“Rastgele bir doğruya ulaşmaktansa, yöntemli bir çabayla yanlışa ulaşmayı yeğlerim.”
Descartes
Danimarka’da bulunan Kopenhag Üniversitesi’nden Uffe Grae Jorgensen’in Galaksimizde Dünya benzeri başka bir gezegenin olup olmadığı konusundaki araştırmasına göre :
Galaksimiz olan Samanyolu’nda 100 milyar yıldız vardır. Bu yıldızların çoğu bizim yıldızımız olan Güneş’e çok benzer. Acaba bu galaksimizde milyonlarca ya da milyarlarca dünyaya benzeyen gezegen olduğu anlamına gelir mi?… Dahası bizimki gibi üzerinde yaşam olan gezegenler de olabilir mi?.. Çok yakın bir geçmişe kadar astronomlar güneş sistemimizdeki gezegenlere hiç benzemeyen gezegenlere ulaşabilmişler, ancak Ağustos 2005 te grubumuz güneş sistemimizin dışında, dünya ile aynı zaman ile aynı yolla oluşmuş bir gezegen keşfetmiştir.
Bundan önce yazdığımız “YARADILIŞ – Koca Evrendeki, Küçücük Dünyamızda Yaşamın Başlangıcı?!…” başlıklı makalemizde şöyle demiştik:
“Güneş sistemimiz dışındaki yıldızların gezegenleri için bir şeyler söyleyebilme olanağı, günümüzde ne yazık ki yoktur. Güneş sistemi Samanyolu (İng. Milky Way) gökadasının (gallaxy) bir üyesidir. Bu gökadanın da kıyısındaki bir bölgede bulunmaktadır. Samanyolu gökadası bir kurs biçiminde olup büyük ekseni 100 000 ışık-yılı, kalınlığı da 1000 ışık-yılı kadardır. Buna göre en yakın güneş sistemi ile onun gezegenlerine ulaşabilme yüzlerce ışık-yılı ile ölçülür. Günümüzde uydumuz Ay’ a ulaşmadaki zorlukları düşünürsek en yakın yıldız sistemine varabilmenin ne demek olduğu hemen anlaşılır. Oraya gidip gözlemler yapamadıkça da, bu kadar uzaktan bir takım çıkarımsamalar (tahmin) yürütmek abesle iştigal den öteye gitmez..”
Bu sözlerdeki “Güneş sistemimiz dışındaki yıldızların gezegenleri için bir şeyler söyleyebilme olanağı, günümüzde ne yazık ki yoktur.” tümcesi yanlış anlaşılmaya yol açabilir.
NASA nın yaptığı bazı çalışmalar konuya açıklık getirme niteliğindedir.
NASA Kepler Uzay Teleskopunu, UTC (Eşgüdümlü Evrensel Zaman ya da Saat) ile 03:49 da, 7 Mart 2009 tarihinde Florida’daki Cape Canaveral Uzay Üssü’nden uzaya gönderdi. Görev süresi en fazla 3.5 yıl olarak düşünülmüştü. Görevi dünyamıza benzer gezegenlerin varlığını araştırmaktı.
Kepler, Görevi NASA ca gökadamızdaki (Samanyolu) öteki yıldızların etrafında dolanan Dünya benzeri karasal gezegenleri bir ışıkölçer yardımı ile araştırma ile algılama amaçlı olarak tasarlanmış bir uzay teleskobudur. Görev süresi olan 3,5 yıl boyunca sayıları 100.000′ in üzerinde olan yıldızın parlaklıklarını gözlemleyerek, olası gezegen geçiş hareketlerini saptamaya çalışacak. Görevin ismi ise Alman gökbilimci Johannes Kepler anısına adanmıştır.
Keplerin Dünya yörüngesinde değil ancak Dünya-takipli günmerkezli yörüngesinde olacak. Böylece Dünya, Kepler’in görüş alanını engellemeyecek. Atmosferden yansıyan ışığıyla aracın ışıkölçer üzerinde bir etkisi olmayacak.
Ayrıca bu yörünge, Dünya yörüngesince oluşabilecek tedirginlik hareketlerine karşı etkisiz kalınmasını sağlayacaktır. Görüş alanına daha sabit bir bakış sağlanacak.
Kuğu ile Şilyak takımyıldızlarının olduğu bölgenin seçilme nedeni ise ışıkölçerin yörüngesinde dolanırken Güneş’in ışığının fazlaca gelebileceği tutulum dairesinden uzak olması ile Kuğu takımyıldızı bölgesi teleskobun bakış açısında Kuiper kuşağı nesneleriyle de engellenmeyecek bir bölge olmasıdır.
Seçimin artı bir yanı ise Kepler’in, Güneş sistemi gökada merkezi etrafında dolanırken yine merkeze neredeyse aynı uzaklıkta bir bölgeye bakacak olması, böylece yıldızların uzaklıkları zamanla fazla yer değiştirmeyecek biçimde gözlem yapılmasını sağlayacak olmasıdır.
NASA uzaya gönderdiği bu teleskopla Samanyolu Galakssisinde bir gezegen keşfetmiştir.
Bilimadamları, bu yeni gezegenin yüzeyinde sıcaklığın yaklaşık olarak 22 C derece olduğunu, yıldızının Güneş’e ikizi kadar benzediğini, büyük olasılıkla yapısında su ile toprağın bulunduğunu söylediler.
Yeni gezegenin bugün yaşanabilir bölgenin ortalarında bulunduğu, bunun da yaşam koşullarının uygunluğuna işaret ettiği belirtiliyor. Astronomlar sözü edilen bölgede daha önce iki kez gezegen bulduklarını açıklamışlar, ancak yaşam için umut vermeyen gezegenlerden birinin konumunun çok tartışmalı olduğu, ötekinin de sıcak sınırda olduğu belirtilmişti.
Dünya’ya şaşırtıcı biçimde benzeyen yeni bulunan gezegenin Dünya’ya 600 ışık yılı (bir ışık yılı yaklaşık olarak 10 trilyon kilometre) uzaklıkta olduğu bildirildi.
NASA, “gezegen avcısı” teleskobu Kepler’ce bulunan gezegene Kepler-22b adının verildiğini, yapısını öğrenmek için daha fazla araştırmaya gereksinim duyulan gezegenin, kendi güneşinin etrafında 290 günde dönüşünü tamamladığı belirtildi. Dünya’dan 2,4 kat daha büyük olduğu belirtilen gezegenin, sıvı, gaz ya da kayalardan oluşup oluşmadığının henüz bilinemediği kaydedildi.
Böylece Kepler-22b’nin Dünya’ya benzeyen ilk gezegen olduğu bildiriliyor.
Bu keşif çok heyecan verici olmakla birlikte, insanlı ya da insansız bir araçla oraya ulaşıp gözlemler yapabilme açısından, ne yazık ki umut verici değildir.
Çünkü bizden 600 ışık yılı uzaklıkta olduğu bildiriliyor. Oraya varabilmek için ışık hızı ile gidilse bile 600 yıl boyu sürecek bir yolculuğu göze alabilmek demektir bu… Ayrıca günümüzde hiç bir aracı ışık hızı ile hareket ettirme olanağı yoktur. Işık hızına ulaşabilen her cisim bir ışık ışınına dönüşür.
Ayrıca 600 yıl, insan ömrü için 24 kuşağın geçmesi demektir. Demek ki yolculuk boyunca doğumlar ile ölümlerin olması gerekecektir. Bunu ışığa dönüşmüş olan insanlar nasıl gerçekleştirebilirler?!…
Böyle değil de uzay yolcularını soğuk uygulayayıp ya da bazı kimyasallar kullanıp metabolizmalarını sıfıra yakın bir düzeye indirerek, bir tür kış uykusu halinde yola çıkarabiliriz.
Ama sonunda ışık demetinden nasıl normal duruma geçilebileceği ile bu kadar uzun süren kış uykusundan nasıl uyanabilecekleri de ayrı bir sorun olacaktır!…
İnsansız bir araç için de durum aynıdır.
Öyleyse en iyisi bizim, sürekli olarak bilinçsizce gerçekleştirdiğimiz, hoyratlıkla uygulanmakta olan doğaya aykırı bir takım işleri yapmayı bırakıp, dünyamızı yaşanamaz bir gezegen haline getirme eylemlerinden geri dönerek, göç etmek için başka gezegenler aramaktan vaz geçmemizdir [*]
Güneş sistemimiz dışındaki başka gezegenleri arayıp keşfetmiyelim mi?… Bunu yapalım!… Ama yalnızca bilimsel merakımızı doyurmak için bu yolu seçelim. Daha ötesi çok uzun bir süre sonrası için bile düş olmaktan öteye gidemeyecektir.
Öyle görünüyor ki, uzay ile onun ölçüleri bize göre binlerce gömlek (ya da beden) büyük gelmektedir. Baş edilemeyecek büyüklüklerle savaşmak ta “abesle iştigal” etmekle eşanlamlıdır. “Kişi kendini (ya da noksanını) bilmek gibi irfan olmaz” sözü buna benzer durumlar için söylenmiştir.
Üzerinde yaşanabilir gezegenlerin varlığı, oralarda bizim düzeyimizde, dahası bizden çok daha ileri olan canlıların bulunduğunu düşündürmesi bakımından da ilgi çekicidir.
Bunu da aklımızın bir köşesine yazalım!!…
—————————————–
[*] Oysa Stephan William Hawking, bundan bin yıl sonra dünya yüzünde yaşama olanağı kalmıyacağını, bu yüzden göç edilebilecek gezegenlerin keşfedilmesinin gerektiğini söylüyor!…
Bunu söylerken, dünyamızı yaşanmaz hale getiren davranışlardan nasıl kaçılılabileceğine, belki de artık bunun olamıyacağına karar verdiği için, hiç değinmiyor. Bunun yerine gezegenimizden göç edebilme olanaklarından söz ediyor.
Ama buralara nasıl göç edilebileceğini söylemiyor. Işık hızıyla nasıl yolculuk edilebileceği, en yakın yaşanabilir gezegene bu hızla 600 yılda nasıl varılabileceği konusundaki çözümleri öteki bilimadamlarına bırakıyor.
Öte yandan Prof. Dr. Enver Çetmeli, uzun sürecek uzay yolculuklarının gerçekleşebilmesi için, uzay mühendisliğinin bundan böyle şu aşağıdaki konular üzerinde çalışıp, bunları çözmeye çalışacağını söylüyor :
a) Evrendeki mutlak sıcaklık -273 C olduğuna göre, bu soğuğa dayanıklı gereçler ile uzay gemilerinin yapılması;
b) Uzayda yıldız kümeleriyle galaksiler arasında başıboş dolaşan hidrojenin çarpma etkisinin giderilmesi;
c) Işık hızının yarısına, gahası % 90 ına erişebilecek enerji ile sistemlerin üretilmesi;
d) Neredeyse hiç bozulmayan bilgisayar ile haberleşme birimlerinin yapılması;
e) Güvenlikli uzay gemileri ile ara uzay istasyonlarının yapımı;
f) Çok uzun sürecek, dahası hiç dönülmeyecek uzay yolculuğu için gerekli ilk enerjinin dünyamızda üretilmesi, ara enerjilerin yol üzerindeki yıldız ya da güneşlerden sağlanması;
Yukarda açıklanan uzay çalışmalarına insanın uyum sağlayabilmesi için hazırlanması gerekmektedir. Bu nedenle bio-mühendislik aracıkığıyla aşağıdaki projelerin gerçekleştirilmesi başkoşuldur :
a) Gene’lerin etkileri değiştirilerek bazı akraba evliliklerinde olduğu gibi anormal doğumların önlenmesi;
b) Üreme sorununun özdevinimli (automatic) hale getirilerek anne ile babalık hissinin yok edilmesi;
c) Öldürme ile insanların birbirine zarar verme hislerinin ortadan kaldırılması (bu bir iç güdü olduğundan hasıl yapılacağı çok kuşkuludur?!…);
d) Yer çekimsiz alanda beslenme ile tuvalet gereksimi sorunlarının çözümü;
e) Kapalı, belirli bir hacimde yaşamanın olağan hale getirilmesi;
f) Beynin belirli merkezleri dışında insan iç organlarının yapaylarıyla değiştirilebilmesi. Bionik insanların yapılması;
g) DNA yapısını denetleyerek istenilen tipte insan yetiştirilmesi;
h) Bütün bilgilerin kümeler halinde beynin bazı hücrelerine yerleştirilerek mekanik eğitme sisteminin oluşturulması. İstenildiği zaman sinirler uyarılarak bu bilgilerin kullanılması ya da bu bilgilerin kullanılmaması için kapatma işlemi yapabilecek yöntemin geliştirilmesi. Kısaca “yönlendirilmiş insan” tipinin yaratılmasıdır.
Yukardaki önerilerin bazıları günümüzde sorun olmaktan çıkarılmıştır. Öteki bir bölümünün gerçekleşmesi ise etikle, iç güdülerle, insan yapı yaradılışıyla tümüyle ters düştüğü için oldukça zor görülüyor!… Bunları şimdilik sadece science fiction filmlerinde görebiliyoruz.
Hocam ümitsiz olmana üzüldüm.insanlık eger kendini yok etmezse gökadanın her yerinde olacağına milyarlarca yilik bir süreçte olabilecegine emin olabilirsiniz Farklı bakışaçılarıyla düşünmeliyiz Ya düşüncerimizin maddeye hükmetmenin bir yolunu bulabilirsek…… Madde düşünceyse ,fizikse ,matematikse kåbenizin bilim olması ümidiyle hoşça kalın değerli hocam….
What a great reosucre this text is.