“Toleransın kayıtsızlığa dönüşüp, yozlaşmasına izin vermemeliyiz.”
MARGARET CHASE SMITH (1897 – 1995) ABD senatörü.
Bu kavrama batı dillerinde tolérance (Fransızca), tolerance (İngilizce), toleranz (Almanca) sözcükleri ile karşılık verilir. Arap dilinde ise tesâmuh sözcüğüyle karşılanmaktadır. Tesâmuh arap dili sözlüğünde hoş görme. Hoş görürlük. Birbirine kolaylık gösterme. Kayıtsız olma. Gaflet etmek anlamlarıyla karşılanır.
Tolerans karşılığı olarak, Osmanlıcada müsamaha, Türkçemizde hoşgörü sözcüğü kullanılmaktadır.
Batı dillerinde toleransın en önde gelen anlamı katlanma, dayanabilme (tahammül) dür. Bir halat, çekme gücüne bir yere kadar dayanabilir. Belli bir noktaya gelindiğinde kopar. Bir beton kitlesi üzerine uygulanan basınca bir yere hadar dayanabilir, sonra parçalanır. Buna uygulanan güçlere olan tolerans denir.
Toleransı insanların kişisel ilişkilerinde, bazı olay ya da davranışları hoşgörme olarak ele aldığımızda da, bu kırılma noktalarının varlığını görürüz. Demek ki hoşgörü sonsuz değildir, olamaz da. Belli sınırlarla çerçevelenmiştir. Bu sınırlar yok olduğunda hoşgörü, hoşgörü olma karakterini kaybeder. Kayıtsızlğa (indiference) dönüşür ki bu da kişi için bir karakter dozukluğunu gösterir.
Hangi disiplinde olursa olsun hoşgörünün var olduğu yerde rahatsızlık, katlanma (tahammül) ile bir iç sıkıntının olmaması gerekir. Zira hoşgörünün insandaki yeri gönüldür. Gönülden gelen bir şeyde ise katlanma ile zorlanma diye bir durum söz konusu olamaz.
Aslında böyle bir anlamın, özellikle terim yönünden onaylanması söz konusu değildir. Ayrıca onu görmezlikten gelme olarak algılamak da yanlış olur. Gerçekten, hoşgörü derken, görmezlikten gelme değil, anlayışla karşılama amaçlanmaktadır.
Çünkü görmezlikten gelme ile aldırış etmeme anlamlarının sorumsuzluğu çağrıştırdığı anlatılarak, böyle bir durumun “hem dinî hem de insanî açıdan onaylanmıyan bir davranış biçimi olduğu” belirtilmiştir. Bundan ötürü bu söyleyişe bağlı kalarak sözcüğün katlanma, kayıtsız kalma, aldırış etmeme ile gevşek davranma gibi anlamlar taşımadığını söyleyebiliriz.
Bundan başka, tolerans ya da hoşgörünün varlığı toplumdan topluma, ekinden ekine değişiklik göstermektedir. Demek ki bazı toplum ya da ekinde hoşgörü ile bakılan davranışlar, bazılarında aynı tepkiyi görmezler.
Örnekse batı toplumlarında, orta çağda kalmış bir yapılanma olan Feodal Yapı’ya en küçük bir tolerans gösterilmezken, bizde bu yapı, demokrasi ile halka getirdiği zararlar yok sayılarak, neredeyse baş tacı yapılmaktadır.
Biz kendi içimize döndüğümüzde, bazı yörelerimizde “başlık parası” adı altında kız çocuklarını satılığa çıkarma büyük bir hoşgörü ile karşılanmaktadır. Kan davaları yüzünden işlenen cinayetler normal kabul edilip toleransla karşılanmaktadır. “Berdel” denilen acaipliğe toleransla yaklaşılmaktadır. Düğünlerde ateşli silahla atış yapılması, bir sevinç gösterisi olarak onaylanıp, tolerans gösterilmektedir. Bu arada düğünlerde bu nedenle ölenler ile yaralananlar oluyor!… Ama kimin umurunda?…
Dahası da var : Yalan, hile hurdayı siyaset için normal kabul edip hoşgörüyle yaklaşan “Akıl Değmemiş Kafalar” da gene bizdedir.
Görüldüğü gibi, tolerans ya da hoşgörü görece (izafi) bir kavram olup, herkesin bir ortak paydada birleşemediği bir kavramdır. Dünya yüzünde yaşayan bütün insanlar, tolerans açısından tek bir noktada birleştiklerinde ADAM GİBİ ADAM olabileceklerdir.