SURVIVOR SONUCU – Halkın Eğiliminde Düzelmeye Gidiş mi Var?!…

#alttext#
“Ben tek başıma zaten neyi değiştirebilirim ki, diyerek hiçbir şey yapmamak kadar büyük bir yanlış yoktur.”
Edmund Burke

Geçtiğimiz günlerin birinde televizyonda bir “Haber Masası” programında, eski diplomatlarımızdan biri “Türk halkı krizleri sever, hatta sürekli olarak kriz içinde yaşamayı yeğler!…” dedi. Bu halkımızın eğilimi konusunda konulmuş doğru bir tanıdır.

Ancak halkımız bunun da ötesinde yeğinliği (şiddeti) de sevmektedir. Bunu çok iyi saptamış olan yayıncılar meydana getirdikleri programlarda yeğinliği hep önde tutarlar,

Bu düşünce kalıbı yüzünden komedi dizileri, bazı yemek programları, dahası bazı tartışma programları, bilinçli bir biçimde kavga – gürültü – şamata biçiminde düzenlenyor. Görüntüleri de akıl mantık sahibi seyircileri bezdiriyor.

Bu davranışın nedeni hep aynıdır : “halk böyle istiyor!…” ya da “halk bunu seviyor!…”.

Halkın bunu sevmesinin nedeni, sadece insanlarda bulunan thanatos içgüdüsü olmak gerekir.

Thanatos (saldırganlık ile öldürme ya da yoketme) içgüdüsü. Adını eski Greklerin ölüm tanrısı olan Thanatostan almıştır.

Bu sadece insanda var olan bir içgüdüdür. Bize göre doğal düşmanı, demek ki yok edicisi olmadığından Tanrıdan insana verilmiş bir içgüdü olmalıdır. Savaşlar bunun yüzünden vardırlar. Aynı biçimde cinayetler ile topluca yoketme davranışlarının da kökü bundadır. Ayrıca, ormanlar ile yeşilliği yok etmeyi, akarsuları, gölleri denizleri kirletmeyi, hayvanları yok yere öldürmeyi de buna katabilirsiniz.

Toplumların ekin düzeylerini, onların beğenileri ile yeğlemeleri (tercihleri) doğrultusunda geliştirdikleri etkinlikleri belirler. Böylece hangi sinema filmlerini, hangi televizyon programlarını izlerler; hangi tiyatro yapıtlarını yeğlerler, hangi müziği dinlerier, hangi kitapları okurlar, genel bilgi dağarları ne kadar doludur?… konularından yola çıkılarak ekin düzeylerini saptama olanağı bulunabilir.

Bizim toplumumuzda, yaşamımızın büyük bölümünü kapsayan televizyon öne çıkmaktadır. Bilindiği gibi televizyon programını hazırlayanlar en yüksek rating değerine ulaşabilecek, demek ki en çok ilgiyi çekebilecek programları hem sayı hem de zaman bakımından en ileri düzeyde ele alırlar. Bu bir tecimsel tutumdur. Ters yönde davranmak seyirci kaybına neden olacaktır. Bu bakımdan, verdikleri zarar yanında, bazılarına göre kendi yönlerinden haklı da sayılabilirler.

Bir de, televizyonlarda konusu aşırı kavga içeren bir tür yarışma programları var. Bunlardan bazı ünlü(!) kişiler ortaya çıkyor. Sonra bu sahte ünlüler ortam ortam dolaştırılıp konferanslar düzenleniyor, başka magazin programlarına katılmaları sağlanıyor. Buralarda seçkin, değerli(!) fikirlerinden halk yararlandırılıyor!!… Dahası ipe sapa gelmez konular üzerine kitap bile yazıyorlar. İşin daha da şaşırtıcı yanı, kitap okuma alışkaniığ olmayan toplumumuzda bu kitap elden ele dolaşıyor.

Dizilere gelince : Bunların bir bolümü güldürücü konuları, öteki bir bölümü de üzüntüiü konuları işler. Güldürü niteliğinde olanlar bağırıp çağırma ile çok aşırı yapmacıklı, düzmece davranışları içerir. Hiç birinde ince “nükte” ile “mizah” anlayışından eser yoktur. Neden acaba, Halkımız bunlardan anyamadığı için mi?… Üzüntülü konuları ele alanlar da bol bol yeğinlik (şiddet) gösterileriyle doludur. Bunlarda da hüznün o yumuşacık anlatımı bulunmuyor. Bunlara karşılık böyle düzenlanmiş diziler çok ilgi çekiyor, bir sonraki bölümleri merakla bekleniyor.

Doğal içgüdüleri [*], hiç bir kalıba sokmadan en ilkel biçimleriyle yaşama geçirirseniz, toplumu ilkel bir toplum olarak yaşamaya zorlamış olursunuz. Kaldı ki en ilkel toplumlarada bile bu içgüdülerin önüne bazı tabu lar çıkartılarak, onlar törpülenmeye çalışılır.

Bir kez düşünelim!… Üreme ya da cinsel içgüdü, hiç bir girişim yapılmadan en ilkel biçimiyle bırakılsa, insanların bu yönde davranışları hayvanlardan farklı olabilirmiydi?…

Öte yandan, Arapların dışkılama içgüdüsü Mısırda İngilizleri çok zorlamıştı. Araplar önlerine gelen yerde entarilerini sıyırıp dışkılıyorlardı. Böylece sokaklar köşe bucak insan dışkısıyla doluyordu. Modern insanda bu içgüdü de iyi niyetle düzen altına alınmıştır.

Beslenme içgüdüsü de düzen altına alınmaya çalışılmasa bütün toplumlar obez insanlardan oluşurdu.

O halde thanatos içgüdüsünü neden baskı altına almayalım?!… Modern ileri toplumlarda bu baskı sağlanmaya çalışılır. Ama bu çabada her zaman başarılı olunamıyor ki savaşlar ile cinayetler sürüp gitmekte… Ama hiç bir çaba göstermeyip thanatos’ u, bizde olduğu gibi serbest bırakırsanız toplumu ilkelliğe itmiş olursunuz.

Ama son günlerde halkın eğiliminde kendiliğinden iyiye doğru bir gidiş var gibi görünüyor.

En son yapılan Survivor adlı televizyon programında gruplar içine bir tane aykırı davranışlı kişi yetmezmiş gibi, egosu çok güçlü, her olaya bu ego penceresin bakarak eyleme girişen, bundan ötürü de yanlış kararlar alıp, söylemde bulunan bir ikinci kişi daha alınmıştı. Ortam, sonuç olarak, elbette istenildiği gibi kavga-dövüş ortamına dönüştü.

Uygulanan bir çok yarışmalar ile oyunlardan sonra finale iki kişi kaldı. Bunlardan biri işin başındanberi beyefendiliğini korumuş olan bir sporcumuz, öteki de egosu çok güçlü olan kavgacı yarışmacıydı. Bu sonuncuyu, davranışları yüzünden halk pek tutar görünüyordu.

Birinciyi halk oylarıyla seçecekti. Herkes, saldırgan davranışlarıyla ortalığı karıştıran yarışmacının birinci olarak seçileceğinin beklentisi içindeyken sonuçlar açıklandı : Beyefendi sporcumuz oyların % 75 ini alarak birinci olmuştu!… Ötekinin oy oranı % 25 te kalmıştı!…

Yüzde 25 oyla yarışmayı kaybeden aday, yarışmanın sonlanmasından bu yana uzun bir zaman geçmiş olmasına karşın, hala sağda solda konuşmalar yapıp, yarışmayı kendisinin kazandığını anlatıp duruyor. Bu tutumuyla hala gerçekleri çarpıtması bir yana, halkın seçimine saygısızlık ettiğinin farkında bile değil!…

Bu sonuç sanki halkın eğiliminde kendiliğinden iyiye, doğruya bir gidişin varlığını gösteriyor. Ancak televizyon programcıları ürettikleri programlarda tutumlarını hiç değiştirmeden sürdürmekteler. Bu alınan sonuç onları hiç ayıltmamışa benzer… Belki de bu sonucun ne anlama gelebileceğinin bilincinde değiller.

Bu davranışın nedeni hep aynıdır : “halk böyle istiyor!…” ya da “halk bunu seviyor!…”.

Bizce, halka seslenmekte olan yayın organlarının başlıca görevi, halka doğruları gösterip, bir yerde onları eğitmek olmalıdır. Tersi durumda zevkler de, düşünceler de daha ilkelliğe doğru yönlenir. Bunun toplumu nereye götürebileceğini tartışmak bile yersizdir, gereksizdir!…

—————————————————-

[*] İnsanda var olan, toplamına Libido (biyolojik enerji ya da güç) adı verilen içgüdüler şunlardır :

Beslenme içgüdüsü. Daha doğumdan hemen sonra bebekte meme emme güdüsü olarak başlar.

Dışkılama içgüdüsü. Doğumdan hemen sonra başlayarak, sindirim sonu oluşan atıklar ile kandaki yararsız, zararlı ya da fazla maddelerin serbestçe dışarı atılmasını, bir öğretime gerek kalmadan gerçekleştirmeye yarar (işeme ile dışkılama).

Kendini koruma içgüdüsü. Buna korkma içgüdüsü de diyebiliriz. Kişiyi kendine zarar verebilecek nesne, varlık ya da olaylardan uzak tutmak, onlardan kaçmak biçiminde kendini gösterir.

Üreme ya da cinsel içgüdü. Türün devamını sağlayan içgüdüdür. Bunun yardımıyla türlerin, değişik genlerin harmanlanması yoluyla kusursuzluğa doğru yol alması amaçlanmıştır. Çünkü Tanrının gözünde tek tek bireyler değil, ama türlerin önemi vardır. Türlerin kusursuzluğa ulaşabilecek bir biçimde devamlılığı sağlanmalıdır.

Çekişme (rekabet) içgüdüsü. Bu kişinin kazanma yönündeki bütün eylemlerinde etkilidir.

Kahramanlık içgüdüsü. Bu bir başkasını koruma için yapılacak bütün atılımları yapma olanağını verir.

Thanatos (saldırganlık ile öldürme ya da yoketme) içgüdüsü. Bu sadece insanda var olup, hayvanlarda bulunmayan bir içgüdüdür.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>