EĞİTİM……..(bu kez 2 ci kitaptan)

Eğitim, aslında bir bilginin nasıl öğrenileceğini öğretme sanatıdır. İşte meslek öğretimi veren yüksek okullar ile Üniversitelerden önce orta öğretimin gerekli olması bu yüzdendir. Orta öğretimde zeka belli bir düzeye ulaştırılırken genel kültür de birlikte verilmiş olur. Böylece gerçek anlamda aydın kişiler yetiştirme olanağı elde edilebilir.

Bu konuda hocam Nurullah Ataç’ın “Diyelim-Söz Arasında” adlı kitabında “Aydınlarımız” başlıklı yazısında anlattığı bir anısını, kendi sözcükleriyle aktarmak isterim : “İstanbul Üniversitesi’nin yeni kurulduğu günlerdeydi. Almanya’dan gelmiş bir öğretmenle konuşuyordum, yanımızda Türk yazarlarından biri vardı. Konuşmamız edebiyat üzerinde idi, ben başka ne konuşabilirim? Bir ara o söylediğim Türk yazarı : Ne iyi ! siz hem hekimsiniz, hem de edebiyat işlerinden anlıyorsunuz ! dedi. Şöyle bir baktı o Alaman : Elbette, dedi, ben doktor olmadan önce bachelier’im. Bilim – Yurdundan geçmesinden çok bir liseden geçmesiyle, olgunluk sınavı vermiş olmasıyla övünüyordu”

Bir de Howard Gardner’in 1980 li yılların başlarında ortaya atmış olduğu “Çoklu Zeka=Multiple Intelligence” kavramı vardır. Daha önce bu konuya değindik. Şimdiye kadar gençler yalnızca matematik ile sözel zeka yönünde eğitilip sonra da aynı yönde sınavdan geçiriliyordu. Bu iki zeka grubu dışında kalanlar eğitim-öğretim sırasında çok zorlandıkları gibi sınavlarda da başarısızlığa uğramaktaydılar.

Belki de Üniversite giriş sınavlarındaki düşük başarı oranı buna bağlıydı. Ama biz başarısızlığın nedenini hep şu ya da bu okulun iyi öğrenci yetiştirememesinde ya da öğrencilerin tümünün okul dışı kurslara gidememesinde aradık. Görüldüğü gibi neden-sonuç bağıntısını sağlıklı olarak kuramamışız. Demek ki yanlış tanı, yanlış sağıtmayı getirmiştir. Ama içimizdeki bazı uz görüşlüler sayesinde 1999 yılından bu yana Milli Eğitim Bakanlığımızda çoklu zeka’yı ön gören eğitim çalışmaları başlatılmış bulunmaktadır. Dileriz bundan sonra olumlu sonuçlara ulaşılır.

Dünya Bankasının hazırladığı bir rapora göre Türkiyede lise eğitimi çökmüş durumda. Tüm sistemin odaklı olduğu ÖSS (Öğrenci Seçme Sınavı) için dersanelere, özel öğretmenlere yılda bir katrilyon harcanıyor. Bu da zengin ile yoksul arasındaki fırsat eşitliğini yok ediyor. ÖSS öğrencinin bilgisini değil sadece sınav yeteneğini test ediyor. Bu da bir anlamda EĞİTİM YÖK ÖSS VAR demektir.

Bundan daha da kötüsü var : Bir süredir hazırlanan raporlar doğrultusunda, bazı kentlerimizdeki lise düzeyine gelebilmiş öğrencilerin bir bölümünün dört işlemi başaramadığı, bir bölümünün de okuma-yazmayı sökemediğini öğreniyoruz. Lise düzeyine gelinceye kadar bu öğrenciler girdikleri sınavlarda nasıl başarılı olmuşlardır? Neden bu çağa gelinceye kadar matematiğin en ilkel konularıyla okuma-yazmayı öğrenememişlerdir? Rezillik ile nitelendirebileceğimiz bu durumun hesabını kimlere soracağız? İçler acısı bir durum ki ne zaman, nasıl düzelebileceğinin yanıtını kimse veremez.

Eğitim sistemimizdeki, yukarda anlatmaya çalıştığımız boşluklar nedeniyle toplum içinde zeka düzeyi niteliği bir çok tartışmaya neden oldu. Bunlardan en çarpıcı olanı Aziz Nesin ustanın, nedenlere inmeden Türk halkının çoğunluğunun zeka düzeyi üzerine söylediği sözlerdir ki bu konu hala tartışılmaktadır. Ama her olayda olduğu gibi zeka düzeyinin düşük olmasının da nedenleri vardır. Bütün sorun, bu nedenleri sağlıklı bir biçimde görüp doğru sağıtmayı yapıp doğru sonuçlara ulaşabilmektir.

Başka bir deyişle eğitim sistemimizde köklü, devrim niteliğinde değişikliğe yeğinlikle gereksinmemiz olduğu açık bir gerçek olarak karşımızda durmakta olduğudur. Bunu görmemiz gerekir. Ama sistem bir kez esaslı biçimde oeğiştirilmeli; her dört beş yılda bir değişikliğe gidilip iş yaz-boz düzenine dönüştürülmemelidir. Bu güne kadar yapılan hep budur. İşte görüyorsunuz yıllar boyu eğitimde yapılan, dahası devrim(!) diye nitelendirilen bir çok oeğişiklikten sonra hala aynı konuları tartışıp olduğumuz yerde saymaktayız. Bu durumun kesinlikle değişmesi gerekir.

Bu konuda Dünya Bankası Türkiyedeki eğitim devrimi (reformu) için bir çalışma başlatmış bulunuyor. Bu çalışma Milli Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye İstatistik Kurumu ile birlikte yürütülmektedir. (Konunun ayrıntıları için bkz. Posta Gazetesi 28 Mart 2006)

Bu olmazsa, eğitim sisteminoeki gerekli düzenleme yapılmazsa ne olur? Çocuklarımızın öncelikli eğitimi, 0 – 6 yaş arasında aile içinde gerçekleştiğine , bunu da ana-babalar sağladığına göre, daha önce istenilen düzeye gelememiş ana-babaların istenileni veremeyeceği açık bir gerçektir. Demek ki bir kötü döngü (fasit daire) dolanıp duracaktır. Bir düşünürün şu anlamlı sözünü bir kez daha hatırlayalım: “Birini eğitmek mi istiyorsunuz? O halde işe onun anne-annesinden başlamalısınız”. Her insan, zihinsel özürlü değilse, belli bir zeka gizil gücü (potantiel) ile doğar. Bunun geliştirilip keskinleştirilmesi beslenmeye, aile içi eğitime, ondan sonra okullardaki eğitime kesinlikle bağlıdır.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>