyor. Sonuçta halkın sağlığıyla oynanmış oluyor.
Önlem için öne sürülen önerileri irdelersek;
● Bilindiği gibi tütünde bulunan nikotinin damar sistemi üzerine etkisi arterlerde daralma meydana getirmesidir. Atherosclerosisi ya da koroner damar hastalığı olmayan bir kişide böylesi damar daralmalarının olması koroner arter bakımından hiç bir anlam taşımaz. Böylece henüz hasta olmamış bir kişide tütün içip içmemenin bir korunma aracı olmayacağı açıktır.
Koroner after hastası olanlarda ise atherom plağının oturduğu bölge sertleşerek böylesi arter daralmalarına yanıt veremeyeceği için, gene bu daralmalardan etkilenmez. Kaldı ki bu dönemde tütün içmeme bir önlem değeri taşımaz. Çünkü artık hastalık yerleşmiş bulunmaktadır.
Tütün içmenin kötülüklerini anlatmak için, böylesi abuk sabuk öneriler değil, başka yollar bulmak gerekir. Bunun başka bir örneğine de bir televizyon programında tanık oldum. Burada tütün içmenin verem (tuberculosis) kastalığına yol açtığı anlatılıyordu!…
Ne demeli?… Bilemiyorum. Bu tür söylemler bana Sakallı Celal‘ in şu sözlerini anımsatıyor : “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür!…”
● Aşırı şişmanlık ya da obesite’ nin damar sistemine etkisi, her bir kilo yağ dokusunun damar sistemine 7 mil ince damar eklemesidir. Bunun sonucunda, kalbin önündeki direnç artacağından, yüksek tansiyon hastalığı (hypertantion) gelişebilir.
Koroner arter hastalığının henüz kendini göstermediği dönemde, kalb kası sağlam olacağından, bu dirence karşı görevini yerine getirir. Bu belki sol karıncık kasında bir büyümeye neden olacaktır. Bu bakımdan aşırı şişmanlığın koroner arter hastalığına yol açmadığı, açamayacağı bir gerçektir. Yüksek tansiyon hastaları çoğunlukla, kalb komplikasyonu sonucu değil, ama beyin kanamasından yaşamlarını yitirirler.
Başka bir deyişle yüksek tansiyon koroner kalb hastalığına neden olmaz. Ama kalb hastalığı yerleştikten sonra kötü beslenen kalb kası yüksek tansiyona karşı çabalarken iflas edebilir.
Koroner arter hastalığı geliştikten sonra, kalbin önündeki bu direnç az kan alan kalb kası için bir engel oluşturacaktır. Ama, bu durumda şişmanlamama bir önlem olmaktan çıkmıştır. Çünkü hastalık artık yerleşmiş bulunmaktadır.
● Yürümenin, koşmanın, spor yapmanın, kısaca hareket halinde olmanın kalb damar sistemi üzerine etkisi, çalışmakta olan kaslara daha fazla kan gönderilmesi gerekmesidir. Kalb buna dakikadaki hızını arttırarak (tachicardia) yanıt verir.
Ancak kalbin bu biçimde hızlanması, onu koroner arter hastalığından korumaz. Çünkü koroner arter hastalığı bir GENE’ e bağlı olarak gelişen bir hastalıktır. Fazla hareket halinde olmak, dahası sporcu olmak bu hastalığın önüne geçmez. Spor alanlarında koroner kalb hastalığı yüzünden bir anda yaşamını yitirmiş bir çok sporcu vardır.
Bu da koroner kalb hastalığı yerleştikten sonra yapılan egzersizin kalb üzerine ne kadar kötü etki yaptığını gösterir. Hiç kimseye, bir kalb hastasına da yatağa bağlanıp hareketsiz kalması önerilemez. Ama hareketliliğin de koroner kalb hastalığını önlemediğinin bilinmesi gerekir.
Bütün bunları, hekimler başta olarak, tıpla uzaktan yakından ilgisi olan herkesin bilmesi gerekmez mi?…
Ama birtakım yanlış bilgiler verilerek halkın aklı sürekli olarak karıştırılıyor. Biz burada konu çevresinde bilgisi olmayanların susup, hiç konuşmamalarını, bilgisi olanların da doğruları söyleyip, halkı aydınlatmalarını öneriyoruz.
Hiç kimsenin halkın sağlığıyla böylesine oynamaya hakkı yoktur!…