“Kendini boşuna harcamış olur insan, dilediğine ulaşıp da sevinç duymazsa.
Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, yıkmakla kazandığın yapmacık bir mutluluksa.”
William Shakespeare (macbeth’ ten)
Mehmet Galip Güran, 1900 yılında Prof. Dr. Refik Güran ile Saime Güran çiftinin altı çocuğundan ilki olarak, İstanbulda dünyaya geldi. Yaşamının ileriki yıllarında çok başarılı bir yüksek mühendis olmasına karşın, kendisinin bir tiyatro yazarı olarak anılmasını isterdi.
Mehmet Galip, Kabataş rüştiye ile idadisinde (bu günkü Kabataş Lisesi) tahsilini sınıf atlıyarak 14 yaşında bitirdikten sonra İstanbul Mühendis Mektebine (bu günkü İstanbul Teknik Üniversitesi) girerek buradan 20 yaşında, yüksek mühendis olarak mezun oldu. Mühendis mektebindeki hocaları onun babasıyla görüşerek, bu çok zeki, çok başarılı öğrencilerinin kesinlikle Avrupada tahsiline devamının gerektiğini öğütlediler.
Bunun üzerine babası onu Paris Politekniğinde okuması için Fransaya gönderdi. Pariste 6 yıl politeknikte okuduktan sonra 26 yaşında yurda döndü. Ancak Pariste politeknikte okurken, bir yandan da Paris Konservatuvarı Tiyatro Bölümüne, yakın arkadaşı, ünlü Comédie Française aktrisi Madeleine Renaud’ un yüreklendrmesi sonucu, devam etmişti.
Yaptığı bu tiyatro tahsili ona, mühendisliğini uygulaması yanında, tiyatro yapıtları yazma esintisini vermiştir. Ne var ki, en başta bir Divizyon Mühendisi olalarak girdiği TCDD nda, Genel Müdürlüğe kadar yükseldği meslek yaşamında girdiği yoğun çalışma ortamı, ona uzun süre herhangi bir tiyatro yapıtı meydana getirme olanağı vermemiştir.
Yıl 1950 ye gelindiğinde, Demokrat Parti iktidara gelince, CHP de hiç bir kaydı bulunmadığı, CHP ile hiç bir ilgisi olmadığı halde, onun CHP ye gönülden bağlı olduğu ileri sürülüp, zorunlu olarak TCDD Genel Müdürü iken emekliye sevki kararlaştırıldı [*]. İş bununla da bitmedi. Kendisine bundan böyle hiç bir kuruluşta görev verilmemesi de karar altına alındı. Mehmet Galip Güran işsizliğe mahkum edilmişti!…
İzmirde İşletme Müdürü olduğu 1938 – 1939 yıllarında bazı piyesleri yazmayı tasarlamıştı. Ama o sıra II. Dünya Savaşının çıkmasıyla kendisine bazı özel görevler verildiğinden, bunların gerçekleşmesine olanak kalmamıştı.
Zorunlu olarak emekli edilip, başka da iş alması önlenince, serbest kaldığından tasarladığı piyesleri yazmaya karar verdi. İlk piyesi 1939 yılı dolaylarında tasarladığı, üst düzey bir yöneticinin başından geçen olayları anlatan “TERS – YÜZ” başlıklı yapıttı. Bunu yazıp bitirdiğinde, Ankara Devlet Tiyatroları Edebi Heyetine göndermeye karar verdi. Fakat siyasal olarak yasaklı bir kişi olduğu için piyesi kendi ismiyle değil de “Refik Rakımoğlu” adı altında Edebi Heyete teslim etti. Refik Rakımoğlu aslında babasının adıydı. Çünkü dedesinin adı Mehmet Rakım idi.
Edebi Heyet piyesi okuyup başarılı bulmuş, Devlet Tiyatrolarında sahneye koyma kararı vermişti. Ama yazarla tanışmak istiyorlardı. Galip Güran bu tanışma toplantısından, yukarda anlatılan nedenlerden ötürü çekiniyordu. Gene de gitti Edebi Heyetle konuştu. Korktuğu gibi olmamış, piyesin oynaması kararlaştırılmıştı. “TERS – YÜZ” bir aydan fazla bir zaman kapalı gişe olarak Ankara Devlet Tiyatrosunda oynanarak büyük başarı kazandı.
Piyesin kazandığı bu başarı, haber olarak Cumhurbaşkanlığı Köşküne kadar uzanmıştır. Bu bilgi o sıralar Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’ ın merakını uyandırmıştı. Celal Bayar bu merakı üzerine piyesi izlemeye karar verip, tiyatroya gider. Yapıtı gördükten sonra çevresindekilere sorar “Bu Galip Güran kimdir?…” Cumhurbaşkanına durum bütün ayrıntılarıyla anlatılır. Ona iş verilmesinin de önlendiğini duyunca Celal Bayar, “Bu arkadaşımıza hemen bir iş veriniz!…” der.
Bu buyruk üzerine Galip Güran’ a Devlet Limanları İşletmesinde bir iş verildi. Son ayrıldlğı makama göre çok düşük bir rütbeyle de olsa, edebi bacerisi yüzünden bir çalışma olanağı kazanmış bulunuyordu, ki bu çok önemliydi. Çünkü 1950 yılından sonra ailesi, ister istemez büyük bir ekonomik sıkıntı içine girmişti.
Piyes yazmaya ara vermedi. İkinci piyesinin başlığı “BATAK” idi. Morfinoman bir hanımın başından geçenleri anlatıyordu. Bu piyes te uzun süre kapalı gişe olarak, Ankara Devlet Tiyatrolarında oynandı. Başrolü Macide (Birmeç) Tanır hanımefendi oynuyordu. Yapıt o kadar gerçekçi, o kadar çarpıcıydı ki, psikiatri hocamız Prof. Dr. Rasim Adasal, tıp öğrencilerine bu piyesi, madde bağımlılığı konusundaki gerçekleri öğrenmeleri için, kesinlikle görmelerini salık vermiştir.
Kazandıkları bu başarılardan ötürü her iki piyes te Devlet Tiyatroları “daimi repertuvarına” alındılar. Ancak günümüzde bu yapıtların metinleri, nedense bir türlü bulunamıyor?!…
Bu noktada Galip Güran‘ a yazdığı piyeslerin birer teknik ustalık eseri olduğu, duygusal değer taşımadıkları, duygusal bir piyes yazamayacağı sanat çevrelerince söylenmeye başlandı. Bunun üzerine, bu konuda da başarılı olduğunu gösterip, kanıtlamak için duygusal içerikli bir piyesi kaleme aldı. Piyesin adı “KİMSE YOK!…” idi. Bu yapıt Edebi Heyete sunulduğunda beğeni kazanmamış, bu yüzden de sahnelenmemiştir.
Galip Güran, daha sonra “PEHLİVAN” ile “SON DURAK” adlı iki piyes daha yazmıştır. Bunlar da sahnelenemedi. Ama içerikleri oldukça ilginç birer yapıttır.
Emekli olduktan sonra günler günleri, yıllar yılları kovaladı. Sonunda 1959 yılına gelindiğinde Galip Güran yaşamın yükünü artık kaldıramayıp, bu dünyadan ayrılarak, bir sonbahar günü sonsuzluğa göç etti
Kabri İstanbul, Yahya Efendi Dergahındadır..
Bu yukarda okuduğunuz makale aslında ZEKA, BİLGİ, DENEYİM biraraya geldiğinde, ne türlü, ne yönden baskı yapılırsa yapılsın BAŞARI’ nın önüne geçilemeyeceğini anlatan bir öyküdür.
—————————————————-
[*] Gerçekte DP iktidara geldiğinde Galip Güran™ ın emeklilik hakkı kazanmasına bir aydan biraz fazla bir zaman kalmıştı. Ama ilgililer bu kadar kısa bir süreyi bile beklemeden, aceleyle kendisini Eskişehir Cer Atölyesi Müdürlüğüne atayarak Genel Müdürlükten uzaklaştırdılar.
Aradaki bu bir ay yıllık izinle geçiştirilerek, sonunda emeklilik işlemi yürürlüğe konuldu.
—————————————————-
Başvurulacak Kitap :
Christa-Ursula Spuler : DAS TÜRKISCHE DRAMA DER GEGENWART, Eine Literarhistorische Studie. LEIDEN, E.J. BRILL, 1968