“Yapamayacağın şeylerin, yapabileceklerini engellemesine izin verme.”
John Wooden
İnsanoğlunun nefesini tutup suya ilk kez ne zaman daldığı bilinmemekle birlikte profesyonel dalgıçlığın başlangıcı zamanımızdan 5000 yıl öncelerine uzanmaktadır.
Asurlar’dan kalma duvar yazıtlarında rastlanılan dalgıç motifleri, sualtı dünyasına olan ilginin ne kadar uzun zamandan beri süregeldiğinin bir göstergesidir. Bu dalışlarda inci, sünger, mercan gibi tecimsel değeri yüksek mallar çıkarılırdı.
Bundan sonra derine dalabilmek için şu buluşlar yapıldı :
1819 da Yukarıdan hava verilerek kullanılan açıksu dalgıç elbiselerinin mucidi olarak August Siebe gösterildi. Siebe, 1837 yılında valflarla kullanılan hava geçirmeyen dalgıç elbiselerini oluşturdu.
1913 de Alman Neufeldt ile Kunke firması eklem yerlerinden birbirine hareket yeteneği sağlayan, eklemlerle bağlanan dalgıç elbisesinin patentini aldılar.
1924 de Manuel olarak çalışan basınçlı hava ciğerini Fransız Yvesle Perieur icad etti.
1942 yılında Jacques Cousteau ile Emile Gagnan’ın geliştirdikleri bir soluk alma aracı (regülatör) ile sualtına indirdikleri basınçlı hava dolu bir tüp, sualtında soluyabilmeyi, ilk kez yüzeye bağlı kalmadan sualtında özgürce dolaşabilme olanağını sağlamıştır.
SCUBA (Self Contained Underwater Breathing Apparatus) Türkçe olarak “Kendi Üzerinde Taşınabilen Sualtında Soluma Aygıtı” adıyla anılan bu buluş aracılığıyla, dalış hızla yayılan bir spor olmuştur.
Hangi yöntemle sualtına dalınırsa dalınsın, inilen her 10 metrede, fazladan 1 atmosfer basınç dalgıç üzerine uygulanacaktır. Buna göre 10 m derine inen bir dalgıcın üzerinde, dışardaki hava basıncının da eklenmesiyle, 2 atmosferlik basınç vardır. Buna benzeyerek 20 m ye inenin üzerinde 3 atmosfer, 30 m ye inenin üzerinde 4 atmosfer ilh… basınç vardır.
Bilindiği gibi, bir fizik kuralı olarak gazların sıvılarda çözülmesi basıncın artmasıyla fazlalaşır. Deniz altında inilmiş olan derinliğe göre, solunan hava içindeki gazların da kan içinde çözülme düzeyleri, bu yüzden artacaktır.
Dalgıc ister su yüzeyinden bir boruyla (eski nagile düzeneği ya da Yvesle Perieur’ ün basınçlı hava ciğeri ), isterse sırtındaki tüpten regülatörle gaz solusun (scuba diving), bu bildiğimiz havadan ibarettir. Çünkü % 100 lük O2 solunumu oksijen zehirlenmesine neden olacağından, kullanılan tüpler hava ile doldurulur. Derinlerde solunan bu hava ile, inilen derinliğe bağlı olarak, N2 ile O2 nin kanda çözülme oranı artacaktır. Oksijen hızla dokularca kullanıldığından önemli değildir. Ama N2 için durum farklıdır.
1900′lü yıların başında Meyer ile Overton adlı bilim adamları gazların yada uçucu maddelerin yağda belirli bir molarda çözünme yeteneği varsa narkotik özelliği de olduğunu, bu molar yoğunluğun her hücre için sabit olduğunu söylemişlerdir.
Bu kuram üzerinden yola çıkarak gazların molekül hacmi, kritik hacmi ile molekül ağırlığı da önem kazanmıştır. Kritik hacim kuramında da yağlarda eriyebilen gazların hücrelerde belirli bir genişlemeye yol açtığını, sinir hücrelerinde oluşan bu genişlemenin iletimde yavaşlamaya neden olduğu düşünülmektedir (Lever ile ark. yaptıkları bir çalışmada sinir hücrelerinde % 0.4′ lük bir genişlemenin narkoza yol açtığını saptamıştır.). Bu konu hakkında 20′den fazla kuram bulunmaktadır.
Böylece, inilen 25 m derinlikten sonra, N2 narkozuna bağlı olarak DİP SARHOŞLUĞU denilen hal yaşanır. Etkiler ilk metrelerde alkol alımına benzer. Daha fazla derinlikte halusinasyon yaratan ilaçların etkileri, dalınmaya devam edildiğinde ise gerçek anlamda narkotik etki ortaya çıkar. Nitrojen narkozunu çok ağır sarhoşluk olarak düşünmemek gerekir. Kişi kendini normal hissettiği anlarda bile el becerisi, hesaplama, yazı yazma gibi yüksek düzeydeki beyinsel işlevleri bozulabilir. Bu durum sualtında hızlı karar verme ile uygulama yeteneğini ortadan kaldırır.
Bundan ötürü dalgıç dipte alışılmamış hareketler yapmıya başlar. Kendine verilen işaretleri anlamaz olur. Bunların en kötüsü kendine aşırı güven hissiyle regülatörü ile başlığını çıkarıp atmasıdır ki bunun sonucu ölümdür.
Dip sarhoşluğundan kurtulmak kolaydır. Hemen 25 m den daha sığ bir düzeye yükselince bu sarhoşluk kaybolur. Bunu deneyimli bir dalgıç kendisi yapabileceği gibi, birlikte daldığı arkadaşı da onu daha sığa taşımasıyla gerçekleştirilebilir. Bunun için dalışlarda, dip sarhoşluğuna karşı zamanında önlem alabilmek için. arkadaşınızın hareketlerine dikkat etmek gerekir.
Derine dalışlardaki VURGUN’ un ( Dekompresyon hastalığı) ise daha değişik bir fizyopatolojisi vardır.
Yukarda anlatılan nedenlerden ötürü, dipte solunumla alınan N2 gazının kanda fazla oranda çözülmesi sonrası, eğer hiç duraksamadan hızla yüzeye çıkılırsa, kandaki bu nitrojen gaz halinde açığa çıkar.
Bunun anlamı damarlar içinde bir çok gaz baloncuğunun oluşması demektir. Bu gaz baloncukları bir çok organın, bu arada yaşamsal organlardan beyin ile kalbin damarlarının tıkanmasına yol açar. Demek ki, dalışlarda vurgun yamenin anlamı, büyük ölçüde gerçekleşen, yaygın (massive) HAVA EMBOLİSİdir.
Aşırı derecede yorgunluk ile bitkinlik, derinin kaşınması, kol il bacaklarda eklem ya da kas ağrısı, baş dönmesi, yerel uyuşmalar, seyirme ile hissizlik, sık nefes alma, kızarmış cilt, bir kolu ya da bacağı ovuşturma, sendeleme, öksürük nöbetleri, bilinç kaybı, bayılma dekompresyon hastalığının belirtileridir. Bunların tümü birden gelişebildiği gibi bölüm bölüm de, su yüzüne çıkıldıktan hemen sonra ya da bir saat içinde görülebilir.
Sonuç, gerekli önlem alınmazsa ölümdür. Önlem için ana hatlarıyla (grosso modo), dalgıcın regülatörden yükselen gaz balonlarından daha yavaş hızla su yüzüne çıkması önerilir. Bunun için yukarıya doğru yükselişlerde basitçe “1 dakikada en fazla 10 metre yükselme” kuralını uygulamak gerekir. Genel olarak dekompresyon hastalığı, bu kurala uyulmamasıyla gerçekleşir.
Bunun için de dalış tabloları oluşturulmuştur. Derinlik artıkça dipte kalınan zaman azalır. Örnekse 30 metre derinlikte 14 dakika kalınabilir. Bu süre herhangi bir nedenle aşılırsa, dokulardaki azotu atmak için yüzeye yakın yerlerde (3, 6, 9 metreler gibi) bekleme yapmak gerekir. Yapılacak bekleme derinlik ile zamanı, dalıştan önce dekompresyon tablolarıyla hesaplanabilir.
Ama günümüzde kola takılan, en son bulunulan derinliğe göre hangi düzeylerde ne kadar kalınacağını bildiren bilgisayarlar vardır. Bunların verdiği bilgi doğrultusunda duraklayarak su yüzüne çıkılır.
Bu önlem alınmayıp ya da alınamayıp hızla su yüzüne çıkmak gerektiğinde vurgun belirtileri gözlenecektir. Önceleri vurgun yiyen dalgıç hemen ilk indiği derinliğe geri indirilirdi. Buradan gereğine uygun duraklamalar yapılarak tekrar su yüzüne çıkarılırdı. ama bunu yapmak doğru değildir.
Bunun yerine hasta, % 100 oksijen solunumu altında, olabilecek en hızlı bir biçimde karadaki dalgıç basınç odası (hyperbaric chamber) [*] olan bir birime ulaştırılır. Burada uzman gözetiminde, dalgıcın karşılaşmış olduğu denizdeki basınç uygulanarak, yavaş yavaş bu basınç düşürülüp vurgun önlenebilir.
Derinlere dalmada bazı basit ama önemli kurallara dikkat edilirse kaza yapmadan işlemi tamamlama olanağı vardır. Bunlar kısaca şu önlemlerdir :
● Dalışı planlamak. Bu planı uygulamak.

● Eksiksiz, sağlam bir ekipmanla dalmak. Bu konuda tekrar tekrar denetim yapmak.
● Dinlenmiş, zinde olmak.
● Scuba dalışta hiç bir zaman nefes tutmamak, derin derin, yavaş solumak.

● Çıkış hızına önemle dikkat etmek.
● Kesinlikle eşli dalmak.
● Sınırları zorlamamak.
● Bir sorun olduğunda dalışı yürürlükten kaldırmadan çekinmemek.
Bunlara ek olarak, 25 – 30 m den daha derinlere dalmayı profesyonellere bırakıp, bu işi spor olarak yapıyorsanız bu derinliği aşmamanız önerilir!...
————————————————-
[*] Robert Boyle’ un 1660 yılında ortaya koyduğu fizik yasasına göre, sabit ısıda gazların mutlak basıncı ile hacimleri ters orantılıdır. Basıncın yükselmesiyle gaz hacmi küçülür. basınç düştükçe gaz hacmi büyür. Bu yasa, özellikle Gay-Lussac ile Charles’ ın çalışmalarıyla birleştirilince Genel Gaz Yasasını oluşturur ki, bu Dalış ile Recompression Chamber çalışmaları için paha biçilmez bir buluş olmuştur.
Buna bağlı olarak, basınç odalar ile basınçlı oksijen sağıtımı 1662 yılındanberi bilinip kullanıldığı halde, ABD ordusu I Dünya Savaşından sonra bazı ilerlemeler elde etmiştir. Daha sonra 1930 larda daha başka eklemelerle yöntem daha güvenli olarak, dalgıçların derin denizlerde uğradıkları dekompression hastalığında kullanılmaya başlandı.
1917’de Drager ilk kez dalış hastalıklarında kullanılmak için bir sistem tasarlayarak, vurgun sağıtımında basınç altında oksijen kullanımının potansiyel yararını ilk kez gündeme getirmiş ancak nedense bu sistem hiç üretime geçmemiştir. ,
Hiperbarik sağıtımın oksijenle ilk uygulamasını, vurgun hastalığında 1937’de Behnke ile Shaw yapmıştır
Ülkemizde ilk olarak 1984’de GATA Haydarpaşa Hastanesinde “Deniz ve Sualtı Hekimliği” anabilim dalı ile İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde tıbbi ekoloji ile hidroklimatoloji’ ye bağlı bilim dalının kurulmasıyla, hiperbarik tıp eyleme başlamıştır. 1989’de İstanbul Tıp Fakültesi’nde de anabilim dalı yapılanmasına gidilmiştir.
Günümüzde bu birimler “Sualtı Hekimliği ile Hiperbarik Tıp” adı altında çalışmaktadır. 2001’de bu merkezlere Ankara GATA da katılmıştır. Sağlık Bakanlığı’na bağlı, Gaziantep’te Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi ile Bodrum Devlet Hastanesindeki basınç odalarıyla da hizmet verilmektedir.
Türkiye’de 2001’de Sağlık Bakanlığı “Hiperbarik Oksijen Tedavisi Uygulanan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik” yayınlamış, merkezlerin yapısal, işlevsel sınırları belirlenmiştir. Halen Ankara’da 2 özel merkez vardır. İstanbul, İzmir, Bursa, Samsun, Antalya’da da hizmet veren özel merkezler bulunuyor.