“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”
Justin Kruger ile David Dunning (iki ABD li psikiatris) (Kruger-Dunning Sendromu)
Herşeyden önce Hippocrates andını anımsamakta yarar vardır.
Bilindiği gibi üç tane hippocrates andı metni vardır. Bunlardan ilki özgün andın metni olup, içerdiği günümüzde geçerliği kalmamış bazı söylemler yüzünden terkedilmiştir. Sonraki iki metinden biri günümüzde tıp fakültesi bitiren hekimlerin içtiği and, öteki ise Cenevre Bildirgesine göre düzenlenmiş hekim andıdır. Bu son her iki metni de aşağıda görüyorsunuz.
Bu makaleyi Hippocrates andında altı çizli tümceleri akıldan çıkarmadan okumanızı öneririm.
GÜNÜMÜZDE TIP FAKÜLTESİ MEZUNLARININ İÇTİĞİ AND
“Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhine kullanmayacağıma mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”
CENEVRE BİLDİRGESİNE GÖRE DÜZENLENEN HEKİM ANDI
“Tıp mesleğine bir üye olarak kabul edildiğim şu anda, Kendi yaşamımı insanlığın hizmetine adayacağıma bütün varlığımla yemin ederim, Öğretmenlerime layık oldukları saygı ve şükranı göstereceğim. Mesleğimi vicdan ve ağırbaşlılıkla yürüteceğim. Benim için hastalarımın sağlığı en önde gelecek. Bana verilmiş olan sırlara, hastanın ölümünden sonra bile saygı göstereceğim. Meslektaşlarım, kardeşim olacak. Din, ulus, ırk parti politikaları ya da toplumsal durumla ilgili değerlendirmelerin görevimle hastamın arasına girmesine izin vermeyeceğim. Tehdit altında olsam bile insan yaşamına başlangıcından itibaren göstereceğim saygıyı sürdüreceğim ve tıbbi bilgimi insanlık yasalarına karşı gelecek şekilde kullanmayacağım. Bunlara bütün varlığımla, özgür olarak onurum üzerine and içiyorum..”
Çok eskilerde böyle miydi?… Anımsamıyorum ama bugünlerde tıbbı ilgilendiren belli başlı konular, medyanın bütün organlarında enine boyuna tartışılıyor, hükümler veriliyor, kararlar alınıyor…
Bunu yapanların hekimlik sanları, dahası uzmanlık sanları da var. Ama söylemlerinden birer charlatan ya da şarlatan [*] gibi davranmaya çalıştıklarına tanık oluyorsunuz.
Demek ki konunun iki yönü var : Tıbbi konuların sürekli olarak medyada tartışılması ile bu konuların içeriklerinin rastgele, sorumsuzca irdelenmesi.
İyi de, tıbbi konuların meteoroloji bilgileri gibi halkın önünde ayrıntılarıyla tartışılmasının ne sakıncası olabilir?…
Hiç akıldan çıkarılmaması gereken bir gerçek vardır : Tıp eğitimi alanların onda dokuzu fakültede okudukları sırada her karşılarına çıkan hastalığın belirtilerinin kendilerinde bulunduğu, bu yüzden kendilerine o hastalığın musallat olduğu kuşkusuna düşerler. Fakülte bitip bir hekim olunca bu kuşkulardan kurtulunulur. Çünkü artık tıbbı etrafiyle öğrenmişlerdir.
Tıpla hiç ilgisi olmayan halk ta tıp öğrencisi gibidir. Tıbbı tam olarak bilemediğinden, ucundan ortasından kendisine ulaşan bilgilerden bir takım hastalıklara tutulduğuna karar verir. Dahası bu konuda bir neurose’ a bile yakalanabilir. Galiba istenen de halkın böyle bir tuzağa düşmesidir!…
Bir düşünün!… deniz ürünleri, yumurta, tereyağ gibi değerli besin maddelerini, sağlık açısından sakıncalı olduğunu söyleyip yasaklıyorsunuz!… Bir süre sonra durumun öyle olmadığını, bu yukarda sayılan besin maddelerinin serbestçe yenilebileceğini söylüyorsunuz!!… Dahası bir yanlış daha yapıp, bunlardan balığın atherosclerose (damar sertiği) için bir iyiyleştirici etkisi olduğunu ileri sürebiliyorsunuz. Öyle ki bazıları yasak kalktıktan sonra bile, korkudan bu besin maddelerini yiyemiyor.
Bunu yaparken de, şimdilerde göklere çıkarılan kanola yağının içinde sağlığa zararlı euricic acide denen bir maddenin bulunduğunu bile bile bu yağın mutfaklarda kullanılabileceğini rahatlıkla söylüyorsunuz!… Bu yağ ile hammaddesinin Avustralya, dahası Azerbaycanda yasaklandığını halka açıklamıyorsunuz.
Önce laboratuvarda kandaki lipid (cholesterol) düzyini düşüren bir madde buluyorsunuz. Ardından bu maddeyi ilaç olarak kullanabilmek için bir hastalık icat ediyorsunuz : Yüksek Cholesterin Hastalığı!…
Bu yüksek cholesterin düzeyinin damar sertliğine, dolaylı olarak koroner arter tıkanmasına, demek ki koroner kalb hastalığına neden olduğunu söylüyorsunuz. Bunu yaparken damar sertliği hastalığının bir gen yüzünden ortaya çıktığını, bu gerçeğin de 1990 lı yılların sonundan bu yana bilindiğini, gerçek nedenin bir gen olduğunu ya bilmeden ya da maksatlı olarak gözardı edip, işi yürütüyorsunuz.
Bu kandaki yüksek cholesterol düzeyi, yok yere halk arasında gerçek bir neurose‘ a dönüşmüş durumdadır.
Öte yanda birileri çıkıp medya aracılığıyla, bütün ana besin maddelerini kanserojendir diye yasaklıyor. Bunlara göre elde yenebilecek bir kaç otsu bitkiden başka bir şey kalmamaktadır. Kanserin nedenini bilmediği halde, bazıları kanserden korunma yollarını yalan yanlış açıklayabiliyor. Bunları söyleyebilmek için en başta kanserin nedeninin açık seçik bilinmesi gerekir. Fakat elde böyle bir bilgi günümüzde yoktur!… Öyleyse yapılmak istenen nedir?…
Yüksek tansiyon hastalığında, kan basıncı 80/120 mm Hg maksimum (en üst) düzey sayılarak, bütün dünya halkı yüksek tansiyon hastası olarak ilan edilip hekime bağımlı hale getiriliyor. Çünkü bu tansiyon düzeyi, normal tansiyon düzeyinin alt sınırıdır. Bunun altında tansiyonu olanlara artık hypotendu (düşük tansiyonlu) denir ki bu da bir tansiyon arızasıdır.
Bütün bunlar uluorta halk sağlığıyla oynamak değil de nedir?!…
İçilen Hippocrates andına aykırı değil midir?…
Öyleyse bunlar neden yapılıyor?…
Bu konuda ilk akla gelen CEHALET olabilir. Bu cehalet, konuyu saptıran kendilerine bilim adamı(!) diyen kişilerindir demeye dilimiz varmıyor. Ama bunun halkın bir cahilliği olduğu kuşkusuzdur. Bu da doğaldır. Çünkü halkın tıp bilgisiyle donanmış olmasına ne olanak, ne de gerek vardır.
Gözlerini sadece para kazanma hırsı bürümüş ilaç fabrikatörleri, yağ fabrikatörleri ile benzerleri bir yana, kendilerine bilim adamı(!) diyenlerin, özellikle de hekimlerin üzerlerine düşen görevi etik kurallar içinde ciddiyetle yerine getirmeleri gerekir. Tersi durumda halkın sağlığıyla oynamanın sonu alınamayacaktır. Bu da ayrıca ilim ile, irfan ile hiç ilgisi olmayan bilgi kirliliğine neden olur.
Bu günkü durum, ilk kez 15 Aralık 1923 tarihinde, Pariste Comédie des Champs-Élysées’ de sahnelenen Jules Romains‘ in Dr. Knock (ya da le Triomphe de la Médecine) adlı piyesinde anlatılanların bir kopyası gibidir. Jules Romains sanki bu günleri çok önceden görerek güçlü bir komedi biçiminde anlatmayı başarmıştır. Herkese bu piyesi bulup okumalarını öneririz.
———————————————
[*] charlatan ya da şarlatan “Bilim, vicdan, etik ve deontoloji vb. her türlü değer sistemini yok sayarak kısa zamanda ün ve varlığa ulaşmak için her türlü yola başvurarak hekimlik pratiği yapan kişi.” Türk Dil Kurumu Sözlüğü