“Ne yazık ki tıbbi dogmaları değiştirmek, gidilen rotanın yanlışlığına rağmen bir ağır nakliye uçağının yönünü değiştirmekten zor ve zaman alıcıdır. Bu yüzden tıp tarihi, yıllar boyunca şiddetle reddedilen, ancak sonra değişmez gerçek olarak geniş kabul gören fikirlerle doludur!…”
Dr. Bryan Layne Jepson
Bu konuya pek çok kez değindik. Ama bu kez Harvard Üniversitesinden bu konuda yapılan bir açıklama, konuya tekrar dönme gereğini düşündürdü.
Herşeyden önce şunu anımsatalım : Nedeni bilinmeyen bir hastalıktan korunma yolları açıklanıp, bir takım öneriler verme olanağı yoktur. Tıpkı Veba ile Sıtma hastalığının nedeni bilinmediği dönemlerde bu hastalıklar için önerilen korunma yollarının bu gün için saçmalıklarla dolu olduğu gibi…
Üstelik Veba Avrupa halkının üçte birini yok etmiş, Sıtma ise uygarlıkların ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu da gösteriyor ki bu hastalıklar için o zaman ileri sürülen korunma önlemleri hiç bir sonuç vermemiş, hastalıklar eğemenliklerini sürdürüp kendiliklerinden yok oluncaya kadar insan kırımını sürdürmüşlerdir.
Bu gün için biz kanserlerin nedenini bilebiliyor muyuz?…
Bir türü dışında bütün hepsi için HAYIR BİLMİYORUZ!.. Dememiz gerekir.
Nedeni bilinen tek kanser türü de rahim boynu kanseridir (collum uteri kanseri). Bu kanser bir virus hastalığıdır. Aşısı da elde edilmiştir. Erkekten kadına geçer. Ama virus erkek üreme organında değil ağızda, bundan ötürü de tükrük içindedir. Bu durumda virus oral seks yoluyla bulaşır.
Oysa her Allah’ın günü bir şeyin kanser yaptığı ya da kansere iyi geldiğinin açıklandığı bir dünyada yaşıyoruz. Sıska, sıkı, buna karşılık sağlıklı yaşamak neredeyse din haline geldi.
Bugünkü günde kansere karşı en önemli silahın, bir doğal güç olarak insanın bağışıklık sisteminin güçlü olması gerektiğini biliyoruz. Kansere karşı önlemler ileri sürenlerden aklı başında olanlar, hangi besin maddelerinin bağışıklık sistemini olumlu ya da olumsuz yönde etkilediğini söylüyorlar.
Ama bağışıklık sistemi bir tek etmen (besin maddeleri) ile ayakta kalabilen bir sistem değildir. Bunun güçlenmesi ya da zayıf düşmesi, bir çok etmenin birarada çalışmasıyla gerçekleşir.
Söz gelimi, en basit biçimiyle, bağışıklık sistemini güçlendiren besinlerle beslenen bir kişi, eğer ağır stresi gerektiren bir durum ya da ortam içindeyse, onun bağışıklık sistemi aldığı bu besinlerle güçlenemez. Tam tersine zayıflayabilir. Burada özü ile niteliğini bilemediğimiz daha bir çok düzenek bulunabilir.
Çok bilinmeyenli bir denklemin parametrelerini nasıl çözeceğini bilmiyorsanız o denklemi de çözemezsiniz. Günümüzde kanser karşısında tıbbın durumu tam da buna benzemektedir. Dahası tıp dünyası bu konuda büyük bir şaşkınlık ile çelişki içindedir. Bunun kanıtı, bağışıklık sistemini sıfır noktasına kadar yıkan, kemoterapi ile radyoterapiyi kanserin iyiyleştirmesi için günümüzde rahatlıkla kullanmasıdır.
Bunu yapmadaki özür ise “Bu günkü günde kanser dokusunu yok edebilen elde başka silah olmaması” dir.
İyi ama öte yanda kanserle savaşta en önemli silah olan bağışıklık sistemi yok ediliyor!… Bunu düşünüp, dile getiren bir kişi bile (bizim dışımızda) bulunmamaktadır.
Bir tıbbi dogma olarak bu sağıtım (tedavi) sistemi rutin anlamda kullanılıp gidiyor…
Hem tıp bilimdir diyeceksiniz, hem de bu disiplinde bir takım dogmalar eğemen olacak!… Bu durumda bilimin de ne olduğunu bilmiyorsunuz demektir!… Bilimde dogma yoktur. Bazı matematiksel ispatlar vardır. Bir bilimadamı bilmediği bir konuda “bilmiyorum” diyebilen bir kişidir.
Bu yüzden biz, yıllardan beri, tıp bir bilim dalı değil, ama olsa olsa bir sanattır diyoruz. Ama sanatın yürütülmesi sonucu elde edilen yapıtın da bir değeri olması gerekir. Tıbbın kanser karşısında aldığı davranış biçiminde, yapılan işin sanata hizmet etmekle bağdaşmadığı görünümü ortaya çıkmaktadır. Bu, insan sağlığına zarar verdiği için, çok önemli bir zayıf noktadır.
Hippocrates MÖ 400 yılında ne demişti : “Primum Nil Nocere = Önce Zarar Vermeyeceksin”. Bu çok doğru olan ata öğüdü bile unutulmuş görünüyor. Çünkü aslı, özü olmayan bir BİLİMSEL (!) çalışma yürütülmektedir!…
Allah hepimizi bu tür bilimsel çalışmaların etkisinden korusun!…
Not – Bu günlerde lenfoma’ ya yol açan iki gen’in bulunmuş olması. Tümör oluşumu için aydınlık bir noktadır. Öteki kanser türleri üzerinde de yapılacak araştırmalar belki de bizi “şunu ye, bunu yeme” saçmalığından kurtaracaktır!…