“Kul habire malim malim der,
Halbuki onun olan sadece yiyip hazmettigi,
Giyip eskittigi ve sevap icin dagittigidir.
Geriye kalani, oteki insanlara birakip gidecektir.”
Hz. Muhammed (sav)
Mahya selatin camilerin (sultanların yaptırdığı camilerin) iki minaresi arasına gerili, aydınlatılmış, dinsel içerikli sözleri içeren bildirilerdir. Gece karanlığında gök yüzüne konulmuş kocaman levhalara benzer. Bu halile mahyalara bu günkü billboard’ ların atası diyebiliriz.
Mahya sözcüğünün etimolojik kökeni için açık bir bilgi olmasa da Ahmed Rasim ile Şemseddin Sami‘nin bu konudaki görüşleri paylaşılmaya değer bulunur. Ahmed Rasim “mahya” sözcüğünün Farsça “mahiye” sözcüğünden türemiş olabileceğini söyler. Mahiye ise Farsçada “aya özgü”, “ay gibi” anlamlarına gelmektedir. Yine mâh kelimesinin Farsçada ay anlamına geldiği, Osmanlı edebiyatında aydınlığı, güzelliği, yüz aydınlığı ile güzelliğini anlatan bir anlam olarak çokça kullanıldığı göz önünde bulundurulursa Ahmed Rasim’in bu konudaki fikirlerine hak vermek yerinde olacaktır.
Şemseddin Sami ise “Kamus-ı Türkî” adıyla bilinen sözlüğünde sözcüğün mâh ismine Arapça yâ nispet ekinin getirilmesiyle oluşturulmuş galat bir deyim olduğunu söylüyor. Gramatik açıklamalar içerisinde boğulmadan kısaca söyleyecek olursak Şemseddin Sami’nin tanımı da bizi Ahmed Rasim’in varsayımına götürüyor. Demek ki Şemseddin Sami’nin verdiği tanım da sözcüğün kuruluşunda “aya özgü” anlamının yer aldığını söylüyor.
Ahmed Rasim’e göre bir öteki olasılık da mahya sözcüğünün Farsçada “sıralanmış” anlamına gelen “müheyyâ” sözcüğünden Türkçeleşmiş olabileceğidir.
Nişanyan‘ ın Türkçe Etimolojik Sözlüğümde, bu sözcüğün yazılı ortamda ilk kez 1900 yılında görüldüğü bildirilmektedir.
Mahyacılık sanatı İstanbul’da ortaya çıkmıştı. İlk mahyalar minareler arasına gerilen iplere kandillerin dizilmesiyle kuruluyordu. İslam dünyasının genelinde mübarek kabul edilen gecelerde kandil yakma geleneği yaygınken mahyacılık sanatının İstanbul’da ortaya çıkmış olmasının nedeni ise padişahların yaptırdığı 2, 4, 6 minareli selâtin camilerin bu kentte bulunuyor olmasıydı.
İlk mahyanın kuruluşuna ilişkin kaynaklarda yer alan en yaygın söylenti ise şu biçimdedir:
Sultan I. Ahmed döneminin meşhur hattatlarından Fatih Camii müezzini Hafız Kefevî son derece sanatkârane işlemiş olduğu bir levhayı padişaha sunar. Levhayı çok beğenen Sultan I. Ahmed Kefevî’den levhayı ışıklandırarak kendi yaptırdığı Sultanahmet Camii’nin minareleri arasına asmasını ister. Kandillerle ışıklandırılan levhanın Sultanahmet Camii’nin minareleri arasına asılmasıyla da ilk mahya kurulmuş olur.
Kaynaklarda bu olayın geçtiği tarihe değgin bilgi yoktur. Ancak yine tarihi kaynaklarda yaptığımız bir iz sürme ile 1616 ile 1617 tarihlerine ulaşıyoruz.
Sultanahmet Camii’nin inşası 1616 tarihinde bitirilmiştir. Sultan I. Ahmed’in ölüm tarihi ise 22 Kasım 1617′dir. Caminin açılış tarihi olarak kabul edilen 2 Haziran 1616 Cuma günü de o yılın Ramazan ayının hemen öncesine denk gelmektedir. 1. Ahmed’in ölüm tarihi de 1617 yılının Ramazan ayı sonrasına denk geliyor. Bundan ötürü yukarıdaki söylentiyi de dikkate aldığımızda, ilk mahya ya 1616 ya da 1617 yılının Ramazan ayında kurulmuştur.
Ayrıca Padişah III. Ahmed‘in (1673 – 1736) sadrazamı Damat İbrahim Paşa’nın yayınladığı bir emirname vardır. Lale devrine ait (1720 – 1730 yılları arası) olan bu emirname mahyalarla ilgili en eski belge niteliği taşır. Hemen anlaşılacağı gibi bu bilgi Nişanyanın Türk Dili Etimolojik Sözlüğündeki bilgiyle çelişmektedir!…
Öyle anlışılıyor ki, Nişanyan Osmanlı kaynaklarına girmeyip, sözcüğün kökeni tartışmaları yapılan yapıtlara yönlenmiştir.
Osmanlı döneminde mahyada en çok kullanılan yazılar şunlardı: “İnna fetahna leke fethan mübina” (arası geniş minarelerde), Ya Gani, Ya Mabut, Ya Kafi, Ya Şafi, Ya Kerim, Maşallah, Tebarekallah, Bismillah, Leyle-i Kadir, son gecelerde el-firak” vs. daha pek çokları vardı. Bunların çoğunda hareke yoktur. Doğrudan yazıdır. Bazen nadir olarak hareke, şeddeler, noktalar ile hemze konurdu. Yazı çeşidi çoklukla sülüs idi. Nesih ile rık’a yoktu. Talik çok nadirdi. Mahyacılarda ünlü hattatların yapıtlarını taklit ederek mahya yapmak merakları da vardı. Birbirleriyle model yarışması yapanlar, dahası rekabete girişenler de çoktur.
Kullanılan biçimlere gelince bunlar: Kızkulesi, kayık, vapur, köşk ile fıskiye, köprü, iki minareli – kubbeli cami, ufak köprü, kayık resimleridir.
Yeni harflerle kurulan mahyalarda: “İsraftan kaçın, Tayyare cemiyetine yardım. Yetimleri unutma, İsraftan kaç, Yerli malı al, (para biriktir), Himaye-i Etfale yardım. İçki aile düşmanıdır, Kumar insanı mahveder…” Gibi yazılar görülmekteydi.
Geçmişte mahyacı, yazı ya da biçimi önce kareli kağıt üzerinde planlar. Her bir kareye rastlayan çizgiye göre yapılacak düğümleri hesaplar. Sonra ayrı ayrı iplere kandiller (lambalar) dizilir. Böylece harf ile çizgiler sırasıyla minareler arasındaki yerini alır. İşte o zaman mahya ustaları bir ömür boyu kazandığı hünerle, aylardan beri büyük bir titizlik, gizlilik içerisinde hazırladığı tasarılarını uygulama alanına koyarak, sema ekranında sergiler.
Bütün bu işler eskiden bir sır, bir rekabet, bir yarışma havasını da taşırdı. Her gece yeni bir mahya kuranlar olduğu gibi, teravih namazından önceki mahyasını, teravihten sonra yeni bir mahya ile değiştirme ustalığı olan , mesleğinin aşığı, sanat rekabetine gönül vermiş ünlü mahyacılar da vardı. Usta mahyacılar, namazdan önce gerdikleri mahyayı, herkes teravihte iken, birkaç saat içerisinde yenisiyle değiştirirdi. Diğer camilerin mahyacılarına bir bakıma tatlı bir meydan okuyuş anlamına gelen bu gösteriyle, unutulmaz ramazan gecelerine renk ile heyecan katarlardı.
Eskiden mahyacılık, büyük bir ustalık isteyen gerçek bir sanat dalıydı. Bu alanda yetişmiş büyük ustalar, yerlerini alacak olan çıraklara işin bütün inceliklerini öğretirlerdi.
Mahya kurmak için, caminin en az iki minareli olması gerekir. Eskiden böyle büyük camilerde, iki minare arasına ip ya da teller gerilir, mahya ustası da, genellikle zeytinyağ doldurulmuş kandilleri ya da mumlu fenerleri ipin üzerine dizerek istediği dinî yazıyı yazar, dahası resimler de yapardı. Bütün ramazan boyu bu kandiller, rüzgâra karşın geceleri pırıl pırıl yanardı.
Camilerin elektrikle aydınlatılmaya başlamasından sonra, mahyacılık kolaylaştı, ayrı bir sanat olmaktan çıktı. Kandil yerine renkli elektrik ampulleriyle, yeni yazıyla mahya kurma geleneği bugün hâlâ sürdürülüyor.
Ancak bu günkü ustaların başlıca yakınması, sanatı öğrenmeye hevesli yeni çırakların çıkmamasıdır. Bu yüzden bir süre sonra bu sanatın yok olup gitmesinnden korkmaktadırlar.
[Bazı alıntılarla telif edilmiştir]
merheba ben öncelikle şükranlarımı sunarım bu bilgilendirme için.burdur da yaşıyorum ben burda atalarımın camisine mahya yaptırmak istiyorum ama burda mahya ustası yok bana yardımcı olur musunuz bu konuda