“Bir çocuğa önce konuşmayı öğretirsiniz, sonra da susmayı.”
Prochnow
Otismin adı konmadan çok önce otistik belirtiler ile sağıtımı tanımlanmıştır. Martin Luther’in yapıtlarında yeğin derecede otistik olabilecek olan 12 yaşında bir erkek çocuğun öyküsü vardır. 1798’de yakalanmış yabani bir çocuk olan Aveyronlu Victor, otismin çeşitli belirtilerini göstermiştir; tıp öğrencisi Jean Itard, sosyal bağlar kurmasına, taklit yoluyla konuşmasını sağlamaya yarayan davranışsal bir programla çocuğu sağıtmıştır.
Neo-Latin autismus sözcüğü İsviçreli psikiyatr Eugen Bleuler‘ce şizofreninin belirtilerini tanımlarken 1910 yılında türetilmiştir. Bleuler sözcüğü Yunanca autos (αὐτός, kendi anlamında) sözcüğünden türetmiş, kişinin kendisine olan hastalıklı hayranlığı anlamında kullanmıştır : “Dışarıdan gelen herhangi bir etkinin dayanılmaz bir rahatsızlık vermesine karşın hastanın fantezilerine otistik çekilmesi.”
Otism sözcüğü günümüzdeki anlamında ilk kez 1938 yılında Viyana Üniversite Hastanesi’nden Hans Asperger‘ce çocuk psikolojisi üzerine verdiği Almanca bir derste Bleuler’in “otistik psikopatlar” terminolojisi ile kullanılmıştır. Asperger, günümüzde Asperger sendromu olarak bilinen bir OSB türünü araştırıyordu, ancak bu sendrom çeşitli nedenlerden ötürü 1981’e kadar ayrı bir tanı olarak tanınmamıştır.
Otism sıklıkla otistik bozukluk, çocukluk otismi, erken infantil otismi, ya da bebeklik otismi olarak da adlandırılır.
Otismin nedeni için çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Başlarda bunun bir psişik bozukluk olduğu söylenmişse de, sonradan beyinde bir organik değişmeden olduğu, genlerle ilgili mütasyonlardan olduğu onaylanıp, bunlar üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Ne var ki, hiç biri tam kanıtlanmış değildir.
Herşeyden önce biinmelidir ki, bir hastalığın nedeni olarak birden çok fazla olgu ileri sürülüyorsa, o hastalığın gerçek nedeni bilinmiyor demektir!… Aynı şizofteni ile kanserde olduğu gibi!…
Ayrıca otismin sağıtılmasında eğitsel ile psikiatrik yöntemler kullanılmaktadır. Bu da dikkati çekecek bir özellik olup, adeta otismin kökenini, kaynağını (origine) göstermektedir.
Bundan ötürü biz, otismin ortaya çıkma nedeninin, başlarda düşünüldüğü gibi psikiatrik kökenli olduğunu kabul ediyoruz. O zaman otismin nasıl geliştiğini düşünmek gerekir?…
İnsanoğlu ana rahminde, canlıların en baştan sonuna kadar geçirdiği bütün evreleri sergiler : Önce tek hücrelidir. Sonra çok hücreli yaşam başlar. Daha sonra suda yaşayan sürüngenler biçimindedir. En sonunda insan yavrusu görünümünü kazanır. Bu ilahi bir olgunun, dokuz aylık bir dönem içinde görüntülenmesidir.
Bebek doğduğu zaman, her hallyle bir İLKEL İNSAN dır. Çünkü beyni gelişmesini tamamlamamıştır. İki yaşına kadar beynin % 80 i ancak oluşur. Hiç bir dili bilmediğinden derdini anlatmada zorlanır.
Üstelik bu ilkel insan modern bir dünyaya doğmuştur. Gerçek ilkel insanın bu günlere ulaşabilmesi için binlerce yıl geçmiştir. Bebek doğduğu anda kendini modern çağda bulur. Üstelik ilkel insan gibi el değmemiş bir doğa ortamına doğmamıştır.
Bebeğin, ilkel insandan çok farklı olarak, pek kısa bir sürede, bir kaç yıl içinde modern dünyaya ayak uydurması gerekir. Bu uyumu yardım almadan, tek başına gerçekleştirmesine olanak yoktur. Yardım ana-babadan, daha doğru deyişle anneden gelir. Bebeğin bu çağında, şu ya da bu nedenle anne tümüyle kayıtsızsa, ondan hiç yardım alamıyorsa (buzdolabı anne), ya da herhangi bir nedenle böyle hissediyorsa, bebek dış dünya ile kendisi arasına kalın duvarlar örer. Adeta kendini bir kaleye kapatır. Çünkü yabancı olan dış ortamdaki her şeyden korkmaktadır.
Bu durumda otismin belirtileri (symptoms) ortaya çıkar. Sessiz kalma, zekâ belirtileri gösterememe, durmadan el çırpma ya da sallanma, dönen bir cisme takılıp kalma gibi ciddi bozuklukları otismde gözlemleriz. Erkek çocukların, kızlara göre yüzdesi yüksektir. Çünkü normalde bile erkek çocuklar içe kapanmaya (introverted) daha eğilimlidir.
Bütün bu belirtileri dış dünyadan korktuğu için, korktuğu şeylerden kendince korunabilmek için sergilenmektedir. Tıpkı bazan mezarlıktan gece geçen bir erginin ıslık çalarak korkusunu yenmeye çalışması gibi!… Böylece uyum sağlamayı da yadlamış (reddetmiş) olur.
Otistik çocuk, ormanda doğup büyümüş, ama sonradan modern bir kente gelmiş birinin eğitiminin yapıldığı gibi sağıtılmalıdır. Eğer otism, söylendiği gibi beyindeki organik bir bozukluktan ya da kromozomlar ile genlerdeki değişimlerden ötürü ortaya çıksaydı, sağıtılması olanaksız olurdu. Yapılan girişimlerden sonuç alınamazdı. Oysa otismi sağıtmak için yapılan girişimlerden oldukça olumlu sonuçlar alınmaktadır.
Otistiklerin zeka düzeylerinden söz edilip, elde edilen IQ değerlerinin bunlar arasındaki dağılımı hemen her zaman bildiriliyor!…
Çok merak ediyorum!… Otistiklerin zeka düzeylerini saptamak için bildiğimiz William Stern’ nin ortaya koyup, sonradan Lewis Terman!’ nın geliştirdiği, daha sonra David Wechsler’ son biçimini verdiği Wechsler – Bellevue Intelligence Scale’ i midir?… Yoksa başka bir zeka ölçüm yönteni midir?…
Ama sonuçları IQ olarak verdikleri için yapılan testlerin Wechsler – Bellevue Intelligence Scale’ i olduğu anlaşılıyor. İyi de, bu testin bir otistiğe uygulanabileceğini, ondan sonra da bir kanıya varılabileceğini düşünebiliyor musunuz?… Çünkü otistik bir kişi, tümüyle içine kapanık olduğu için işbirliği yapmayacak, testin sonucu da onun bir budala olduğunu gösterecektir!…
Bu sonuçları ele alıp, otistiklerin % 70 – 80 inin gerizekalı olduğunu bildiriyorlar!… Bizce otistiklerin değil, ama bunu yapan bilim adamlarının (!) zekasından kuşku duymak gerekir.
Otistiklerin işbirliği yapamadıkları için zeka düzeylerinin ölçülemediğini bildirmek, daha bilimsel bir davranıştır.
Eğer otistiklere özel bir zeka ölçüm testi bulunmadıysa, eldeki hiç bir zeka testiyle bir otistiğin zeka düzeyini, doğru olarak ölçme olanağı yoktur!…
Ama otizmin ağırlık derecesi, otistik olan kişinin yaradılıştan gelen zeka düzeyine göre oluşur. Otistiklerin zeka düzeyleri yüzdeleri, genel popülasyonunkilerle aynıdır. Demek ki, otistik olmak, zeka düzeyini aşağı düzeyde olması gerektiği anlamına gelmez.
Fakat bunun tersi doğrudur. Demek ki zeka düzeyinin alt basamaklarda olması otizmin ağır olmasına yol açar. Bir kişi doğuştan geri zekalı (debil, embesil, idiot) ise, buna ek olarak otizmi yaşamakta ise ağır derecede otistik olur. Bunu düşük zeka düzeyi, orta zeka düzeyi, parlak zeka düzeyi, deha izleyerek, eğer kişi hem de otistikse basamak basamak yukarı doğru en hafif otistik olan deha düzeyine kadar gelir.
Otizmin odak noktasında ana-evlat ilişkisi olduğuna göre, Victor Hugo‘ nun da dediği gibi “önce anneleri, dahası anne-anneleri eğitmek gerekir”. Oysa bizim çok büyük bir kesimimiz kız çocukları ikinci sınıf insan sayıp, onlara eğitim vermek istemiyor. Böyle annelerin yetiştirdiği çocuklar içinde belki binde 2 – 6 oranında otistik çıkar, ama asıl önemlisi tümüne yakını zekadan yoksun, cahil çocuklar olur!…
Unutmayalım erkek evlatlarımızı da kadınlar yetiştirmektedir. Kadına değer vermeyip, onu eğitimden yoksun tutarsak, birinci sınıf diye bellediğimiz erkek evlatlarımızı da zihinsel bakımdan kaybederiz!…