İkinci Kitabın (BİTİRİRKEN) Başlıklı Son Bölümü…

Her insan belli bir zeka gizil gücüyle dünyaya gelir. Bu bizlerin en değerli varlığımızdır. Ne var ki, nasıl iç organlarımızı, onlar hastalanmadıkça hiç aklımıza getirmiyorsak, zekamız üzerine onda bir bozukluk olsa bile, fazla akıl yormayız. Pek büyük çoğunluk için geçerlidir bu. Oysa, kutsal kitabımız Kuran’ı Kerimde de her konuyu akıl süzgecinden geçirmek gerektiği buyrulur. Olaylar karşısında ilk yapılması gerekli işlemdir bu.

Gerçekten de aydın (intellectual) dediğimiz kişiler sürekli olarak bu işlemi gerçekleştirirler.

Pek büyük çoğunluk yanlış olarak intellectual denince çok bilgili kişiyi akıllarına getirir. Ancak hemen sözlük anlamından da anlaşılacağı gibi, bu tür kişiler, bilgili olmaktan çok, her olayı akıl süzgecinden geçirebilen, aklın aydınlığından yararlanabilen varlıklardır. Sözlük anlamını (itellect + ual = Zeka bağımlısı) olarak Türkçemize çevirebiliriz. Bu yüzden, intellectual sözcüğünün karşılığı olarak dilimize yerleşmiş bulunan “aydın = münevver” sözcüğü, pek büyük bir yanılmazlıkla yerini bulmuştur.

Ayrıca, halkımızın pek büyük bölümü intellectual denince, dudak bükerek hem alay edici, hem de küçümseyici bir tavır alırlar. Sözcüğün gerçek anlamı göz önüne alındığında bu, zekayı küçümsemek anlamını taşımıyor mu?… Demek ki, bize Tanrının verdiği en büyük zenginliği yadsıyıp geri çeviriyoruz. Düşünelim bir kez, bir insan elinde avucunda ne varsa, günün birinde kaybedebilir. Dahası akıl dağarcığındaki bilgileri bile unutabilir. Ama, varsa zekasını, aklını onun elinden, Tanrıdan başka hiç kimse alamaz. İşte böyle bir değeri yadsıyıp geri çevirmiş oluyoruz.

Yukardaki örnekte olduğu gibi, sözcüklerin hem anlamlarını hem de “etimolojik” yapılarını tam olarak bilemediğimizden, çoğu kez kavramları çarpıtıyoruz. Beynimizin içinde yaptığımız düşünme işlemini, ana dlimizdeki sözcüklerle, bir de ana dilimize yerleşmiş yabancı kökenli sözcüklerle sağladığımıza göre, böylece doğru olarak düşünebilme olanağını da kaybetmiş olmuyor muyuz?…

Denebilir ki, “Böyle bir akla vurma zaten kendiliğinden olur, ayrıca düşünmeye ne gerek var?…” iyi ama, zeka bir olay karşısında kendiliğinden işlemeye başlayınca nasıl çalışır?… hangi yeteneklerini kullanır?… dahası zeka ne biçim bir varlıktır? ..soruları neden akla gelmesin. O zaman buna benzeyerek hiç bir organımız bizi ilgilendirmez, çünkü onlar kendiliklerinden zaten çalışırlar dememiz ne kadar doğru olabilir?… Demek ki doğa bilimleri ile bioloji konusunda bir şeyler bilmek gereği olmalıdır.

Bir de sıklıkla, önemle üzerinde durduğumuz “tilki zekası” olgusu vardır. Üzülerek söylemek gerekir ki elli altı yıldır, demek ki yaklaşık iki kuşak boyunca toplumumuzda bu tür zeka yüceltilmlş, en çok para kazanıp biriktiren en zeki kişidir denmiş, dolaylı olarak herkez bu yöne yönlendirilmiştir. Oysa para kazanmanın, gerçek insan zekası ile hiç ilişkisi olmayan bir sürü yolu vardır.

Bu tutum, yüceltilenin bir ilkel zeka olduğu bilinerek mi, yoksa bilinmeden mi yeğlenmiştir?… Araştırmaya değer. Ama sonuçta görülen o ki, büyük çoğunluk “tilki zekası”nı benimseyip onunla yetinir olmuştur. İşte yazar Aziz Nesin‘in, Türk ulusunun zeka düzeyi için ayrıntıya inmeden söyledikleri buradan kaynaklanmaktadır.

Gerçekten de, Kuzey İrlanda’daki Ulster Üniversitesinin yaptığı araştırmalarda, Türklerin zeka (IQ) ortalaması 90 olarak bulunmuştur. Türkler bu oranla, Avrupadaki zeka ortalaması sıralandırılmasında 23 ülke arasında 22 inci sırada yer alarak, sondan ikinci oldu. (Posta Gazetesi 27 Mart 2006).

Yazar Erol Mütercimler de bir yapıtında şöyle demekte : “Biz aklıyla değil duygularıyla düşünen bir milletiz. Dolayısıyla düşünemeyen ama tepki gösteren; sevgisi öfkesi abartılı olan bir toplumuz.” Bu yüzden aklıyla düşünen batılıları anlamakta güçlük çekiyoruz. Aynı nedenden ötürü, batılılar da bizi anlayamayıp şaşkınlık içinde kalıyorlar. Öyle ki, Türkleri anlamanın yollarını anlatan kitaplar yayınlamak zorunluluğu duyuluyor.

Aşağı yukarı herkezin bildiği, İsmet İnönü için söylenen ünlü bir söz vardır : “Onun kafası içinde dokuz tilki dolaşmakta, ama hiç birinin kuyruğu birbirine değmemektedir” denilir. Bu söz, İnönü’nün akıl gücünü anlatmak için kullanılır olmuştur. Demek ki birinin zeka düzeyini anlatmak için aklımıza tilkiden ötesi gelememektedir. Çok acı, dahası karanlık bir durum. Böyle düşünenler acaba deha için nasıl bir tanım getirebilirler?… Elbette kocaman bir “HİÇ!!”.

Daha da ötesi, zeka konusunda kendimize en üst nokta olarak tilki zekasını (=hayvan zekası=ilkel zeka) hedef almışsak pek çoğumuz, kaçınılmaz bir biçimde, bunun da altında kalmak zorunda olur. Nasıl ki, hedef üstün zeka (IQ 145 ya da daha üstü) olunca pek çoğu bunun altında, örnekse IQ 85 – 115 arasında kalmaktadır.

Her nekadar zeka bir tanrı vergisi ise de, tanrı bunu canlılara geliştirebilecekleri bir çekirdek yapı olarak bağışlamıştır. Bütün insanların % 97-98 i gelişebilecek bir zeka gücüyle dünyaya gelir. Hiç kimse 30-40 yaşındaki aklıyla doğmaz. Demek ki, doğumumuzla birlikte bize verilen zeka gizel gücünü yaşamımız boyunca geliştirme olanağımız vardır. Bunu seçilen bir noktaya kadar yükseltebilmek bizim elimizdedir. Konuyu bu çalışmanın 2 nci bölümünde incelemeye almıştık.

Hal böyle olunca, ne için zekamızın gelişmesi için en aşağı düzeyi hedef alıp, onu hayvan zekası düzeyinde tutalım?.. Tilki zekasını öğüp göklere çıkararak, bütün toplumu gelişmekten yoksun bırakalım?… Bunu ancak kendi zekaları alt düzeyde olanlar yapabilir. Ya da toplumun üzerinde kötü, karanlık oyunlar tasarlayanların işi olabilir bu. Bu iki olanağın dışında üçüncü bir koşul gelmiyor akla.

Bütün bu gerçekleri göz önüne alarak, zeka kaybı yüzünden bağımsızlığımıza kadar herşeyimizi kaybetmek istemiyorsak, konuya bir parça daha yakından bakmamız gerekliliğini duymalıyız.

Çünkü gerçekten de günümüzde emperyalizm (yayılımcılık, yayılmacılık), toplumların zeka düzeylerini düşürerek iş görmektedir. Bir vakitler Çin’e düzenli biçimde uyuşturucu sokarak, hem bol bol para kazandılar, hem de halkın tümüne yakınını alıklaştırma yolunu tuttu emperyalistler. Böylece Çin’den bir parçayı koparmayı da başardılar (1842 de yapılan Afyon Savaşları’nın ikincisi sonucunda). Nerdeyse tümden de başarılı olacaklardı. Ama Çin halkı bu gün bu musibetten kurtulmuştur.

Bizde de, tilki zekası ululandırılarak, ayrıca, var olan zekaları da yok etmek için, uyuşturucu tuzağına da düşürerek, akıllarımız belli bir düzeyin altında tutulmak isteniyor gibi gözükmektedir. Bu oyuna gelmeyelim.

Çünkü tilki zekası, sadece cep doldurup köşeyi dönmeyi hedeflediği için hırsızlığın, dolandırıcılığın. kötüye kullanımın (suiistimal), hortumculuğun, korsanlığın, özetle ahlaksızlıkların tümünün kaynağıdır. Bu akıldaki kişiler, toplumda iyi görünen ne yaparlarsa yapsınlar, bulundukları yer ne olursa olsun, topluma zararlı işler göreceklerdir.

Çünkü sahibi oldukları güdük aklın gereğidir bu. Böylece giderek ahlak bozulur, değer yargıları alt üst olur, adalet düşüncesi yok olur, sanata yaklaşım biçimi değişir. Sonuç büyük bir çöküntü olacaktır. Hiç unutulmamalıdır ki, gerçek yüksek düzeyde lnsan zekasına sahip olan bir kişi, hiç bir koşulda ahlaksızlık yapmaz, yapamaz.

Zeka konusuyla yakından ilgilenip onu nasıl geliştirebileceğimizin yollarını arayıp bulalım. Bunun için eğitim yapımızı kökten değiştirelim. Ayrıcalıksız her çocuğumuza eğitim eşitliği olanağını getirelim. Gerekiyorsa ana-baba’ları da eğitelim. Hepimizin yaşam düzeyimizi yükseltelim ki, açlık ya da tekdüze beslenme yüzünden çocuklarımızın zekası geri kalmasın. Onları uyuşturuculardan uyarıcılardan, topyekun bağımlılık yapan maddelerden uzak tutalım. Doğacak çocuklarda zekanın yok olabileceği akraba evliliklerini önleyelim. Anne adaylarının, doğacak bebeğe zarar verecek biçimde yaşamlarını sürdürmelerine izin vermeyelim. Deha düzeyinde olan gençlerimize özel eğitim olanağı sağlayalım. Bu tür gençler doğal zenginliğimiz niteliğindedir. Bilim ile sanat onların çabalarıyla gelişecektir.

Sade bizim için değil, ama bütün dünyada, yaygın bir alışkanşlık olan bilimsel araştırmalardaki gevşek davranışlardan kaçınalım. Belki böylece, bazı bilimsel disiplinlerdeki üç beş yılda bir yapılan görüş (concept) değişikliklerinden kurtulma olanağı bulunabilir. Bu, özellikle biyoloji ile tıp alanında görülmektedir. Zekanın gereği gibi kullanılması bunu önleyebilir.

Gerçekten de görüş değiştirilmesi, bilimde sık görülen bir durum değildir. Örnek mi istersiniz? 2 X 2= 4 deyişi acaba kaç yılda bir değişmektedir?… Hiç değil mi?… İşte bilimsel gerçeklilik böyle olmalıdır.

Çünkü bilimsel gerçeklilik dediğimiz kurallar topluluğu, aslında, evrenin yaratılmasıyla ortaya çıkmış olup, sonradan biz insanlarca büyük uğraşlar sonu keşfedilmeye çalışılan, Tanrının koyduğu kurallardır. Adını doğa kurallarıdır diye koysanız da sonuç değişmez. Konuya bu açıdan bakınca ikide bir, bilimsel gerçeklik adı altında, görüş değişmesine olanağın hiç olmadığı kolayca anlaşılabilir.

Bilimsel gerçeklere varabilmek için büyük çaba harcıyoruz. Çünkü Tanrı gibi düşünebilme olanağımız yoktur. Olsa idi bütün “bilimsel” dedimiz gerçeklere hemen ulaşmış olurduk. İşte deha’lara bunun için gereksinim vardır. Onlar, ortalama kişiye göre çok daha kolay problemi çözme yetisiyle donanmışlardır.

Gerçekten de bilimde, ikide bir görüş değiştirmek, kesin gerçeğe bir türlü ulaşamamaktan ileri gelmektedir. İşte burada zekanın önemi, tartışılmaz bir biçimde ortaya çıkıyor.

Tersi durumda, demek ki zekayı bir tarafa koyarak, ortaya konulan işlem bilim değil, ama sanat ya da zenaat olabilir. Fakat hiç unutmayalım ki sanat ya da zenaat’ın da, zekaya dayalı değişmez kuralları vardır. Orada da ikide bir keyif gereği kural değiştirilmez.

Özetle, gerçek insan zekası olmadan hiç bir taş tam yerine konulamaz. Ne bilim, ne sanat ne de zenaat gereği gibi yapılamadığı gibi hepsi de, bütün yaşamı da içine alarak, yozlaşır.

Bütün bunları göz önüne aiıp doğru olan akıl yolunu seçtikten sonradır ki, ulu önder ATATÜRK‘ün sözlerini rahatlıkla tekrarlayabiliriz : Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır!… Ne mutlu Türküm Diyene!…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>