İHTİYARLA(MA)MAK?!!…

#alttext#
“İnsanlar yaşadıkça ihtiyarladıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça ihtiyarlarlar.”
İskoçya atasözü

“Beynimiz yeni deneyimler keşfettiği sürece insan genç sayılır.”
William Gladstone

“Eğer vücudunu sağlıklı tutmak istiyorsan, önce zihnini sağlıklı tutmak zorundasın”
PLATON

Zaman geçtikçe organizmada bazı yıpranmalar, bazı sığa (capacité) düşüklükleri oluşuyor. Biz buna İHTİYARLAMAK ya da yaşlanmak, kocamak diyoruz. Zamanla bu yıpranmalar aşırı düzeye ulaşır, özellikle de enzim ile hormonların çalışması durursa, o zaman Azrail kapımızı çalar, ölümle tanışırız.

İhtiyarlık günleri, kayıplarımız yüzünden zordur. Ancak bizler hep vücudümüzle elde ettiğimiz beceriler açısından değerlendirmeler yaparız. Ya beynimiz?… Onu hep yok sayarız!… Söz gelimi, görüntümüz değişmiştir, kaslarımız eski gücünde değildir. Eski çevikliğimiz artık yoktur. Beş duyumuzda da bazı kayıplar vardır. Bunun gibi değerlendirmeler hep yapılır. Sonuçta, hiç istemediğimiz halde, yaşlandığımıza karar verir, sorunu hiç de akıllıca olmayan bazı kozmetik girişimlerle çözme yoluna gideriz.

Ancak derinliğine düşünüldüğünde, sanki yaradan insanı yalnızca beyni, daha doğru bir deyişle merkezi sinir sistemini düşünerek yaratmıştır denebilir. Bütün öteki organlar ya da organ sistemleri beynin yaşamını sürdürebilmesi, ona hizmet için meydana getirilmiş, denetimleri de merkezi sinir sistemine verilmiş yaratılışlar gibi görünmekte…

Hal böyle ise, genel görünüm olarak vücudumuz ile organ sistemlerimiz ne kadar yaşlanırsa, yaşlansın ya da yıpranırsa, yıpransın beyin genç kaldıkça bizim de genç sayılmamız gerekir!…

Ama buna, demek ki öteki organlara göre beynin genç kalmasına olanak var mıdır?…

Bu sorunun yanıtı EVET tir. Bakınız nasıl?…

Bu konu ne zaman gündeme gelse aklıma fizikçi, Kozmoloji (Evrenbilim) uzmanı Stephen William Hawking ile onun hastalığı Amyotrophic Lateral Sclerosis (ALS) yüzünden içine düştüğü durum gelir.

Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking’i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. Ünlü bilim adamı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Bu durumuna karşın kuantum fiziği ile kara deliklerle ilgili savlarıyla, bugün yaşayan bilim adamları arasında dünyada en çok tanınan isimdir. Kitapları, 40 dile çevrildi.

Gerçi Stephen Hawking ihtiyarladığı için bu duruma düşmemişti. Ama geldiği nokta yaşlanmış bir kişiden çok öte olup, bütün vücudu felç olmuş geriye yalnızca beyni işler olarak kalmıştır. Bu durumda bile beyin gücüyle ürettiği kuramlarla astrofizik konusunda Einstein’ den hemen sonra gelmektedir.

Elbette herkesten Hawking gibi bir dahi olması beklenemez. Ama bu örnek, yaşlanmış bir kişinin de sadece beynini kullanarak İhtiyar Delikanlı olarak yaşayabileceğini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Bu sonuca ulaşabilmek için bütün yapılacak olan, aydınsal (intellectuel) etkinlikği bırakmamak, dahası buna dört elle sarılmaktır.

Ancak bunu yapabilmek için zihinde aydınsal tabanın, gençlikten de değil, 0 – 6 yaş aralığından bu yana geliştirilip yerleştirilmiş olması gerekir.

Bizler her zaman, her konuda olduğu gibi aydın konusunu da yozlaştırmış, bozmuş (degénéré) etmiş durumdayız. Çünkü bir kavram için çeşitli tanımlar varsa, herkes bu kavramın anlamını değişik biçimde biliyorsa, o kavram dégénéré olmuş demektir.

Bir çoğumuzun anladığı biçimiyle aydın, pek çok konuda bilgisi olan kişi değil, konuları her zaman zeka süzgecinden geçirebilen kişidir [*].

İnsan beyninin önemini anlatan bilgiler vardır. Bu organın işlevlerinin büyük çoğunluğunun nasıl gerçekleştiğini bilemiyoruz. Ama bildiklerimiz arasında beynin bütün vücutta harcanan oksijen ile enerjinin yüzde 20 sini kullandığı var. Bütün öteki organların tam oksijensizliğe, demek ki dolaşım durmasına dayanıklığı saatle ölçüldüğü halde, beyin bu duruma ancak 1 – 1.5 dakika dayanabilir. Oksijensizlik daha uzarsa beyin ölür.

Öteki organlar yaşadığı halde, beyin ölümünün gerçekleştiği saptandığında o kişinin ölmüş olduğu kararına varılır. Bu da beynin ne denli önemli olduğunu anlatmaz mı?… Çünkü beynin işlevlerini, öteki organlarda olduğu gibi, onun yerine geçerek yürütecek, ne yapay ne de doğal bir araç vardır. Böyle bir araç henüz bulunamamıştır!…

Benim beynin önemi konusunda ilginç bir gözlemim var. Yirmi aylık torunum, bütün vücudunu çekinmeden travmaların etkisine terkedebildiği halde, yere düşme işlemini yalancıktan gerçekleştirdiğinde, sert yüzeylere kafasını yavaşça, özenle koymaktadır. Yumuşak şilte gibi yüzeylereyse birden bire düşmektedir. Demek ki yirmi aylık bir bebek, kendine hiç öğretilmediği halde kafası ile onun içindeki organın değerini içgüdüsel olarak bilebiliyor!… Bu çok önemli bir gözlemdir.

Biraz yukarda genç kalabilmek için aydınsal (intellectuel) etkinliğin ileri yaşlarda da hiç bırakılmadan sürdürülmesi gerektiğini söylemiştik. Bu etkinlik genç yaşlarda da sürdürülür. Ama bazılarımızın buna gençken o kadar önem vermediğini biliyoruz. Bir çok değişik etkinlik yanında, bazan aydınsal etkinlik unutulup gitmektedir. Bunun başlıca göstergesi toplumumuzda kitap okuma alışkanlığının çok düşük düzeyde olmasıdır. Sonuçta bunun acısı ilerlemiş yaşlarda çıkar. Emekli olunduğunda “sudan çıkmış balık” a dönülmesinin de nedeni budur.

Aydınsal etkinlik bir kaç öğeden oluşur.

Bunlardan ilki ÖĞRENMEKtir. Bilginin sonu olmadığından, meslek sahibi olanlar bile kendi meslekleri hakkında bilmedikleri birşeyler olduğunu ilerlemiş yaşlarında farkedebilirler. Bunun dışında da, genel anlamda öğrenilecek pek çok şey vardır. Sokrates‘ in “Tek bildiğim, hiçbirşey bilmediğimdir” sözünü hep anımsamak gerekir. Öğrenmenin ne yaşı, ne de sonu vardır. Her yaşta gerçeği öğrenmek için araştırma yapmayı bilmek, bunu bir alışkanlık, bir yaşam biçimi haline getirmek gerekir.

Bir kişide gerçekleri öğrenme merakı ile hevesi yoksa ya da yitirilmişse, o kişi genç yaşlarda bile işe yaramaz bir İHTİYAR’ dır.

Burada akla şu sorular gelebilir : “Sonunda paraya (nemaya) dönüştürülemeyecek yeni bilginin ne önemi var?…” ya da “Öğrenilecek yeni bilgi bir eylemde kullanılmayacaksa, öğrenmenin ne yararı var?…”

Bu soruların altında bizim okuma alışkanlığımızın olmamasının nedenleri yatmakta olup, tümüyle yanlış düşüncelerdir. Çünkü amaç bir eylem yapmak ya da para kazanmak değil, beynin eylemlerini genç tutabilmektir. Ancak bu yolla ilerlemiş yaşlarda bir genç delikanlı gibi yaşam sürdürme olanağı vardır.

İkincisi eskiden bilinenlerle yeni öğrenilen bilgileri karşılaştırıp, dahası usavurma süzgecinden geçirerek, zihinde yeni yeni fikirler üretme çabasıdır. Demek ki DÜŞÜNMEK, DÜŞÜNEBİLMEK gereklidir. Bu bir tür yaratıcılık olup, beyni dinç, canlı tutmaya yarar. İşte “paraya çevrilmeyecek…” yeni bilgilerden beklenen görev budur.

Üçüncü olarak ulaşılan yeni fikirlerin YAZILMASIdır. Bunları kimse okumasa, kimseye ulaşma olanağı olmasa bile yazmalıdır. Şunu hiç unutmamalı : Leonardo Da Vinci’ nin yeni buluşlarını not ettiği defterleri vardı. Bunları hiçkimse okumadığından, o da okunmalarını istemediğinden tersten yazarak bir şifre uygulamıştı. Ama konuları, demek ki bulduğu yeni fikirleri, düşünmekle yetinmeyip, kimsenin okumayacağını bildiği halde yazmıştı da… Bu yüzden sizin yazdıklarınızın okunulup okunmaması sorun değildir. Bunu dert etmemelisiniz.

Ama bir de bakarsınız ortaya bazı kitaplar, bazı öyküler, bazı makaleler, dahası pratik değeri olan yeni buluşlar da bu arada çıkabilir. Bunları tam hedefe almadan, olası birer yan ürün gibi görerek, yazmayı sürdürmek gerekir.

Bunlar bağlılıkla uygulanırsa, Yaşam Atılımı (élan vital) ya da Yaşam Sevinci (joie de vivre) kazanılarak çevremizdeki ihtiyar delikanlıların sayısının artacağı bir gerçektir. Bu çabalar, şimdilerde moda olarak Alzheimer hastalığı da denen, bunama (démance sénile) oranının da düşmesine neden olur.

————————————————–

[*] “AYDIN (INTELLECTUAL) KİME DENİR?…” başlıklı makalemizi okumanızı öneririz…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>