
“Bir soğan soyulurken yaşarır da gözler,
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler.”
Abdullah Çağlayan (1941 yılında Antalya defterdarıyken yazdığı manzum yapıttan)
Arkeolojideki, “Kazılarda ortaya çıkan yapıtlar bulundukları yerde sergilenmelidir” ilkesine karşın, Anadoluda elde edilmiş olan bir çok değer Türkiye dışında, özellikle Avrupada toplu olarak bulunmaktadır.
Bunun nedeni çeşitli dönemlerde Padişahımız Efendilerimizce bunların yurt dışına çıkarılması izni verilmiş olmasıdır. Çünkü Osmanlı döneminde Arkeolojiye gerekli değer verilmemiştir.
Ancak bu arkeolojik değerleri alıp kendi memleketlerine götürenler de bir haraminin yaptığından başka bir şey yapmış değillerdir. Ünlü masal “Ali Baba ve Kırk Haramiler” masalındaki Kırk Haramiler de mağaralarını, ordan burdan topladıkları (ya da çaldıkları) değerli mallarla tıka basa doldurmuşlardır. Aç gözlü Avrupalının da yaptığı bundan başka bir şey değildir.
Şimdi bunlar, Türkiyede arkeoloji bilinci gelişip, giden değerler geri istendiğinde alaylı yanıtlar veriyorlar. British Museum müdürünün Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir‘e verdiği alaylı yanıtı burada anımsamak gerekir. Demek istiyorlar ki “Biz bunları gizlice kaçırmadık, padişahın onayıyla götürdük. Mal bizim olmuştur. Siz derdinize yanın!…”
Evet, ne yazık ki bunların bazılarının taşıma giderleri bile Osmanlı hazinesinden ödenmiştir!… Ne denebilir?… Hal böyle olunca haklı da görünüyorlar!…
Ne var ki yerli halkın arasından da, arkeologlardan önce kazı yerlerine girip, oraları talan edenler var. Bunların eliyle de yurt dışına hatırı sayılır sayıda arkeolojik yapıt kaçırılması eylemi sürekliliğini koruyor. Bunların pek azı yakalanabiliyor.
Böylece Avrupalı koleksiyoncuların ya da müzayede evlerinin ellerinde bulunan Anadolu kökenli yapıtların niteliklerini ile niceliklerini tam olarak bilmeye olanak yoktur. Ancak yayın yaptıkları vakit ortaya çıkıyor bu yapıtların varlıkları… Bir de Berlin, British Museum, Amerika’da Metropolitan(MET), Boston ile öteki müzelerde bulunan yapıtlarımız var. Demek ki toplam olarak bizim yurtdışındaki müzelerde kabaca bir çıkarımsamayla 10 binden fazla yapıtımız olduðu söyleniyor. Gerçi bu sayının daha da fazla olup olmadığı çok kuşkuludur.
Yurt dışına kaçırılmış belli başlı yapıtlardan bazılarına bir göz atalım :
☻ Bunlardan en görkemli olan Bergama Altarı’ nın öyküsü şöyledir,
1864 – 1865 yıllarında Aydın yöresinde çalışan Alman yol mühendisi, arkeolog Karl Humann 1865 kışında Bergama Akropolisini gezerken, rastlantı olarak bir kaç friz parçası bulur. Birkaç deneme kazısı yapar. Bu kazılarda bir çok antik fragmanlara rastlar. Ayrıca kent planlamasına ilişkin bilgiler elde eder.
Karl Humann 1878- 1886 yılları arasında, Berlin Müzesi’nin desteği ile kazıları sürdürerek, çok önemli kamu yapısını kalıntılarıyla ünlü Zeus Sunağı‘nın kabartmalarını ortaya çıkarır. Daha sonra bu sunağı II.Abdulhamit tarafından verilen izin ile parçalar halinde Berlin Müzesine taşıyarak, oradaki salonda yeniden kurar.
Bu işlemin ardından Berlin Müzesi Müdürü, Alexander Conze Bergama buluntularını Berlin eski müzesinde ilk kez halka sunar.
1902 de Sunağın rekonstruksiyon işleri tamamlanır.
Bergama Akropol’ünün en görkemli anıtı Zeus (Altarı) Sunağı’dır. Pergamon Kralı II. Eumenes’ ce (M.Ö. 197–159) Galatlara karşı kazanılan zaferin anısına yaptırılmıştır. Sunağın kabartmaları Hellenistik Dönem heykeltıraşlığının başyapıtları arasında sayılmaktadır.
Bir zamanlar Zeus Sunağı, Athena Tapınağı’nın altındaki terasın tam ortasında yükseliyordu… Sunağın dört bir yanı açıktı ve her yerden, dahası uzaklardan çok uzaklardan bile görülebiliyordu…
Bugün Akropol’de yalnız temelleri görülebilen Sunağın tüm mimari parçaları ile kabartmaları Berlin Müzesi’nde aslına yakın bir biçimde tamamlanarak neredeyse yüz yirmi yıldan bu yana sergilenmektedir. Böyle görkemli bir anıta sahip olmanın heyecanıyla, Almanlar o tarihten sonra müzenin adını bile Pergamon Müzesi olarak değiştirmişlerdir.
☻ Halikarnas Mozolesi (ya da Mausoleion), Kral Mausolos adına karısı, aynı zamanda kız kardeşi Artemisia tarafından Halikarnassos’da yaptırılmış, Dünyanın Yedi Harikasından biri sayılan, kolonlarıyla Yunan mimarisini, piramit biçimindeki çatısıyla da Mısır mimarisini birleştiren, oldukça büyük boyutlardaki mezar. Bu öneminden ötürü kendinden sonra gelen, aynı biçemdeki tüm yapılara mozole denmiştir…
Mozole alanı bugün açık hava müzesi olarak düzenlenmiştir. İçeri girildiğinde sağda Bodrum tipi bir ev görülmektedir. Solda görülen uzun yapı içinde Mausoleion’la ilgili kabartmalar, maket ve bazı çizimlerle yapıya ait mimari parçalar sergilenmektedir.
Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri diye tanımlanan mozolenin yükseldiği yer bugün bir çukur olarak görülür. Bu çukurun ne olduğunu anlamak için öncelikle kapalı sergi salonunun gezilmesi gerekir. Taban ölçüleri 32 x 38 metre boyutlarındaki Mausoleion, bir zamanlar uzun kenarı 242,5 kısa kenarı 105 metre olan geniş bir alanın kuzeydoğu köşesinde yükselmekteydi.
Romalı tarihci Plinius‘a göre pteron kare biçimindeydi. Çevresinde 36 tane ion stili sütun vardı. Her sütun arasında bir heykel dikiliydi. Pterondaki kabartmalar Amazonlarla Yunanlıların savaşını gösteriyordu. Pteron üzerinde yirmi basamaklı bir piramit vardı. Piramit beyaz paros mermerindendi. İskenderiye limanının karşısında bulunan paros adasından özel seçilmişti. En üstte quadrika (dört atlı araba) bunun üzerinde ise Mausolos ile Artemisia’nın heykelleri bulunuyordu.
Tüm istilalara, doğal afetlere karşın Mausoleum İS. 1406 yılına dek ayakta kalmayı başarmıştır. Ta ki Alman mimar Schegelholt tarafından yapılan St. Peters kalenin yapımına dek. Bu zamana dek 1500 yıl ayakta kaldı. Sadece basamakları görünen yapının derinlerine giderek elde ettikleri mermeri yakıp kireç yaptılar. Bazı kabartmalar duvar taşı olarak kullanıldı. Bazılarının üzeri silinerek oymalar kazındı. 1875 de Sir C. Newton kazılara başlar. Bazı friz, Mausoleon ile Artemision’un heykellerini ile büyük aslan heykelleri İngiliz Britich Museum’a taşındı.
☻ Truva-Troya Hazineleri
Binlerce parçadan oluşan hazinenin yalnızca en değerli 260 parçası Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde… Bizim “Truva Hazineleri” olarak adlandırdığımız hazineler Truva’da ilk kazıları yapan arkeolog Heinrich Schliemann tarafından, önce Yunanistan’a daha sonra Berlin’e kaçırılmış. II. Dünya savaşına kadar Berlin’de, bir müzede bulunan bu hazineler, II. Dünya savaşından sonra tümüyle yok olmuşlar.
Bazı Kaynaklara göre savaş sonrası Berlin’deki müze Naziler tarafından soyulmuş. Başka kaynaklara göre ise, Berlin’e ilk giren Ruslar müzeyi talan edip, hazineleri Rusya’ya taşımışlar. Hazinelerin yasal olarak onların malı olduğunu savunan Rus Yetkililer ise hazinenin Hitler’in savaş zamanı Sovyetler Birliğinde yapmış olduğu tahribata karşılık bir tazminat olarak alındığını öne sürüyorlar.
Öte yandan Schliemann’ın II. Kazı iznini almak için rüşvet olarak geri verdiği bazı parçalarla, daha sonraki kazıların bulduğu eserlerin bir kısmı bugün İstanbul Arkeoloji müzesinde “Troya Bölümü” adı altında sergilenmekte.
☻ Bunların dışında İstanbuldan Venediğe giden arkeolojik değerlein öyküsü ilginçtir Bunu (İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası- Wolfang Müller-Wıener YKY yay. Çeviren: Ülker Sayın) kaynağından aktaralım :
6.Yüzyılın ilk yarısı : 3. Valentinus’un yeğeni, Anicia Juliana 524-527 yıllarında Forum Tauristen Havariyyun Kilisesine giden anacaddede (Mese) Konstantiniani ya da Theodosianai diye adlandırılan bölgedeki aile mülkü yakınlarında, Aziz Polyeuktos ‘a adanan bir kilise yaptırır. Kilise bir olasılıkla Mese’nin kuzeyinde , hafifçe güneybaıya kayan yamacında, üzerinde önceden pek çok yapı bulunan bir arazide kurulur. Pek çok yapı öğelerinin yanı sıra, günümüze sadece güçlü temelleri ile kubbeli mahzeni kalmıştır. Ancak bunlar yapının rekonstrüksiyonu ile ilgili kesin bir veri oluşturmazlar.
Tüm yapı (Vaftizhane, Martriyum) ile dışarıdan 52X58 m. büyüklüğündeki asıl mekandan oluşur. Bu mekanın geniş bir merdivenle ulaşan narteksi atriumun düzeyinden ortalama 5m. daha yüksektir. Üstteki nişlerle bölünmüş ana mekan, ortalama 7m. genişliğinde iki duvarla üçe ayrılır. Ortadaki nefin kubbeyle örtülü olduğu sanılmaktadır.Yeraltındaki doğu-batı yönündeki dehlize bağlanan kilisenin eksenindeki oval temel , bir ambonun varlığına işaret eder.
Kilisenin iç donanımı hem edebi belgelere hem de buluntulara göre çok zengin olmalıdır. Zemin ile duvardaki mermer kaplamalar, mozaik ile taş kakmaları çok özel nitelikte olup sanat tarihi açısından önemlidir.Marmara/Prokonnessos Adasından getirilen işlenmiş mermerler ile biçim verilmiş, kabartmalarla bezenmiş yapı taşları bulunmaktadır
7,8. yüzyıl : Bugüne kadar kalmış kubbeli mahzenler 7. yüzyılda molozla doldurulur. İkonakırıcılık döneminde ise kilisenin figüratif kabartmaları ortadan kaldırılır, 10. yüzyılın Sonu/12. yüzyılın ortasında Polyeuktos Kilisesinin konumu : Kilise 10, yüzyılın ikinci yarısına kadar kullanılır. Atrium ile narteks altyapısındaki moloz katmanlarından da anlaşıldığı gibi, 10. yüzyılın sonuna ya da 11. yüzyılın başına doğru kısmen haraptır. (Belki de 1010 yılındaki depremde yan Kiliselerin de kubbeleri yıkılmıştır.12. yüzyılın ortalarına doğru atrium yağma edilir, kuzeydeki yapı sarnıca dönüştürülür, atrium mezar olarak kullanılır.
Bu arada iyi korunmuş olan Kilise Latin Döneminde baştan aşağı yağmalanır.Yapının teker teker pekçok parçası Venedik’e götürülür. Oradaki San Marco’nun yapımında kullanılır.(Örnekse, Plastri Accritani) Diğer yapı parçaları Eski İstanbul’daki öteki yapılarda yeniden kullanılır. Azizlerin kutsal kalıntıları ise 14. yüzyılda Rus Hacıların yazdıklarına göre Havariyyun Kilisesinin bir yan şapelinde bulunmaktadır.
15. Yüzyı l: İstanbul’un fethedilmesinden sonra Kilise kalıntılarının kuzeybatısında ,eski anayolun üzerinde 1474 -1475 yılında küçük, Mimar Üstad Ayas Mescidi yapılır. Bunu 1489 yılında kilisenin kalıntıları üzerine yapılan Karagöz Mescidi ile 15. yüzyılın sonlarına doğru (Yaklaşık 1493,1494) bunun biraz doğusunda, yoğun bir yerleşim bölgesinde, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa (1430-1499) tarafından yaptırılan Uzun Çarşı’daki vakfın mülkü olan İbrahim Paşa Hamamı izler. Her iki yappıda da -özellikle hamamın temelinde- Bizans Kiliselerinden alınan yapı taşları kullanılır.
19. 20. Yüzyıllarda POLYEUKTOS Kilisesinin konumu:Aralarında pek çok mahzenli eski evin de bulunduğu eski kilise civarında inşa edilen yapılar zamanla pek çok kere-özellikle yangınlar dolayısıyla – yıkılır ve yeniden yapılır. Ancak 1943 yılında Atatürk Bulvarının yapılmasıyla İbrahim Paşa Hamamı ve harap durumdaki Karagöz Mescidi yıkılır. Bunları 1958 yılında Mimar Ayas Mescidi izler.
Saraçhane’deki kazı çalışmalarında 1912 yılında ilginç bir sütun başlığı bulunur. Bunlardan biri de yazıt fragmanıdır. Bunun üzerine, Polyeuktos Kilisesinin bulunduğu bölge 1964-1968 yılları arasında R.M Harrison ile Nezih Fıratlı tarafından yapılan pek çok kazılarda incelenir.İç donanıma ait pek çok yapı malzemesinin yanında, Polyeuktos Kilisesi’nin temelinden bahçe ile de ilintili pek çok temel parçası da ortaya çıkarılır.