ARSENİK YAŞAMI DESTEKLEYEBİLİR Mİ?!…

#alttext#
Mono Gölü. Bu Gölün Sularının Arsenik Oranı Yüksektir.

#alttext#
Kaliforniyada Mono Gölü dibinden elde edilen, arsenikli ortamda daha iyi gelişen minicanlının elekteron mikroskopu görüntüsü

“maybe this world is another planet’s hell”
(Belki de bu Dünya başka bir gezegenin cehennemidir.)

Aldous Huxley

Güçlü bir zehir olan arsenik, kimyada (As) simgesi ile gösterilen, metal ile ametal arasında bir özelliği olan bir element. On üçüncü yüzyılda element olarak elde edilerek, özellikleri aydınlatıldı. Atom numarası 33, atom ağırlığı 74,91’dir.

Periyodik cetvelin 5A grubunda, fosfor ile antimon arasında olup, ikisinin arasında özellikler gösterir. Arsenik, bileşiklerinde 5+, 3+ ve -3 değerlikleri alabilir.

Yerkürenin kabuğunda çok az, geniş olarak dağılmış, daha çok arsenit ile arsenat gibi filizleri biçiminde bulunan bir elementtir. Yer kabuğunda kalay ile antimon oranında bulunmaktadır

Bu kez TheScientist dergisinin 2 Aralık 2010 sayısında “Arsenik Yaşamı Destekleyebilir mi?…” başlıklı bir makale yayınlandı.

Makaleye göre ABD Kaliforniyadaki Mono Gölünün dip çöküntülerinde (sediment) Yaşamını fosfor değil de arsenikle sürdüren bir minicanlı (bakteri) bulunmuştur. Bu minicanlının DNA sında fosfor yerine arsenik bulunmaktadır.

Makale içinde yazılanlar ile bu makaleye yapılan yorumlardan anlaşıldığı gibi, verilen bilgi herkesi hayretler içinde bırakıp şok etmiş!…

Biraz biyoloji ile tanışık (aşina) olanlar için bu bilgi şaşılacak bir gerçeklik değildir. Çünkü yaşadığımız yer kürede yüksek ısıya dayanıklı, 100C ısıda bile yaşayabilen minicanlılar vardır. Bunların yanında çok yüksek asid değerlerine dayanıklı minicanlıların da varlığını uzun yıllardır bilmekteyiz.

Ayrıca canlıların sinir sistemlerinde çok güçlü birer zehir olan muskarin ile nikotinle çalışan synapsis’ ler vardır. Demek ki bu iki zehir birer sinirsel-aktarıcı (neurotransmitter) olup yaşamımızın ayrılmaz birer parçasıdır.

Bunları biliyorsak, adı geçen makalede bildirilen arsenikle yaşamını yürüten minicanlı karşısında o kadar hayrete düşmek, dahası şok geçirmek ne anlama gelir?… Bunu anlayabilmek biraz güçtür.

Bunlar bir yana, bu bilgiden yola çıkan NASA bilim adamları, bu durumda dünyadaki yaşam biçimi dışında evrende başka gezegenler üzerinde, değişik yaşam biçimleri olabileceğini açıkladılar. Bu yaşam biçimlerinin insan düzeyinde bile olabileceği çıkarımsanıyor. Böylece yaşam koşulları dünyamıza uymayıp, farklı olan gezegenlerde insana kadar yükselebilecek yaşam biçimi olabileceği anlatılıyor.

Burada göz ardı edilen, arsenik tabanlı yaşam yürüten minicanlının uzayda herhangi bir gezegende değil, ama dünyamızda yaşadığıdır. Bu minicanlı halen dünyada yaşıyor olmayıp ta yalnızca uzayda bir yerde saptanmış olsaydı, o da belki kaydıyla NASA ya hak verilebilirdi.

Mono Gölü’ nde rastlanılan minicanlıdan daha gelişmiş yaşam biçimleri doğabilecek olsaydı, şimdiye kadar bunları da dünyamızda saptamış olurduk. Ama böyle bir gelişme yoktur. Bu minicanlıya başka gezegenlerde de rastlanabilir. Fakat bu yaşam biçimi orada da bu düzeyden öteye gitmeyecektir.

Bu neden böyledir?…

Bütün evreni, bu arada canlıları, demek ki fiziksel ile biyojik yaşamı yaradan Allah, bizim Big Bang diye tanımladığımız evrenin başlangıcından da önce bir takım madde alt yapısı tanecikleri yaratıp, bundan sonrası için yürüyecek bütün doğa olaylarını ilgilendiren değişmeyen, kesin kurallar ile yasalar koymuştur.

Pozitif bilimle uğraşan bilim adamlarının işi de bu doğa yasalarını bulmaktır. Sadece kuram olarak değil, ama kesin olarak bu yasalara ulaşmak için çaba harcanıyor. Bazılarına ulaşılabildi. Büyük bölümü ise birer bilinmez olarak önümüzde durmaktadır.

Denebilir ki, “Allah her şeye kadirdir. Evrenin başka bir köşesinde neden başka başka yaşam biçimlerini de yaratmış olmasın?…”

Böyle düşünürseniz doğa yasalarının evrenin neresinde olursa olsun kesin, değişmez olduğunu onaylamıyorsunuz demektir. Bu da Allaha inanabilmek için bazı mucizeler beklediğinizi gösterir. Oysa doğa yasalarının hiç değişmeden evrenin her köşesinde aynen geçerli olması, doğa olaylarının kesin olan tekdüzeliği (biteviyeliği), matematikçi Jules Henri Poincaré’ nin de söylediği gibi, insanı Allah fikrine yaklaştırır.

Eğer doğa yasaları yer yer değişiyor ise, pozitif bilimle uğraşan bilim adamlarının bütün çabaları daha baştan boşunadır diyebiliriz. Çünkü bu gün ak olarak saptanan bir olayın yarın kara olarak ortaya çıkması her zaman olanak içindedir. Buna ne doğa olayı, ne de bilim deme olanağını bulamayız. Böyle işlerle de bilim adamları değil, ancak falcılar, müneccimler ile medyumların uğraşmaları gerekir.

Yaradan doğa yasalarını kesinlikle değişmemek üzere en baştan koymuştur. Bunların arada bir keyfe göre değişmesinden söz etmek, doğa yasalarını insanların koydukları yasalarla karıştırma yanlışına düşüldüğünü gösterir. Çünkü yalnız insanların koyduğu yasalar, esen sosyal ya da siyasal rüzgarlar doğrultusunda yön alıp değişirler.

Bizler birer insan olduğumuz için sığ düşünceler içinde olabiliriz. Ama, doğa söz konusu olduğunda bir an yükselip, ağaçlardan sıyrılarak bir bütün olarak ormanı görmeye çalışmamız gerekmez mi?!…

Doğa olaylarının rastgele olarak değiştiğini düşünmenin anlamı, evrenin bir yerinde 90C – 100C lik ortam ısısında, asid soluyup, zehir içerek beslenip, yaşayan canlıların var olabileceğini kabul etmektir. Buna benzeyerek, evrenin bir köşesinde büyük gök cisimlerinin küre değil de dikdörtgen prizma ya da küp biçiminde olabileceklerini, yörüngelerinin de kare ya da dikdörtgen biçiminde olabileceğini düşünmek ne denli doğru olabilir?…

Bir zamanlar dünyanın küre biçiminde değil de düzlem olduğu savında bulunanları anımsayınız!… Üstelik bunlar birer küre biçiminde olan gök cisimlerini sürekli izlemekteydiler. Onlara göre bütün gök cisimleri yuvarlak, ama dünya bir düzlem biçimindeydi. Dünya güneşin etrafında dağil, güneş dünyanın çevresideki bir yörüngede dolanıyordu. O zamanlar bu bilimsel bir gerçek olarak onaylanmaktaydı. Tersini düşünenler engizisyon mahkemelerinde işkence çekip, ölüme hüküm giyiyorlardı. Şimdi bu düşüncelerin ne kadar gereksiz, yersiz, boş (abes) olduğunu artık biliyoruz!….

Böyle düşünceler, bırakın bilimsellikten uzak olmayı, doğrudan “abesle iştigal” dir. Hiç kimseyi bir yerlere ulaştıramaz.

Doğa olaylarını yöneten yasalar ile pozitif bilimsel gerçeklikler matematik gibidir. 2 çarpı 2, her zaman, her yerde, her koşulda, üç yada beş değil, 4 eder. Bizim bu konudaki anlayışımız budur.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>