“Gönlünü yıkayıp arıtmamışsan, habire abdest alıp durmaktan fayda bekleme!… ”
Hz.Mevlana
“Hile ve ihanet güçsüz insanların işidir.”
La Rochefaucaul
Mâ’ûn Suresi, indiriliş sırasına göre 17 nci, elimizdeki kur’ana göre 107 nci Suredir.
Surenin adını oluşturan mâ’ûn sözcüğü, bu Surenin sonuncu sözcüğü olup, Malın zekâtı, ufak tefek gereksinimler anlamını taşır.
Bu Sure inananların yardım yapmaları, namazı gösteriş amaçlı kılmamalarını uyarma için indirilmiştir.
Türkçe anlamı şöyledir :
1 Gördün mü o, dini yalan sayanı?
2 İşte odur yetimi itip kakan;
3 Yoksulu doyurmayı özendirmez o.
4 Vay haline o namaz kılanların/dua edenlerin ki,
5 Namazlarından/dualarından gaflet içindedir onlar!
6 Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar.
7 Ve onlar, kamu hakkının yerine ulaşmasına/zekâta/ yardıma/iyiliğe engel olurlar.
Yeğin bir uyarı niteliğinde olan bu sure için Prof. Yaşar Nuri Öztürk “MAUN SÜRESİ TOKATLIYOR….” demektedir. Sözü gene Prof. Öztürkün deyişiyle sürdürürsek,
“Kur’an’ın en büyük mucizelerinden biri bu surede saklı.
Bu sure, din adı ve maskesi altında dinsizlik yapanları tokatlıyor. Bu mucizeler mucizesi surede cevaplanan hayatî sorular şunlardır:
Din adı altında dinsizlik nasıl yapılır?…
Bu maskeli ve sinsi dinsizliğin belirtileri nelerdir?…
Din adı altındaki dinsizliğin kullandığı en önemli maske nedir?…
Peygamberimizin Mâûn Suresi ile ilgili fiilî ve sözlü yorumlarının üstü nasıl örtüldü?…”
“Kur’an neden, ‘Takva veya dindarlık Tanrı ile insan arasında bir değer ölçüsüdür ama insanlar arasında bir değer ölçüsü asla değildir!’ diyor?…
Müslüman toplumları çürütüp çökertecek iki büyük bela hangileridir?…
Mâûn Suresi’nin akla getirdiği temel sorular bunlardır.”
“Allah ile aldatanlar o surenin Arapça telaffuzunu her yerde, hem de ‘namaz suresi’ diye öğretirler ama ne anlama geldiğini, ne demek istediğini asla öğretmezler. Çünkü o suredeki muhteşem mesajın bilinmesi halinde ‘Allah ile aldatanların din üzerinden dünyalık toplamaya yönelik oyunları’ tarumar olur.”
“Mâûn Suresi, iki zulme savaş açıyor:
1. Kamu malları talanı yani ğulûl,
2. Riyakârlık yani göründüğü gibi olmamak veya olduğu gibi görünmemek.”
“Ğulûl, Kur’an dilinin aşılmamış ustası Isfahanlı Râgıb (ölm. 502/1108) tarafından, ölümsüz eseri ‘el-Müfredât’ta, ‘hıyanetin zırha büründürülmesi, kılıflanması’ diye tanımlanmıştır.
Demek oluyor ki, ğulûl suçu işlemek kadar bu suçu işleyenleri ‘zırhlamak, kılıflamak’ yani korumak da suçtur. Nitekim, Mâûn Suresi, suçu tanıtırken, ‘kamu hak ve imkânlarının yerine ulaşmasına engel olurlar’ demekte, kamu malının bizzat gasp veya talanını şart koşmamaktadır.
Yani aktif ğulûl ne ise pasif ğulûl de odur. Birileri bizzat çalıp zimmete geçirir, birileri de çalanları koruyup savunur. Onlara zırh ve kalkan olur. Onların yakalanmaması, yargı önüne çıkarılmaması için bin türlü oyun sergiler. Esasen, ğulûl türü suçlar bu iki unsur birleşmeden işlenemez. Aktif aşırıcıların pasif koruyucuları mutlaka olacaktır. Bu koruyucular, genellikle, yönetim mevkilerinde olanlardır.”
“Kur’an araştırmalarının olmazsa olmaz kaynaklarından biri sayılan Isfahanlı Râgıb, andığımız anıt eserinde, ğulûl sözcüğünün geçtiği şu hayatî ilkeyi de Peygamberimizin dilinden nakletmektedir:
“Kamu emanetlerine hıyanet ve kamu haklarından hırsızlık olmayacaktır.” (Hadis için ayrıca bak. İbn Hanbel, Müsned, 4/325; Ebu Davud, cihad bahsi: 2766 numaralı hadis)”
“Mâûn Suresi, ğulûl suçu işleyenlerin din açısından durumlarını hükme bağlayan bir suredir. Bu kısa ama sarsıcı surede insanlığa şunlar söyleniyor:
1. Dinin inkârı, bir söz meselesi değildir, bir fiil ve davranış meselesidir. Dini sözle ikrar edenler, hatta övenler, hatta onun savunuculuğunu yapanlar bile bazı fiilleri yüzünden o dini inkâr edenler arasına girebilir.
2. En büyük ve en yıkıcı din inkârı olan bu ‘yalanlama’ şeklinin belirtileri ana başlıklar halinde ikidir: Birincisi, kamu hak ve imkânlarının, ait oldukları yere ulaşmasına engel olmak; ikincisi de, ibadetleri şov aracı yaparak dine riyakârlığı sokmak.“
Konunun uzmanlarından Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ ün Mâ’ûn Suresinin yorumu için söyledikleri bunlardır.
Bu “vesile” ile bir kez daha anımsamamız gerekir ki, Kur’an-ı Kerim bir dua kitabı değildir. Orada yazılı hiç bir tümcede yaradana yakınma anlamı olamaz. Oysa dualarımız birer yakınma, Yaradanın katına ulaşmasını hedeflediğimiz istemlerimizden ya da şükürden ibarettir..
Kur’an sureleri dua olamaz. Çünkü Kur’anın tümceleri Allah’ ın kelamıdır. Bize neyin sevap, neyin günah olduğunu, günahkarlar ile sevap işleyenlerin sonlarının ne olacağını, dinimizin neler buyurduğunu, bazı bilimsel gerçekleri, bazan açık bir dille, bazan da simgesel olarak açıklamaktadır. Bunları yineleyerek okumak olsa olsa sevap olur. Ama birer dua olamaz.
Her peygambere gönderilen kitap, anlaşılarak okunsun diye, onun cemaatinin diliyle indirilmiştir. Hz. Muhammedin topluluğu Arap olduğu için Kur’an-ı Kerim de Arapça olarak gönderilmiştir. Buradan yola çıkarak Arapçanın kutsal olduğunu savunmak “abesle iştigal” olur. Çünkü Arapça da, her ulusun ana-dili gibi, Arap topluluğunun dilidir.
Yaradan Kur’an-ı Kerimi anlayarak okumamızı buyurduğu için, O’nu ya Arapça öğrenip indirildiği dilde, ya da kendi dilimizde okumamız gerekir. Dualarımız da kendi ana-dilimizde olmalıdır.
Hiç kuşkunuz ya da duraksamanız olmasın, sizin ana-dilinizi Allah bilip, anlamaktadır!…
ÇOK GÜZEL KONULAR BULUYOSUNUZ SAYIN HOCAM.