“Akıllı despot bunu bildiği için köleleri arasında yararsızlık ve çaresizlik hissini pekiştirmeye çalısır.”
Frank Herbert
Haiti, asıl adıyla Haiti Cumhuriyeti, Amerika’da Karayip Denizi’nde bir ada ülkesidir. Küba’nın doğusunda yer alan Hispaniola adasını Dominik Cumhuriyeti ile paylaşır. Adanın batı bölümündedir. Yüzölçümü 27.750 km² olan ülkenin nüfusu 10 milyon (2009), başkenti Port-au-Prince’tir..
Haiti’nin asıl yerli halkı Arawak (ya da Taíno)’lardır. Christopher Columbus‘un 1492′de yeni dünyanın keşfinden sonra adaya Hispaniola adı verilmişti. Hispaniola Adası, Avrupa’dan gelip “yeni dünyayı fethedenler“in üslerinden biri haline geldi.
O zamanda yaşamış İspanyol Katolik rahip Bartolome de Las Casas, Türkçe’de de Kızılderili Katliamı adıyla yayınlanmış kitabında ada hakkında şunları yazmaktadır : “Bu ada üzerinde (ben 1508′de vardığım zaman) 6 milyon insan yaşıyordu, Kızılderililer de dahil olmak üzere. Ne var ki 1494′ten 1508′e kadar 3 milyonun üzerinde insan savaştan, kölelikten ve madenlerden dolayı yok olmuştu. Gelecek nesillerde buna kim inanacaktır?”
Haiti, bir zamanlar dünyanın en zengin bölgelerinden biriydi. Fransa bu zenginliğin üstüne uygarca(!) atlayıp, Haiti’yi sömürgelerinin arasına kattı.
1789’da dünyada üretilen şekerin %75’i Haiti’den geliyordu. Endüstri devriminin erken döneminde, petrolün yerini tutan pamuk yağı için ekilen pamuk üretiminde Haiti başı çekiyordu. Zamanla, sömürgeci güçlerin politikaları ile köleliğe dayalı ekonomiyle birlikte tarıma elverişli araziler ile ormanlar yok edildi. Adaya köle getiren Fransız gemileri Haiti kerestelerini yüklenip Avrupa’ya döndüler. Fransızların ormanları yok etmesi yoksulluğa, erozyona, sonunda da yıkıma yol açtı…
Amerikan destekli Fransız ile İngiliz ordularına karşı verdiği savaştan sonra Haiti 1804’de bağımsızlığını ilan etti. ABD 1862 yılına kadar Haiti’yi tanımadı.[Lozan’ı tanımadığı gibi] Fransa Haiti’nin bağımsızlık ilan etmesini hiçbir zaman hazmetmedi, bunun bedelini ödetmeye kararlıydı [AB' nin Sevri geri getirmek için yanıp tutuştuğu gibi].
1915 yılında Woodrow Wilson’ın işgaliyle kölelik gerçekleşerek geri döndü. Binlerce insanın öldürüldüğü bu dönemde Haiti, Amerikan işletmelerine açıldı. Amerika tarafından eğitilmiş Ulusal Muhafızlar, yalnızca Haitili zengin tabaka ile beyazları korudu [Amerika’da eğitilip Kuzey Irak’a yerleştirilen peşmergeler gibi]. Amerika’nın dayattığı bir anayasa kabul edildi. Amerika Haiti’yi resmen devralmış oldu. [Irak Anayasası gibi]
Terör, baskı ile yolsuzluk Ulusal Muhafızlar ile François Duvalier’in diktatörlüğü sırasında iyice arttı. Elit kesim daha da zenginleşerek toplumdan soyutlandı [Barzani ailesi gibi]. Reagan’ın başkanlığı sırasında Haiti’de demokrasinin gelişmesi adına(!) Washington yararına yasalar çıkartıldı. Dünya Bankası sözde rekabet avantajı ilkesine bağlı kalarak, Haiti’yi Karayipler’in Tayvan’ına dönüştürmeyi amaçlayan dış-satıma yönelik programlar hazırladı [Türkiyede olduğu gibi] . Dünya Bankası desteğini kamu giderlerine ayırmaktansa özel işletmelere vermeyi yeğliyordu. Haiti’nin Amerika’dan gıda ile öteki malları dış-alımla sağlaması gerekirken çoğunlukla kadın Haitili işçiler Amerikan kökenli kuruluşlarda berbat koşullarda çalışarak ömür tüketiyorlardı
1990’da Amerika’nın desteklediği değil de Haiti halkının seçtiği adayın başkan oluşu, uluslararası finans örgütleriyle ABD Hükümetini şaşırttı. Ülkenin demokrasiye yönelip Amerikan yörüngesinden çıkması, Amerikan yandaşlarının değil de yoksul çoğunluğun gereksinimlerine yönelik bir siyaset benimsenmesini Washington tehdit olarak algıladı. Amerika’nın desteklediği bir diktatörlük rejimi ile değil de demokratik bir hükümetle yönetilmeye başlayan ülkeye mülteciler geri gelmeye başladı.
1991’de CIA destekli askeri darbe sonrasında başa gelen askeri cunta yönetiminin yarattığı terör eğemenliğine Baba Bush ile Bill Clinton arka çıktılar. Haiti yeniden zenginlere hizmet eden bir diktatörlüğe dönüştürüldü. 1994’te Bill Clinton “uygarlaştırdıkları” eski başkan Jean-Bertrand Aristide’in neoliberal rejimi kabul etmek koşuluyla yeniden başa getirilmesine karar verdi.
Sonunda en zengin sömürgesini soyup mahvederek zenginleşen Fransa, ABD ile bir olup, 2004 yılında demokratik yollarla seçilmiş Haiti Hükümetini indirdi. Yeni kurulan terör eğemenliğinde emniyet güçleri ile adli kurumlarca körüklenen amansız bir yeğinliğin (şiddetin) egemen olduğu yozlaşmış bir toplum oluştu. 2010 yılında yaşanan deprem de içinde olarak birbirini izleyen çoğu insan eliyle yapılmış felaketler ile bu siyasi kararların sonucunda Haiti mahvoldu….
Haiti örneği, yıllardır AB ile ABD nin ortadoğuda yürüttüğü politikalarla tam olarak örtüşmüyor mu?…
Buna koşut olarak ülkemiz, sahip olduğu yer altı ile yer üstü kaynaklarıyla insan kaynakları açısından kendi kendine yeterli dünyanın en önde gelen ülkelerinden birisi olmasına karşın, bunlardan yararlanma ile yurttaşlarına yansıtılması bakımından, tam tersi Avrupa Birliğiyle dünya ülkeleri arasında en kötü duruma düşürülmüştür. Ayrıca dışa bağımlı, borca dayanan ekonomik politikalar sonucu, ne yazık ki 160 yıl öncesine dönülerek, Osmanlı’nın çöküş dönemine benzer bir duruma getirilmiştir.
Bu arada ABD nin “Büyük Ortadoğu Projesi” gereği, Türkiyeyi parçalamak için PKK terörü icat edilmiş, Yapay bir Kürt sorunu Türkiyenin başına musallat edilmiştir. Amaç Türkiyeyi parçalamaktır. Bunların sonucu Kürtleri temsil ettiği savında olan bir grup, Kürtler için ayrı bayrak, ayrı anadil, ayrı bir kolluk gücünü isteyebilme küstahlığını gösterebilmiştir.
Uyanık olup, gözlerini dört açıp batılı emperyalistlerin kurduğu tuzakları açıkça görmenin zamanı gelmiş, dahası geçmektedir!…
Bu durumda bizlere düşen, Haiti örneğini aklımızdan çıkarmadan, yöneticilerimizi doğru olarak seçebilmektir. Çünkü bu gidiş iyi bir gidiş değildir.
Herkesin bildiği bir Türk deyimi vardır “Kendi düşen ağlamaz” denir.
Bizden söylemesi!….
[Rıfat Serdaroğlu' ndan yapılan alıntıyla telif edilmiştir]