UYKU NEDİR, NE DEĞİLDİR?!…

#alttext#
“ Uykudur ölüm… Eğer düş görülüyorsa.”
William Shakespeare
HAMLET’in “To be or not to be…” sözleriyle başlayan ünlü tiradından…

Bir zamanlar adamın birinin bahçesinde, yirmi yıldır duran görkemli bir ağaç varmış. Ancak o, bu ağacı ancak resim çalışmalarına başladıktan sonra görmeye başlamış. O güne kadar ağacın önünden yüzlerce kez geçtiği halde varlığının farkına bile varmazmış. Bu gerçekten yaşanmış bir olay olup resim yapmaya yeni başlamış birinden öğretmenine gönderilen bir mektupta anlatılmıştır.

Buna benzeyerek, çoğumuz çevremizde olan nesneler ile yaşamımızda gelişen olayların pek farkında olmayız. Onlar orada dururlar ya da yaşamımız içinde vardırlar, ama bizi ilgilendirmezler. Bu daha çok kendiliğinden sürekli olarak gelişmekte olan olaylar için geçerlidir. Olayları yaşarız, ama nasılını. nedenini, ne içinini hiç düşünmeyiz. Çünkü onlar doğal olarak kendiliklerinden gelişmektedirler.

İşte uyku da böyle olaylardan biridir. Doğal olarak 24 saatte bir yaklaşık 8 saat kadar yaşanır. Böylelikle yaşamımızın 1/3 ünü kapsar. Ama üzerinde fazla durulmaz.

Canlılarda uyku süreleri değişiklik gösterir. Örnekse, 24 saatte :

#alttext#

Bizim uyku için yaptığımız tanım şöyledir :

“Uyku canlılarda, 24 saat boyunca gündüz ile gecenin ard arda gelmesi sonucu (circadian cyclus) devirli olarak yaşanan, özel bir bilinç halini içeren, yolu boyunca bazı yıkımlar ile onarımların oluşması yönünden uyanıklık halinden fazlaca farkı olmayan, ama çok önemli olarak yaşandığı sırada zorunlu olarak belirli sayıda DÜŞ GÖRÜLÜP, dış uyaranlarla iç uyaranlara tam olarak yanıt verildiği, olmazsa olmaz beyin işlevi doğal blr fizyolojik yaşam sürecidir.”

Bu tanımın uykunun içerdiklerini bir araya toplayan, içermediklerini dışarda tutan bir tanım olduğu kanısındayız. Bunun dışında yapılan tanımlarda uykunun bir bilinç yokluğu, bir dinlenme süreci, bir yenilenme süreci olduğu ileri sürülmüştür.

Acaba uyku, az ya da çok bir bilinç yokluğu mudur?…

Uykuya benzer iki durumun daha olduğunu biliyoruz. Bunlardan biri bayılma, öteki koma durumudur. Bunların ikisinde de bilinç kaybı yaşanır. Daha baştan söylemek gerekir ki bu ikisinin nedeni uykudan çok farklıdır. Çünkü patolojik olgulardır.

Bayılma durumunda herhangi bir nedenle beyne giden kan niceliğinde azalma olur. Bilindiği gibi beyin bütün vücudun kullandığı oksijen ile enerjinin % 20 sini kullanma gereksiminde olan bir organdır. Böylece kendine gelen kan konusunda çok duyarlıdır. Azalma durumunda, deyim yerindeyse devrelerini kapatır. Kişi bilincini kaybederek bayılır.

Komada beyin üzerine ya belli bir baskı vardır (kanama, ödem gibi), ya da beyin dokusunun belli bir bölümü harap olmuştur (tümörlerde olduğu gibi). Bu durumda kişi gene bilincini kaybeder.

Bunların dışında bir de, geçirilen ateşli bir hastalığa bağlı olarak, vücut ısısının çok yüksek düzeylere (40 C – 41.5 C) çıkması sonucu bilinç kaybı gerçekleşebilir. Bu durumda da düşler oluşur, dahası kişi gördüğü düşleri sözcüklerle dışa vurur. Buna “ sayıklama “ diyoruz. Aynı durum bebeklerde olduğunda havale (=convulsion) dan söz edilir.

Gerçi, herhangi bir bulaşıcı hastalık yapan minicanlıya verilen bir doğal tepkidir ateşin yükselmesi. Amacı minicanlıyı yaşatmayıp kişiyi hastalıktan kurtarmaktır. Ama bu yüksek ısıda beyin çalışmasına ara verip bilinci kapatır.

Bunların tersine, uyku patolojik değil, ama doğal, fizyolojik bir süreçtir

Uykuda dış uyaranlara verilen yanıtlar da bayılma ile komadan farklıdır. Uyuyan bir kişi dış uyaranlar aracılığıyla kolayca uyanabildiği halde, bayılma ile komada bu sonuç elde edilemez. Demek ki bu gibi kişiler dış uyaranlarla bilinçlerine kavuşamazlar.

Uykuda bir özellik daha gözlemliyoruz. Uyku hangi dış uyaran koşulunda başlamışsa. Bu koşul değişinceye kadar surer. Değişiklik durumunda kesintiye uğrayarak kişi uyanır. Örnekse, gürültü sırasında uykuya dalınmışsa, bu gürültü süresince uyku hali sürer . Tersi de doğrudur: sessizlikte uyku başlamışsa, bir gürültü oluncaya kadar uyku surer.

Bunun dışında uyku sırasında iç uyaranlara da tam yanıt verilir. Örnekse, uykuda aniden bir ağrı gelişirse ya da bir karabasan düş görüldüğünde, kişi hemen uyanır.

Bunlardan hemen anlaşılacağı gibi uyku sırasında dış uyaranlara yanıt alınabilmesine karşın bayılma ile komada bu olanak yoktur. Bunlarda bilinç kaybı kesindir (mutlak). Bayılma ya da komadan çıkabilmek için onların meydana gelmesine yol açan nedenlerin ortadan kalkması gerekir.

Ayrıca uyku sırasında bir beyin etkinliği olan düşler de gündemdedir. Bu durumda uykuda olan hale bilinç kaybı değil, ama “özel bir bilinç durumu” dememiz daha doğru olur. Buna bazıları “ farklı bir bilinç durumu “ demeyi yeğliyor. Uykuda karşılaştığımız bilinç durumuna ne ad verilirse verilsin, uyku sırasında bilinç kaybı olduğundan söz edilemez.

Uykunun bir dinlenme aracı olduğu düşüncesi doğrumudur?…

Uyku sırasında dinlenmeye geçen hiç bir sistem yoktur. Kalb-damar sistemi uyanıklıktaki gibi çalışmak zorundadır. Sindirim sistemi çalışmasını uykuda da sürdürür. Böbrekler çalışmalarına ara vermezler. Karaciğer işini bırakmaz. Kasların da uyku sırasında belli bir gerilimleri (tonus) olduğu gibi zaman zaman küçük hareketleri gerçekleştirirler.

Beyin bunların hepsinin arasındaki eşuyumu sağlarmakla birlikte düşlerin oluşmasıyla zihinsel işlevini de sürdürür. Özetle, uykuda dinlenen hiç bir organ yoktur. Bu durumda “ uykuda dinlenilir “ sözü geçerliliğini yitirmektedir.

Uykuda vücudun kandini yenilemesi savına gelince. Bu belki de, uykuda adrenalin ile öteki stress hormonlarının düşük düzeyde olmaları, ayrıca büyüme = yenilenme hormonlerının yüksek düzeyde bulunması göz önüne alınarak söylenmektedir. Bu düş görülmeyen uyku evrelerine özel bir durumdur. Fakat görülen düşlerin içeriğine bağlı olarak stress hormonlarının yükselebileceğini de unutmamak gerekir.

Mademki bütün organ sistemleri çalışmalarını uyku boyunca sürdürüyorlar, o halde “yenilenme” işlemi de uyanıkken olandan daha farklı olamaz: denilebilir. Demek ki uyku halini de uyanıklığın bir devamı gibi düşünmek doğru olur.

Gerçekten de “yenilenir” sözü söylenmekle birlikte açık bir kanıt olarak uykuda derinin yenilenmesindeki hızlanmadan başka bir gözlem ileri sürülememektedir. Ama bu bir bütün içinde tek başına kalan bir olaydır. O halde yenilenme savı “olsa olsa, böyle olmalıdır” diyerek uyku tanımları içine alınmıştır.

Ancak uykuda bir tür “yenilenme” de söz konusudur. Bu bir “psychic yenilenme” dir. Konu oldukça geniş olduğundan başka bir makalede incelemek doğru olacaktır.

Ayrıca, Sigmund Freud’da (1899) gelinceye kadar hiç kimse uykuda görülen düş’ lerin üzerinde bilimsel olarak durmamış, yapılan tanımlara çok önemli, doğal olduğu kadar zorunlu olan bu olayı katmamıştır.

Bu ilgi çekici olmalıdır. Çünkü uyku için yapılan tanımların hemen hepsi Freud’den sonra ortaya konmuştur. Oysa uyku ile düş’ ler arasında, göz ardı edilemeyecek çok sıkı bir ilişki olduğu, konuya uzak olan biri tarafından bile hemen onaylanır.

Yapılan tanımlarda en göze çarpan öğe, bunların uykunun bir tek evresi göz önüne alınarak (NREM dönemi) yapıldığıdır. Böylece uykunun tanımı, körlerin fil’i tanımlaması anlatımındaki sonuca ulaşmaktadır. Oysa uykuyu bir bütün olarak gözleyip tanıma öyle varmak gerekir.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>