“Bir insan için olguları öğrenmek o kadar önemli değildir. Bunun için bir yüksek okula cidden bir ihtiyacı yoktur. Bunları kitaplardan öğrenebilir. Yüksek bilimler okulundaki eğitimin değeri bir çok gerçeği öğrenmek değil, kitaplardan öğrenebilecek bir şeyi düşünmek için aklı eğitmektir. (Thomas Edison’un ‘Yüksek eğitim gereksizdir’ fikri üzerine, 1921)”
Albert Einstein
Türkiye’de şu anda 141 üniversite vardır. Ancak bunların sayısı yeni açılanlarla artabilmekte. Bunlardan 97 si devlet üniversitesi, 44 ise vakıf üniversitesidir.
Ayrıca ülkemizde 5 tip özel amaçlı üniversite vardır, bunlar da:
Yüksek Teknoloji Enstitüsü: 2 tane
Teknik Üniversite: 4 tane
Güzel Sanatlar Üniversitesi: 1 tane
Askeri Okul: 4 tane
Polis Akademisi: 1 tane
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı verilerine göre, Türkiyede 10′u vakıf üniversitesinde, 54′ü devlet üniversitelerinde olmak üzere toplam 64 tıp fakültesi bulunuyor. Vakıf üniversitelerindeki tıp fakültelerinden 6′sı etkin durumda.
Türkiye genelindeki tıp fakültelerinde toplam 34 bin 869 öğrenci öğrenimini sürdürüyor. Son 3 yılın verilerine göre, tıp fakültelerinde 2008-2009 eğitim-öğretim yılında 4 bin 651, 2007-2008 eğitim-öğretim yılında 4 bin 764, 2006-2007 eğitim-öğretim yılında ise 4 bin 465 öğrenci bulunuyor.
Bu Tıp Fakültelerindeki eğitim elemanlarına bir göz atıldığında, şu tablo ortaya çıkıyor :
Devlet üniversitelerindeki tıp fakültelerinin öğretim elemanlarının akademik görevlerine göre dağılımında en çok profesör (424) İstanbul Üniversitesi Cerrah Paşa Tıp Fakültesinde, en çok doçent (121) Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde, en çok yardımcı doçent (108) Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesinde, en çok öğretim görevlisi (27) Dokuz Eylül Üniversitesi ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültelerinde, en çok uzman (88) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde ve en çok araştırma görevlisi ise (590) İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesinde görev yapıyor
Vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde ise, en çok profesör (62), en çok doçent (79), en çok yardımcı doçent (141), en çok öğretim görevlisi (151) ve en çok araştırma görevlisi (370) Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesinde bulunuyor. En çok uzman (25) ise Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalışıyor.
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesinde hiç araştırma görevlisi yokken, Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesinin ise uzman kadrosu boş bulunuyor
Aydın Tabip Odası tarafından hazırlanan 6 sayfalık raporda şu söylemler de çok önemli :
‘’ Türkiye’de 1980′li yıllardan başlayarak her on yılda bir tıp fakültesi sayısı yaklaşık iki katı artırılmıştır. Tıp Fakültelerinin durumu ile ilgili olarak en önemli veri kaynağı olan 2008 Raporu en güncel veriyi içermektedir.
Bu rapora göre, 2007 yılında 44 devlet üniversitesi ve 5 vakıf üniversitesi olmak üzere 49 tıp fakültesi öğrenci almaktadır. 2007 yılında yeni kurulacaklarla fakülte sayısının 66′a ve tıp fakültesi bulunan il sayısının da 51′e yükseleceği belirtilmektedir. Bu haliyle, sınırında tıp fakültesi olmayan il kalmayacaktır.
Şu an göz önüne alındığında, ülkemizde 72 tıp fakültesi bulunmaktadır. Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi de, 1992 yılında kurulmuş, ancak 1998 yılında öğrenci almaya başlayabilmiştir. Bu durum da, Tıp Fakülteleri açılırken tıp eğitiminin gereği olan akademik, idari ile alt yapı olanaklarının hazır olmadığının göstergesidir.’’
Liseyi bitirmiş öğrencilere yüksek eğitim olanağı vermek için yeni Üniversiteler açmak, yeni Tıp Fakülteleri kurmak iyi bir düşünce. Ama Üniversiteler ya da bunların içindeki fakülteler sadece yapılardan oluşmuyor. Dahası hiç oluşmuyor.
Bir Üniversite ya da Fakülte en başta öğretim elemanları ile eğirim öğretim araçlarının var olmasıyla çalışır hale gelebilir. Bunlar yoksa Kurulduğunu zannettiğiniz Üniversite de yoktur. Gelin görün ki, bizde buna hiç önem verilmiyor Üniversite açmak bu durumda bir siyasal eyleme dönüşüyor.
Adı var, kendi yok Üniversitelerle bir yere varılmayacağı açık bir gerçek olduğu halde, bunu ayak direyerek yapmaktayız. Açılan yeni Üniversitelere eğitim elemanı bulma telaşı içinde, alelacele doçentlik ile profesörllük unvanı dağıtma girişimi var. Böylece bir çok yeteneksiz eğitim elemanı da alanı dolduracaktır. Profesörlük için ikinci bir dil için sınav gerekli. Bu yapılıyor mu?… Bilemiyorum. Ardından yapılan yayınlar değerlendiriliyor. Yayınlarda bir özgünlük (originalité), bir buluş, en azından bir modifikasyon aranmıyor. Bunun yerine olgu yığınlarından oluşan yayınlar değerlendiriliyor.
Doçentlik sınavları da başka bir alem. En önde doçentlik tezlerinde de özgünlüğe bakılmıyor. Ne yazarsan yaz kabul görmekte. Ben öyle doçentler biliyorum ki beş kez sınava girip başarısız olduktan sonra, hatırı sayılır bir kayırım, arka çıkma (iltimas) bularak başarıyı elde etmiştir. Bu arkadaşımız şimdi profesör!… Görüldüğü gibi bu konularda da sistem bozuktur.
Ardından eğitim araç-gereçlerinin tam olması gerekir. Burada Tıp Fakültelerini ele alırsak; tıp eğitiminin omurgalarından biri olan anatomi dersi için kadavra sıkıntısı çekildiğini bir yetkili ağız, Selçuk Üniversitesi (SÜ) Selçuklu Tıp Fakültesi Dekanı ve Anatomi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Kağan Karabulut, şöyle dile getiriliyor :
”Kadavra kullanımı klasik tıp eğitiminin vazgeçilmezi olmasının yanı sıra, özellikle kadın doğum, ortopedi, üroloji, kulak-burun-boğaz, anestezi, plastik ve genel cerrahi gibi bölümlerin asistan eğitiminde de kullanılmaktadır. Yeni operasyon tekniklerinin denenmesinde ve klinik anatomi çalışmalarındaki önemi de çok büyüktür”
Prof. Dr. Karabulut, anatomi derslerinin kadavra sayılarındaki yetersizliklerden ötürü ağırlıklı olarak maketler üzerinde verildiğini belirterek, şunları söylemiştir :
”Gelişmiş ülkelerde binlerce kişi bedenini, eğitim ve bilimsel amaçlı değerlendirilmek üzere tıp fakültelerine bağışlamaktadır. Ülkemizde ise kadavra bağışı yok denecek kadar az. Hızla yeni tıp fakültelerinin açıldığı ülkemizde kadavra sıkıntısı gittikçe artmakta ve tıp eğitimini aksatacak seviyeye yaklaşmakta. 70 milyonluk Türkiye’de yılda sadece bir kaç adet kadavra bağışlanmakta. Kadavra bağışının azlığı ve ithali konusunda yasal engeller bulunması, sorunun çözümünü engelleyen en önemli etkenlerdir. Ülkemizde genellikle kimsesiz cesetlerden kadavra olarak yararlanılmaktadır.”
Varın ötesini siz hesaplayın…
Bu durumdaki Tıp Fakültelerinde tıp doktoru yetiştiriyoruz ya da öyle sanıyoruz, sonra da böyle yetişmiş hekimlerde yetenek arıyoruz!… Bizce son kuşak hekimlerini kınamaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Kınanması gereken, Liselerden sonra Yüksek Eğitim Kurumlarına da sıçratılmış olan yozlaşma sürecidir.
Bütün bunların ardından TUS’ nı koyarak, Tıp Fakültesi mezunu hekimlerin dersanelere gereksinim duymalarına yol açmış durumdayız. Bir hekimin, hele de 5 bin TL ödeyerek, bir lise öğrencisi gibi, bir sınava girmek için dersaneye gitmeye zorunlu kalması, tıp öğrenimi için yüz karasıdır. Bunu da başardık ya, aşkolsun bize!!!…
Bu büyük başarının (!) onuru YÖK’ ündür… Kutlarız!!…
[Bazı alıntılarla telif edilmiştir]
Güzel bir konuya değinmişsiniz teşekkürler…