“Korku vicdanın günahkarlık için ödediği vergidir.”
George Sewell
Korku, bazı dış etkiler karşısında beynimizin yarattığı bir yanılsamadır (illusion). Bu tanıma göre korkunun kişisel nitelikli olması gerekir. Çünkü bazılarının korku duyduğu olaylar, ötekiler için korkutucu olmayabilir. Bu ergin dönemdeki kişiler için geçerlidir.
Bebekler ile çocuklara gelindiğinde durum biraz başkalaşır. Bu çağlardaki etkilenmeyi anlayabilmek için kendimizi onların yerine koymaya (empathy) çalışmalıyız.
Düşünelim ki, ana rahmindeki koşullardan birdenbire yaşadığımız dünyaya geliyorsunuz. Uğradığınız fizyolojik ile fizik değişiklikler bir yana, bir takım psişik travmalarla da karşılaşmaktasınız.
Ana rahminde iken 37C sıcaklıktan, birdenbire 20C – 22C gibi bir düşük ısıyla karşılaşıyorsunuz. Soluk almaya, atmosfer gazlarını ciğerlerinize çekmeye başlıyorsunuz. Bundan önce üst solunum yolları sıvıyla dolu olabilir. Bu hekimlerce çekilip alınıyor. dolaşım sisteminizin düzeneği değişiyor. Al yuvarlarınızdaki hemoglobin bile farklı, fetal hemoglobin deniyor buna… Kısa bir süre içinde normal hemoglobine kavuşabiliyorsunuz. Bu süreç içinde fizyolojik sarılık dediğimiz bir fenomen yaşıyorsunuz.
Bu travmaları atlattıktan sonra, kendinizi bir cüce olarak bir devler ülkesinde buluyorsunuz. Beyniniz tam gelişmesini tamamlamadığı için bir ilkel insan durumundasınız. Üstelik beyinciğiniz çok az oluşmuş olduğundan ayağa kalkıp yürüyemiyor, denge kuramıyorsunuz.
İçine yeni girdiğiniz ortam, doğal bir ortam değil, insanlarca yaratılmış yapay bir ortam. Burada bir takım tehlikelerle karşılaşabilirsiniz. Buna ek olarak, ilkel insanın da korkmasına neden olan doğal fenomenler var. Hangisiyle baş edeceğinizi bilemiyor, korkuyorsunuz!…
Çevrenize dertlerinizi anlatmak için hiç bir dil bilmiyorsunuz. Yeme-içme içgüdünüz doğrultusunda karnınız acıktığında ancak feryat edebiliyorsunuz. Çevrenizdekiler bu bağırmalarınızın neden ileri geldiğini anlamayıp, sizi beslemede gecikebilirler. Bu sizin daha da travmatize olmanıza yol açacaktır. Çünkü istem bir içgüdüden kaynaklanmaktadır. Hemen yerine getirilmesi gerekir.
Çevreden gelen uyaranların hangilerinin tehlikeli oluşturabileceğine karar vermek bebek için çok güçtür. Çünkü bunlara neden olan olayların niteliği konusunda hiç bir bilgisi yoktur. Belki de hepsini tehlikeli olarak görmekte, bu yüzden de korkmaktadır.
Kendisine bu konuda yardımcı olabilecek annesi vardır. Ancak anne ne kadar ilgili olsa, ne kadar şevkatle yaklaşsa da, tehlike konusunda bebek kararı kendi verir. Bu da tümüyle zeka yapısıyla ilgilidir.
Gerçi bebeklik döneminde beyin tam gelişmiş olmadığı için, zeka da sınırlıdır. Ama herkes ilerde ulaşabileceği zeka düzeyinin izlerini taşır. Buna zeka gizil gücü (ya da potansiyeli) diyoruz.
Zekası ilerde normal ya da üzerinde gelişmeye elverişli bebekler, annenin kendilerine yaptığı yardımı doğru olarak algılayarak, tehlikeli olan ile olmayan uyarımları birbirinden ayırabilirler. Ancak bu da ilerde kazanılabilecek zekanın derecesiyle doğru orantılıdır. Normal zekada olacaklar biraz zorlukla, parlak zeka ile deha düzeyinde gelişecekler ise kolaylıkla aradaki ayrımı kavrayabilirler. Ancak bunlarda da ufak tefek belirtiler oluşabilir. Çünkü bebeklikteki bu korkular çok güçlü duygulardır.
Güçlük içinde olanlar ilerde düşük zeka düzyinden öteye gitme olanağı olmayanlardır. Bunlar, ergin çağdaki eşdeğerleri gibi, olayları anlamada zorlanmaktadırlar. Bu yüzden de yanlış sonuçlar çıkarıp, yanlış kararlara varabilirler. Demek ki anneleri ne kadar yardımcı olsa da, ters bir düşünceyle bu yardımın yapılmadığı sonucuna varabilirler.
Bu yüzden erken çağda görülen bazı sendromlar, illaki annenin uzak durması, “buzdolabı anne” görünümünde olmasını gerektirmez. Çünkü bu konuda bebeğin verdiği karar, yukardaki nedenlere bağlı olarak, tümüyle kendisinden kaynaklanır.
Korkuları sürmekte olup, bunlardan kurtulmak için yardım alamadığı kanısında olan bebek, yaklaşık iki yaşına doğru kendi başının çaresine bakmayı planlar. Bunun için dış ortamla kendi arasına kalın moral duvarlar örerek kendini dış ortamdan yalıtmış olur. Bu arada her önleme karşın ona kadar ulaşmış dış etkilere karşı bir tür “ritual” olan davranışlar içine girer. Sürekli kol sallamaları, sürekli birbirinin aynı olan baş hareketleri, sürekli gövde sallanmaları bu “ritual” lerin başlıcalarıdır. Bunlar ilkel insanın korktuğu doğa olayları için yaptığı yakınma danslarıyla aynı oylumdadır.
Bu arada dışardan etki almamak için ses uyarılarına kulaklarını tıkamıştır. Bu yüzden kendisine yapılan seslenmelere, adının söylenmesine tepkisiz kalır. Yanıt vermez. Eliyle, işaret parmağıyla bir nesneyi göstermez. Çünkü bu dış dünya ile iletişim demektir. Bunu kesinlikle istememektedir.
Herhangi bir nesneye, söz gelimi bir şişe kapağına aşırı bağımlılık dösterebilirler. Bu kapağı yanlarından hiç ayırmazlar. Bunun aracılığıyla hayallere dalıp, gerçek dünya ile ilgilerini keserler. Bu bir yalıtım yöntemi olarak işe yarar.
Dönen cisimlere dakikalarca bakmasının nedeni, kendini oyalama yoluyla dışarısı ile ilgisini kesmek isteğidir. Bu da bir tür yalıtım işlemidir.
Bebeklik korkuları sonucu bu yukardaki belirtileri gösteren çocuklara OTİSTİK diyoruz.
Otizm çocuğun zeka gizil gücüne bağlı olarak derin, orta düzeyde, hafif ya da belli olamayacak derecede yüzeysel olacaktır. Ama ararsanız pek çok çocukta, çok hafif de olsa otistik belirtilere rastlarsınız. Çünkü otistik belirtiler ileri yaşlara kadar kendilerini belli ederler. Korkulardan etkilenme çok düşük düzeyde ise, bu kez İÇE KAPANIKLIK (INTROVERTIE) den de söz edebiliriz.
Bu yüzden bir iki belirti gördüğümüzde hemen otizm tanısı koyup, sağıtmaya girişmek doğru olmaz. Çocuk psikiatristleri ile pedagogları ilgilendirmesi gerekli olan derin ya da ağır otizm olgularıdır. Çok hafif olgular karakterin bir çeşnisi olarak algılanıp, olduğu gibi bırakılmalıdır.
Çünkü insanlardaki bütün karakter sapmaları tümden yok edilirse, ortaya ot gibi kişiler çıkacaktır. Bunlar “Uzay Yolu” dizisindeki Mr. Spaak gibi sorular ile olaylar karşısındaki tepkilerini yalnızca “Anlamlı!…” ya da “Anlamsız!..” diye belirten Tanrı yapısı robotlar olarak ortada dolaşacaklardır.
Karakterdeki çok hafif sapmaların karakter yapısının renklenmesini oluşturduğunu hiç bir zaman akıldan çıkarmamak gerekir!…