EDEBİYAT EĞİTİMİ….


Edebiyattaki güçlük yazmak değil, ama yazdığının ne anlama geldiğidir.

Röbert Louis (Balfour) Stevensön
İskoçyalı yazar, şair

Herşeyden önce orta öğretimde verilen bilgilerle yazar ya da edebiyatçı yetiştirmenin amaçlanmadığını, öğrencinin genel ekininin (kültürünün) zenginleştirilip, genişlenmesinin ana hedef olarak alındığını akıldean çıkarmamak gerekir.

Kişi ana dilini iyi bilmeli, bu aracı gereği gibi kullanabilmelidir. Bunun anlamı, geniş bir sözcük dağarıyla düşünebilmek, konuşabilmek, yazabilmektir. Bu bol, bol kitap okumayla elde edilebilir bir yetenektir. Sözü edilen kitaplar birer edebiyat ürünüdür. Okuyanlara estetik (sanatsal) bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ile içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı yapıtlara edebiyat denir. Edebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ile duyguları güzel, etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. Herhangi bir metnin edebiyat yapıtı sayılabilmesi için sanatsal değerler taşıması gerekir.

Toplumumuzda okuma alışkanlığı yerleşmemiştir. Buna bağlı olarak sözcük dağarımız da ortalama kişide 250 yi geçmiyor. Bunun nedeni okul öncesinde aile çevresinde çocuğa kitap okunmaması; okul döneminde de bu konuda eğitimin yetersiz kalmasıdır. Ama bilindiği gibi insanoğlu kendi ana diliyle düşünür. Sözcük dağarı kısıtlıysa bir çok soyut kavramın karşılığını bulamıyacağından düşünme olanağı da ortadan kalkar.

Bu arada bir de elektronik çağına girmiş bulunuyoruz. Çocuklarımız kitap okumaktan çok bilgisayar oyunlarına yönelmiş durumda. Bilgisayar çağının yararları olmakla birlikte, okuma alışkanlığından uzaklaştırmak gibi zararı söz konusudur. Bunu önlemenin yolu bilgisayarlara elektronik kitaplar koymaktır. Ama çocuklarımız hangi yönü yeğleyecektir?… Bunu bilmeye denemeden önce olanak yoktur.

Bazı düşünürlerin okuma konusunda düşündüklerine bir göz atalım :

“Okulda gerekirse her şey okumaya feda edilmeli, fakat okuma hiçbir şeye bağlı olmamalıdır. Öğrenciler bilimlerle ilgili dersleri, tarihi, coğrafyayı az bilmiş veya bilmemişler: eğer okumayı biliyor, seviyor, sonuç olarak dillerini anlıyorlarsa kurtulmuş sayılırlar. Geri kalan her şeyi, gerektiğinde sonradan öğrenirler. Eğer okumayı bilmiyorlarsa, geri kalan her şey boş sayılır.” AUBİN

“Diğer bütün derslerin başarısı sadece okuma öğretimine bağlıdır. Denemeler göstermektedir ki, ilkokulun en önemli görevi, çocuklara okuma zevkini aşılamaktır. Öğrencilere okulda okuma zevkini aşılamaktır. Öğrenciler okulda okuma zevkini kazanıyorlar mı? Çocukların bilgileri yokmuş, hiç önemi yok bunun; yaşam uzundur, günlük gazeteleri okuyarak bilgi kazanabilirler. Bundan başka, okuldan çıktıktan sonra okumayı bırakmışlarsa okulda öğrendikleri bilgilerin ne önemi var? Bütün bu bilgiler unutulmak zorunda değil mi?” E. BONNE

“İlköğretim genel müdürü olsaydım, tek amacım bütün Fransızlara okuma öğretmek olurdu. Yazıyı, hesabı da öğretmeye çalışırdım, fakat bunlar kendiliklerinden de öğrenilir. Gerçek güçlük okumayı öğrenmektir.” ALAİNE

Jaures diyorki.

“… Bir okulu teftiş etseydim, öğrencileri okutur, öğretmen hakkındaki yargımı yalnızca buna göre verirdim.”

Ünlü, Fransız Matematikçi René Thom diyor ki: Okullarda matematik yerine edebiyat okutulmalı.

Dünyanın en büyük Matematikçilerinden biri sayılan Blaise Pascal, aynı zamanda en büyük filozof, en büyük edebiyatçılardan biridir.

Yapılan araştırmalar Türkçe dersindeki başarı ile tüm derslerdeki başarı arasında bir ilişkinin bulunduğunu göstermiştir.

Okullarımızda iyi bir okuma-yazma becerisi ile okuma alışkanlığı verilememektedir. Görülen; ilkel bir okuma, ilkel bir yazı. Bu da tüm okul başarısının yetersizliği demektir.

Yazın eğitiminde ise, bir bilinçsizlik söz konusudur. Okullarımızda iyi yazın ürünleri okutulmamaktadır. Bugün okullarımızda edebiyat değil, edebiyat tarihi okutulmaktadır. Bir okulda edebiyat dersinin yapılıp yapılmadığının ölçüsü; öğrencinin bir yıl içerisinde kaç kitap okuduğudur.

Bu noktada, Türk toplumu olarak karşımıza bir ikilem çıkmakta : Çocuklarımıza batı ağırlıklı edebiyatı mı, yoksa doğu ağırlıklı yapıtları okutmayı öngörelim?.. Ya da sadece kendi öz edebiyat ürünlerimizi verelim?… Daha başlangıçtan bu yana bu konu tartışıldı. Bu gün bile tartışılmakta. Bu konuda Nurullah Atac’ ın düşüncesine başvurursak :

Ataç eski edebiyata eğemen olmak, onu çok sevmekle birlikte edebiyatı uygarlık açısından gördüğü, dil sorunu ile birlikte ele aldığı için bir süre sonra doğulu edebiyatın öğretilmesine bütünüyle karşı çıkar:

“Kapatmalıyız artık o edebiyatı, büsbütün bırakmalıyız, unutmalıyız, öğretmemeliyiz çocuklarımıza. Onu sevdikçe, Fuzuli, Baki, Naili gibi şairleri okuyup bir tat duydukça, çocuklarımıza da belleteceğiz, sevdireceğiz diye uğraştıkça Doğulu olmaktan silkinemeyeceğiz, kurtulamayacağız. Batı acununa gerçekten karışamayacağız”

Ne var ki, asıl amaç genel ekinin genişletilmesi olduğuna göre, okul öncesinde daha küçük yaşlarda çocuğa masallar okumakla (anlatarak değil!.. Kitaptan okuma yoluyla) işe başlamak gerekir. Bu masallar kendi ekinimizden gelebileceği gibi, bütün dünya masallarından örnekler halinde olmalıdır (örnekse, Andersen ile Grimm kardeşlerden alınan seçmeler gibi…) Bu, çocuğa kitaplar içinde kendini ilgilendirecek zenginliklerin bulunduğunu anlatacaktır. Böylelikle kitap okuma hevesi bir tohum olarak bilincine yerleştirilmiş olur.

Daha sonra, okulda ilk sınıflarda. Okuma-yazmanın yanı sıra dilbilgisi aracı kullanılarak, ana dilinin incelikleri öğretilir. Dil insanların düşündükleri ile duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma sistemi olarak Türkçe sözlükte anlatılmaktadır. Ana Dil;bireyin başta annesinden,yakın aile çevresinden daha sonra da ilişkide bulunduğu çevrelerden öğrenilen,insanın bilinç altına inen, bireylerin toplumla en güçlü bağlarını oluşturan bir yapı olarak söylenebilir. Ana Dili Öğretimi ise bireyin aile ile yakın çevresinden gelişigüzel ekinleme süreciyle öğrendiği dilin okullarda kasıtlı ekinleme yoluyla dilin kuralları ile doğru kullanımlarının bireylere kazandırılması etkinliğidir.

İnsanın yaşamı ile kişiliğinin gelişmesinde ana dilin çok önemli bir yeri vardır. Dili yeterli düzeyde olan kişiler genellikle daha sağlıklı ilişki kurarlar, yaşamda daha başarılı olurlar. Kendi dilini iyi bilip düzgün kullanmanın önemli bir yararı da yabancı bir dili öğrenmeyi kolaylaştırmasıdır. Gerçekten,etkili bir yabancı dil öğretiminin altyapısını, iyi bir ana dili eğitimi oluşturur Dil öğrenimi beyni, buna bağlı olarak düşünceyi değiştirir, biçimlendirir. Oysa Türkçe giderek zayıflamaktadır. Dil duyarlılığı ile dil bilinci bakımından görülen eksikler,Türkçe’nin geleceği için ciddi bir tehlikedir.

Dilimizin sözlü ile yazılı kullanımında çok sayıda yanlış yapılıyor 

Türkçe kurallarına uygun, doğru, düzgün kullanılmıyor. İlköğretimden Üniversiteye kadar okullarımızda görülen Türkçe yetersizlikleri, sık sık göze çarpan sözlü ile yazılı anlatım kusurları, bozuk tümceler, basın yayın organlarındaki özensizlikler, sokak ile caddelerde bulunan tabelalardaki yabancı sözcük hastalığı

 Türkçemizin geleceği için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Özellikle son dönemde medyada, özel ile yerel tv kanallarında yeni tip sunucular, haber ile spor spikerleri moda oldu. Oysa sunuculuk ile spikerlikte dili düzgün kullanma, fiziki güzellikten önce gelmelidir. Sunucu ile spiker adayları,öncelikle dili doğru, düzgün kullanma konusunda iyi bir eğitimden geçirilmelidir. Çünkü onlar hergün milyonlara seslenip milyonlarla yüzyüze gelmektedir. Örnek olma gibi sorumluluk taşımaktadırlar.

İnsanlarımıza özellikle doğru konuşma,düzgün yazma,duygu ile düşüncelerini pürüzsüz anlatma becerisi kazandırma konusuna özenle eğilmek zorundayız. Unutmayalım ki insan kendi ana diliyle düşünür.

Orta eğitimin daha ileri dönemlerinde edbiyat dersleri başlar. Edebiyat konusu Türk dili öğrenimi konusuna benzemez. Burada sadece Türk edebiyatını inceleyip, öğretmekle yetinemeyiz. Çünkü ana hedef genel ekini genişletmek, öğrenciye bütün dünya edebiyatını sunarak, onun bu konudaki ufkunun aydınlanmasını sağlamak olmalıdır.

Yillar boyunca edebiyat dersi adı altında edebyat tarihi okutulagelmiştir. Bunun yararı yok mu?… Elbette var. Ancak sadece bununla yetinmek edebiyat öğretmek demek değildir. Öğrenciye bunun yanı sıra, türk edebiyatını da içine alacak biçimde, daha geniş olarak bütün günya edebiyatını da öğretmek gerekir.

Daha söze başlarken orta öğretimde amacın yazar ya da edebiyatçı yetiştirmek için eğitim vermek olmadığını vurgulamıştık. Fakat bir düşünelim : bir edebi yapıtı okumakta olan biri, bunun ne değerde, ne edebi ağırlıkta bir yazı olduğunu anlama gücünden yoksunsa, okuduğu yapıttan gerekli yararı sağlayabilir mi?.. Demek ki, okuduğunuz edebi yapıtı bir eleştirmen bilgisi ya da gözüyle inceleme yetiniz yoksa, sadece bir öykü okumuş olursunuz. Sizi ilgilendiren öyküdeki olayların nasıl gelişip sonlandığından öteye gitmez. Çocukluğunuzda masalları dinlerken de bu kadarını yapıyordunuz. Ama artık yetişkinsiniz. Çevrenizde gelişen olaylar için nasıl derinliğine düşünüp çözümlemeler yapıyor, kararlar verebiliyorsanız, bir edebi yapıt karşısında da aynı tutum içinde olmanız gerekir. Aldlğlnız eğitim size bu olanağı vermiş olmalıdır.

Oysa, eğitimden geçmiş kaçımızda bu yeti vardır acaba?… Elimde bunu belgeleyen istatiktiksel bir belge yok. Ama oranın çok düşük olduğunu kestirebiliyorum. Dahası, olması gerekenin ne olduğu konusunda aşağı yukarı kimsenin bir fikri olmadığı kanısındayım. Çünkü eğitimi yöneltip yönlendirme durumunda olanlarımız bile edebiyat derslerinde hala sadece edebiyat tarihi öğrenimi verilmesini öngörüyorlar. Biri çıkıp ta durumu düzeltmeye yönelmiyor.

Bu konuda hocam Nurullah Ataç’ın “Diyelim-Söz Arasında” adlı kitabında “Aydınlarımız” başlıklı yazısında anlattığı bir anısını, kendi sözcükleriyle aktarmak isterim :

“İstanbul Üniversitesi’nin yeni kurulduğu günlerdeydi. Almanya’dan gelmiş bir öğretmenle konuşuyordum, yanımızda Türk yazarlarından biri vardı. Konuşmamız edebiyat üzerinde idi, ben başka ne konuşabilirim?.. Bir ara o söylediğim Türk yazarı : Ne iyi ! siz hem hekimsiniz, hem de edebiyat işlerinden anlıyorsunuz ! dedi. Şöyle bir baktı o Alaman : Elbette, dedi, ben doktor olmadan önce bachelier’im… Bilim – Yurdundan geçmesinden çok bir liseden geçmesiyle, olgunluk sınavı vermiş olmasıyla övünüyordu”

Orta öğretimdeki edebiyat öğrenimini, yukarda anlatılan düzeye getirmedikçe, bu konuda hiç bir şey yapılmadığının bilincinde olmalıyız. Edebiyat bu düzeyde öğretildiğinde görev yerine getirilmiş olacaktır.

————————————————————-

Konuyla İlgili Metinler :

Sever, S. (2000). Türkçe Ögretimi ve Tam Ögrenme. Ankara: Anı Yayınları

Gögüs, B. (1978). Orta Dereceli Okullarda Türkçe ve Yazın Egitimi.
Ankara: Kadıoglu Matbaası

Sever, S. (2000). Türkçe Ögretimi ve Tam Ögrenme. Ankara: Anı Yayınları

Yıldız, C. (2003). Türkçe Ögretiminde Alternatif Yöntemler. Ankara: Anı
Yayınları

Akyol, Taha, “Edebiyat Tarihi” , Milliyet Gazetesi, 21 Aralık 2001

Öğretmenleri İçin, Engin Yay., Ankara, 2003.

RAIMES, Ann; Techniques in Teaching Writing, Oxford University Press, 1984.

SEVER, Sedat; Türkçe Öğretimi ve Tam Öğrenme, Anı Yayıncılık, Genişletilmiş
3. Baskı, Ankara, 2000.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>