YAZI – Keşfi ile Sonrası

#alttext#
“Aradığını bilmeyen bulduğunda anlayamaz.”
“KONFÜÇYUS

İnsanlık tarihinde yazının icadı, tekerleğin bulunmasından sonra gelen en önemli buluştur. Çünkü bu, tarihin başlangıcını saptar.

Yazının icat (buluş) edildiği M.Ö.3200 tarihi esas alınarak, bu tarihten önceki dönemler Tarih Öncesi Çağlar (Karanlık Çağ, Taş çağı, Maden Çağı), bu tarihten sonraki dönemlere de Tarih çağları (İlk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ ile Yakın Çağ) adı verilmiştir.

Yazıyı ilk kez bulanlar M.Ö. 3200 yılında Mezopotamyanın güneyinde yaşayan Sümerlerdir. İnsanoğlu yazıyı, “konşimento”, “senet”, “borç belgesi” benzeri ticari belgelerin kaydı gereksinimi yüzünden icat etmiştir. yazının ilk işlevi “muhasebe-defter tutma” olmuştur.

Sümerler’ in ilk yazıları resimker üzerine kuruludur. Demek ki her varlık ile olay için bir resim kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı anlatan eden işaretlere ideogram [*] adı verilir.

İlk “tam” yazı sistemi sayılabilecek sembollerin genellikle pictogramlar [**] olduğu düşünülür: Bir tencere ya da bir balık ya da ağzı açık bir baş (yemek kavramını ifade için). Bunlar ÎÖ 4. binyılın ortalarında Mezopotamya ile Mısır’da ondan kısa bir süre sonra İndus Vadisi’nde, bazı Çinli arkeologların (kuşkulu) savlarına göre daha önce de Çin’de bulunmuşlardır.

Bunların ikonluğu çoğunlukla kısa zamanda o kadar soyutlaşmıştır ki bizler için artık tanınmaz haldedirler. Aşağıda Sümer piktogramlarının çivi yazısına nasıl dönüştüğü görülmektedir

#alttext#

Aynı durum Çin alfabesi için de geçerlidir. Aşağıdaki resimde zamanla resimden simgelere geçiş gözlenmekte.

#alttext#

Mısır hiyerogliflerinde bu tür bir değişim gözlemlemiyoruz. Bunlar birer resim yazıdır.

#alttext#

Sümerce’nin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Dilin bazı özellikleri Ural-Altay grubu dilleriyle büyük benzerlik gösterse de bazı dilcilere göre dil bu gruba tam olarak katılamaz. Hint-Avrupa Dil Ailesi’nden çok sondan eklemeli yapısı nedeniyle bazı araştırmalarda Lazca, Gürcüce, Abhazca, Fince, Estonca, Moğolca, Türkçe, Japonca ile Korece ile yakın akrabalıkları savı ileri sürülmektedir.
 
Sözcüklerin fonetik olarak anlatılabilmesi, geç dönemlerde çok daha fazla işlerlik kazanan, hecelerin kullanılabilmesini olanaklı kıldı. Böylece, ayak resmiyle gösterilen mastar halindeki “gitmek” fiilinden öte, “gidiyorum” gibi çekimli formlar da yazılabildi. Bu yenilik gittikçe kuvvet kazanmasına karşın, eski logogramları, demek ki tek işaretli sözcükleri, tümüyle ortadan kaldıramadı. Kullanışlılığından ötürü, bu logografik yazı, silindir mühürler, heykeller ile steller üzerinde çivi yazısının gelişiminin sonuna kadar korundu. Fakat, özellikle fiillerin ifadesinde, yeni fonetik hece yazısı, eski yöntemin yerini aldı. Bazı sözcüklerin aynı işaretle yazılabilmelerine karşın, yine anlamı aynı olan sözcükler için değişik işaretler de yaratıldı. Örnekse, Sümerce’de GU, hem “boyun”, hem de “öküz”anlamına gelen bir sözcüktür. Böylece GU, iki farklı işaretle yazılabildi. Bu “çok işaretlilik” (polysemie) ile daha geç dönemlerdeki kullanımlarla da birlikte, GU tam on dört farklı işaretle yazım olanağı buldu. Bundan başka işaretler, “çok seslilik” (polyphonie) kazandılar. Örnekse, tek başına kullanıldığında, “gün” anlamına gelen, aynı yazımla, BABBAR okunup “beyaz” rengini anlatan, UD işareti, sözcük içindeki yazılımlara göre, ud, pir, tam, par, lah, lih hece değerlerini de kazanmıştır.

 
îlk zamanlar yazı, Çince’de olduğu gibi, yüzleri sağa dönük işaretlerle, sağ üst köşeden başlayarak, aşağıya doğru yazılırdı. Buna inanmamızı sağlayan neden ise, piktografik dönemde, doğadan alınmış işaretlerin olasılıkla doğal görünümleri yönünde yazılmış olmaları gerektiğinden kaynaklanmaktadır. Bu, tablet bölümlerinin sağdan sola sıralanması, bölümler içindeki işaretlerin ise, yukardan aşağıya yazılması anlamına gelir. Sonra tam olarak bilemediğimiz, ancak olasılıkla tabletin tutuluş şekli gibi pratik bir nedenle, işaretler öyle bir pozisyonda yazıldılar, belki de okundular- ki, daha önceki işaret yönlerinden 90° sola döndüler. Böylece, sağdan başlayarak, yukarıdan aşağıya doğru yazılan sütunlar, soldan sağa doğru, alt alta yazılan satırlar haline geldi.

 
Bu işaretler, zamanla mümkün olduğunca basite indirgendi. İlk dönemlerde bin kadar olan sayıları, giderek beş yüze altı yüze kadar azaldı. Çivi yazısı, yaklaşık M.Ö. 2700 yıllarında, gerek biçimsel, gerekse içerik gelişimini geniş ölçüde tamamladıktan sonra, ilk olarak, hece işaretleri, determinatifler ile logogramlarla yazılan, tam, gerçek anlamda bir yazı sistemi oluştu.
 

Bu konuda araştırmalar yapan yazar İbrahim Okur, Sümerce’nin Türkçe ile olan yakınlığını çeşitli kaynaklar göstererek göz önüne sermiştir. Her ne kadar Sümer halkı iktidarı daha sonraları başka halklara bıraksa da, her zaman en yaygın konuşulan dillerden olmuştur. Özellikle dini kayıtlarda büyük bir önemi olmuştur. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ :.”Çünkü Sümer diliyle Türkçe arasında o kadar benzerlik var ki… örnekse Sümerce alım-Türkçe alımlı, bab-baba, dim-dimdik, es-esmek, gim-kim, güles-güleç, ib-ip, ir-er, kıya-kıyı, ulu-ulu, kusu-koşmak gibi…” sözleriyle Sümerce-Türkçe arasında bir akrabalık olduğunu savunmaktadır.

Koyuncuk’ta, eski başkent Ninova yıkıntıları arasında Austen Henry Layard adlı bir İngiliz, Asur hükümdarı Asur Banibal’ın kitaplığını buldu. Bu, içinde bir yaprak kağıt bile bulunmayan çok ilginç bir kitaplıktır. Bu kitaplığın bütün kitapları lüleci çamurundandı.

Lüleci çamurundan oldukça büyük ve kalın levhalar hazırlanırdı. Yazıcı yazısını üç köşeli sivri çomağıyla bu levhaların üzerine yazardı. Çomak, çamurun içine batırılıp hızla çekilince kalın başlayıp incecik kuyruk halinde biten bir iz meydana gelirdi. Babilliler ve Asurlular böylece çok çabuk yazı yazarak çivi yazısının düzgün, incecik satırlarıyla levhaları (tabletleri) doldururlardı. Bu iş bittikten sonra daha dayanıklı olması için çömlekçiye verilirdi. Eski Asurlular da çömlekçiler kitap pişirirlerdi. Böylece taş gibi dayanıklı kitaplar oluşurdu.

Asurlular balçık üzerine yalnız yazı yazmazlar, basma da yaparlardı. Değerli taşlardan, kabartma resimlerle süslü merdane biçiminde mühürler kazırlardı. Bir antlaşma yaptıklarında bu merdaneyi balçık tablet üzerinden geçirirlerdi. Böylece tablet üzerinde çok iyi seçilebilen bir mühür çıkardı. Basmalar üzerindeki desenler bugün bu yolla yapılmaktadır. Rotatif basma makinesi de bu türde çalışmakta ve yazılar merdanenin üzerinde bulunmaktadır.

Kağıdı ilk yapanlar, Çinlilerdir. 2000 yıl kadar önce, daha Avrupa’da Yunanlılar ile Romalılar ünlü Mısır papirüsleri üzerine yazı yazarken, Çinliler kağıt yapmayı çoktan biliyorlardı. Kağıt yapmak için bambu lifleri, bazı otlar ile eski paçavralar kullanılıyordu. Bunları, bir dibek içinde suyla karıştırıp hamur haline getiriyorlardı. Bu hamurdan da kağıt yapılıyordu. Burada kalıp olarak incecik bambu kamışıyla ipekten kafes şeklinde örülmüş çevreler kullanılıyordu.

Kalıbın üzerine kağıt kurumadan biraz dökülüp liflerin birbirine yapışması, keçe haline gelmesi için kalıp her tarafa eğilirdi. Su, kafesin deliklerinden akar, kafesin üstünde de ıslak kağıt tabakası kalırdı. Bu tabakayı dikkatle kaldırır, bir tahtanın üzerine sererek güneşe kurutulardı. Sonunda bu kurutulmuş kağıt yapraklarından bir tomarını tahtadan yapılmış bir baskı aracının altına koyarlardı.

Kağıt Asya’dan Avrupa’ya gelinceye kadar birçok yıllar geçti. Bu iş bazı aşamalardan geçti: 704 yılında Araplar, Orta Asya’da Semerkant kentini aldılar. Orada ellerine geçirdikleri bir çok ganimet arasında kağıt yapmanın sırrını da alıp ülkelerine götürdüler. Bu yolla Arapların eline geçen kağıt nedeniyle Sicilya, İspanya ile Suriye gibi ülkelerde kağıt fabrikaları kuruldu. Suriye’nin Avrupalıların Bambiç diye adlandırıldıkları Manbiç kentinde de bir fabrika kurlmuştu.

Arap tacirleri karanfil, biber ile güzel kokular gibi doğu mallarıyla birlikte Avrupa’ya Manbiç kağıdı da götürüryorlardı. Kağıtların en iyisi bütün tabakalar halinde satılan Bağdat Kağıdı sayılıyordu. Mısır’da çeşitli kağıt türleri yapılmaktaydı. Bunların arasında çok büyük tabakalar halinde yapılan “İskenderiye kağıdı”ndan tutun da, güvercin postalarında kullanılan küçücük tabakalara kadar her türlü kağıt vardı.

Bu tür kağıt eski paçavralardan yapılmaktaydı. Siyah benekli bir rengi vardı. Işığa tutulduğunda, yer yer paçavra parçaları bile görülüyordu. Avrupa’nın kendi kağıt fabrikaları ya da o günlerin deyimiyle “kağıt değirmenleri” görülünceye kadar aradan yüzyıllar geçti. Artık XIII. yüzyılda bu tür kağıt değirmenlerini görmek olabağı vardı.

Sümer çivi yazısından bir örnek tablet :

#alttext#

[Birkaç alıntı ile telif edilmiştir]
 

————————————————–

[*] Ideogram : Bir sözcükten çok bir fikri temsil eden simge.

[**] Pictogramlar : Dil engelinin üstesinden gelmeye yönelik imge-resimler.
 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>