“Notasız nasıl çalabiliyorsunuz?…” sorusuna Louis Armstrong’ un yanıtı “Bülbüle nasıl öttüğünü sorabilir misiniz?…” olmuştur!…
İç savaştan önce ABD nin güney eyaletlerinde büyük çiftlikleri olan Toptak Ağaları (Land Lords) yaşamaktaydı. Bunların uçsuz bucaksız tarlalarında pamuk tarımı yapılırdı. İşi ucuza maletmek için boğaz tokluğuna çalışacak tarım işçilerine gerek vardı. Yandaki haritada gri renkle güney bölgesi, mavi renkle de kuzey bölgesi gösterilmiştir.
Bu noktada aç gözlü, bu yüzden de akla gelebilecek her kötülüğü yapmaya hazır Avrupalılar sahneye çıktı. İspanyollar, Portekizliler, Hollandalılar, özellikle de Belçikalılar soruna çözüm getirdiler : Gemilerle Batı Afrikadan topladıkları kara derili insanları bu Toprak Ağalarına köle olarak satmaya başladılar.
Çok kötü koşullarda Batı Afrikadan Amerikaya taşınan zencilerin, ancak en dayanıklıları yaşayabiliyordu. Ötekiler yoldayken ölmekteydi. Karaya canlı varabilenleri de çok güç, çok kötü koşullar beklemekteydi. Bütün bunlar Roots (=Kökler) isimli sinema yapıtında, Kunta Kinte’ nin başından geçenler olarak açıklıkla anlatılmıştır.
Sonunda büyük gruplar halinde pamuk tarlalarında, hem ekim, hem de ürün toplama işinde çalışan köleler, koro halinde söyledikleri şarkılarla dertlerini dile getirip, vatan hasretlerini, yaşam güçlüklerini anlatırlardı.
Koro olarak söylenen bu şarkılara BLUES diyoruz.
Blues’ ler önce solo bir parçayla başlar, sonra buna koro eşlik ederdi. Böylece bütün gün süren, sanki soru, yanıt gibi yorumlanan bir müzik yapıtı ortaya çıkmaktaydı
Blues’ ların temposu, içerdikleri konuya uygun olarak yavaştı. Sonradan aynı müzik zenci kiliselerinde okunan ilahilere dönüşünce ritim hızlanmıştır. Bu arada sözler de incil metinlari haline gelmiş oldu.
Tarlalarda okunan Blues’ larda, doğal olarak armoni yoktu. Ama melodi olarak pek zengin, pek güzeldiler. Bunlara bir müzik aleti de o sıralar eşlik etmiyordu. Yorum sadece insan sesiyle yapılmaktaydı. Sonradan kölelerin New Orleans kentinde, özellikle de pazar günleri, kentin surları dışında özel bir pazar yerinde toplanmalarına izin verildi. Daha sonra bu toplantı yeri, Afrika dansları ile Afrika müziği ile ünlü olan Congo Square (Kongo Meydanı) adıyla anılmaya başlandı.
New Orleans toplumunun % 30 unu Batı Afrikadan getirilen köleler oluşturmaktaydı. 1700 lerin sonunda kentin nüfusunun yarısından fazlası ister köle, isterse özgür Afrika kökenlilerden oluşuyordu
Congo Square’ de yapılan müzik ile dans yorumlarına müzik aletleri de eşlik etmeye başladı. Sahnede önce Afrika çıkışlı olan banjo göründü. Sonra, batıdan gelen göçmenler aracılığıyla mandokln ile güneyden gelenlerden gitar eşlik etmeye başladı. Gitar çok tutuldu. Çünkü bilindiği gibi, gitar piyanoya eşdeğer bir sazdır. Bu yüzden gitar yapımı bir endüstri halini aldı. Bunun yapımı ile dağıtımını üstlenen iki büyük ortaklık vardı.
Gerçi Congo Square’ dekl danslar iç savaştan önce sona erdi. Bunun yerini, 1880 lerde Afrikalı-Amerikalı müzik geleneği ile buna ilişkin ekinsel öğeler aldı. Mardi Gras Indians kara derililerce kutlanırdı. Bunun üyeleri Amerikan Yerlileri gibi maske takarak Mardi Gras günlerinde Amerikalıları kutsuyorlardı. Mardi Gras Indian müziği erken jazz’ ın bir bölümünü yapar. Louis Armstrong ile Lee Collins gibi bir çok erken jazz figürü, gençliklerinde Mardi Gras Indian toplu yürüyüşlerinden etkilenmişlerdir.
Daha sonra ortaya bronz üfleme sazlarının oluşturduğu Bando’ lar çıktı. Bunlar şölenlerde, geçit resimlerinde, cenazelerde müzik yorumları yapıyorlardı. Bildiğimiz jazz bunlardan doğmuştur.
Jazz müziği Blues’ ler ile batı, güneyden gelen göçmenlerin müziğinin bir karışımı, daha doğru deyişle bir alaşımıdır. Ama eğer blues’ lar olmasa, ortaya belki bir müzik türü çıkardı. Ama bu bildiğimiz jazz olamazdı. Bu bakımdan batı Afrika ritm ile melodilerinin jazz üzerinde büyük etkisi vardır diyebiliriz.
————————————————
“Blues söylerken, ilk aşkı yaşamak gibi hissederim. Seksden de öte. Tek aşkına ilk kez dokunmak gibi. Muazzam birşey.”
Janis Joplin