“Şu an bilmediklerimizi yarın biliyor olacağız.”
Rus biyolog Aleksandr Ivanoviç Oparin (1924’te yazılan Yaşamın Kökeni adlı bilimsel makalenin sonuç bölümünden)
Tıp tarihçileri 1897 yılını Aspirin’in doğum yılı olarak gösteriyor ancak, insanlık tarihinin en iyi bilinen ilacının coşkulu öyküsü 3 bin 500 yıl önce başladı.
Salisilik Asit, bir cins söğüt ağacının Bitki özünde, keçisakalı bitkisinin (Spiraea ulmaria) çiçeklerinde, keklik üzümü yağında doğal halde bulunur.
Yazılı kayıtlara göre M.Ö. 2’nci yüzyılda romatizma ile sırt ağrısı için kurutulmuş mersin ağacı yapraklarından enfüzyon yapılması öneriliyordu. Bin yıl sonra tıbbın babası Hipokrates ateş ile ağrı için reçetesine söğüt ağacı kabuğundan çıkarılan suyu yazdı. Bu, suda bulunan, ağrıyı hafifleten madde salisilik asitti. Orta çağda doktorlar Hipokrates’in bu sağıtm yöntemini unuttu. Ancak halk söğüdü seviyordu. Bitkilere meraklı otacı kadınlar, söğütlerin kabuklarını toplar, kaynatır, ağrı ile ateşten yakınması olanlara verirlerdi.
Suskun dönem, 1763’e kadar sürdü. Bu tarihten sonra söğütten elde edilen salisilik asit etkin maddeli ilaçlar yazıldı hastalara. Ancak tadı acı, yan etkileri ağırdı. Ağrılara iyi geliyor ancak kokusu ile yan etkileri daha da hasta ediyordu.
Bu dertten acı çeken biri de Bayer’de çalışan bilim adamı Dr. Felix Hoffmann’in babasıydı. Romatoid artrit (eklemlerin iç yüzlerini etkileyen iltihabi bir hastalık) yüzünden salisilik asitli ilaçlar kullanan baba Hoffmann yatalak olmuştu. Dr. Hoffmann, tıp tarihinin en büyük buluşunu, babasının acılarını dindirmek için yaptı; salisilik asiti, asetilsalisilik asite (ASA) çevirdi.
Felix işe eski mısır papirüslerinde bile yazılı olan bir ağrı kesici ile başlamak istiyor. Müslümanların sulak yerde yetişen ağaçların kabuklarını sirkeyle kaynatıp ağrı kesici yaptıklarını iyi biliyor. Özellikle söğüt ağacının kabuklarında bulunan “salicin” şiş indiriyor, ağrı dindiriyor, vücuda direnç kazandırıyor. Bundan hareketle yaptığı ilaç bayağı bayağı iş görüyor. Ancak içerdiği sodyum salisilat mideyi tahriş ediyor. Genç eczacı daha az asitli formüller üzerinde çalışıyor, “asetilsalisilik asit”i sentezlemede başarılı oluyor. Herr Bayer bu ilaca “aspirin” gibi kulağa hoş gelen bir isim takıp hızla üretime başlıyor.
Harika ilaç, 1971’e kadar bir sır olarak kaldı. Aspirin’i herkes biliyor ama kimse anlamıyordu; vücuda etkisi hiç bilinmiyordu. Aspirin’in ağrıyı nasıl etkilediğini Prof. John R. Vane buldu. Bu Vane’e Nobel Ödülü ile Sir sanını kazandırdı.
Tıp bilimi doğal iyileşme sürecini desteklemek, hastanın ağrısını gidermek için sağıtım uygulamaktan oluşmaktaydı. Ateşi düşürmek, yangıyı (iltihabı) iyileştirmek, ağrıyı azaltmak ya da ortadan kaldırmak için prostaglandinlerin üretimini önlemek gerekiyordu.
Aspirin’in yaptığı tam da buydu işte. Bu bulgu, Aspirin üzerine yapılan araştırmaları tetikledi. Bugün yılda 500 Aspirin araştırması yayınlanıyor. Araştırmalar ağrıya, soğuk algınlığına iyi geldiği bilinen ilacın her geçen gün başka bir etkisini ortaya çıkarıyor.
Aspirin’in etkin maddesi asetyl salycilik acide (ASA), soğuk algınlığı ağrılarını hafifletiyor, ateşi düşürüyor.
Yüksek risk altındaki erkek ile kadınlarda kalp-damar hastalıklarından korunması için günde 75-120 mg ASA kullanmaları öneriliyor. ABD’de 10 yaşından büyük çocuklara koruma amaçlı günde 75 mg Aspirin veriliyor.
Kadınların yüzde 80’inden fazlasında görülen, tekrarlayan gerilim tipi baş ağrılarını ASA’nın hızlı, güvenilir bir biçimde hafifletiyor.
Baş, diş, eklem ağrıları, iltihaplanma, enfarktüs gibi birçok hastalığa karşı kullanılan ‘süper hap’ın her gün düşük dozda alındığında kanın pıhtılaşmasını önleyerek kalp krizi riskini azalttığı kesinlik biliniyor.
Beyin kanaması geçiren kişilerin iki hafta boyunca Aspirin almalarının da fayda sağladığı açıklandı.
Bütün bunların dışında ASA nın kanserleri, özellikle de sindirim sistemi kanserlerini, % 28 – 43 oranı arasında önlediği bildirilmekte. Bunun nedenini bazı araştırıcılar ASA din direkt etkisine bağlıyor. Bazıları ise prostaglandinlerin üretimini önleyerek etki yaptığını ileri sürüyor.
Bu konuda bizim görüşümüz, ötedenberi söylediğimiz gibi, aspirinin platelet etkinlikleri üzerinden kanın pıhtılaşmasını azaltmasıdır. Bundan ötürü kan organizmanın en kuytu köşelerine ulaşıp, buralara kadar bağışıklık maddelerinin taşınmasının sağlanmış olması kanseri önlemektedir.
Burada görüldüğü gibi asıl etki, bağışıklığın güçlü olmasıdır. Aspirinin buradaki rolü bu güçlü bağışıklık maddelerinin kan yoluyla en uç noktalara kadar ulaşmasını sağlamaktır.
Gerçi bu basit bir açıklama biçimidir. Ama dikkat edilirse doğadaki olayların oluş nedenlerinin hemen hepsi böyle basit açıklamalarla anlatılır.
Bir doğa olayının nedeni konusunda birden fazla neden gösteriliyorsa ya da bu neden çok karmaşık bir açıklamayla anlatılıyorsa, her zaman doğruluğundan kuşkuya düşmek gerekir derim!…
Çünkü doğada doğru ile estetik (güzellik duygusu), basitlik ya da sadelikte gizlidir.
—————————————————-
Konuyla İlgili Makalelerden Bazıları :
Okhee Suh Ph.D., Curtis Mettlin Ph.D., Nicholas J. Petrelli M.D. : Aspirin use, cancer, and polyps of the large bowel. Cance Volume 72, Issue 4, pages 1171–1177, 15 August 1993.
Shiff SJ, Rigas B : Aspirin for cancer. Nature Medicine [1999, 5(12):1348-9]
J.A. Baron : Aspirin and Cancer. Preventive Medicine Volume 24, Issue 2, March 1995, Pages 121-124.
Eric J. Jacobs, Michael J. Thun, Elizabeth B. Bain, Carmen Rodriguez, S. Jane Henley and Eugenia E. Calle : A Large Cohort Study of Long-Term Daily Use of Adult-Strength Aspirin and Cancer Incidence. JNCI J Natl Cancer Inst Volume99, Issue8 Pp. 608-615.
Bosetti, C; Gallus, S; La Vecchia, C1 : Aspirin and cancer risk: an update to 2001. European Journal of Cancer Prevention: December 2002 – Volume 11 – Issue 6 – pp 535-542.
Essays like this are so important to broadening pleope’s horizons.