
I. Dünya Savaşı Sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri Arasında İmzalanan Sèvres Antlaşmasına göre Osmanlıya kalan Topraklar.
“Bene diagnoscitur, bene curatur
(İyi teşhis etmek, iyi tedavi etmektir).”
Latin Deyişi
Taraf Gazetesinde herkesin yakından tanıdığı kişi, “BüyükSelanik” başlığını taşıyan bir makale yazmış. Bu makalenin bir yerinde şöyle diyor :
["Okuduklarımdan anlayabildiğim kadarıyla (Atatürkün) iki büyük tutkusu vardı. Birincisi “lider” olmak. İkincisi de, ta gençliğinden beri söylediği gibi Osmanlı‘"nın diğer topraklarından vazgeçip Anadolu‘da büyük bir Selanik [*] yaratmak.”]
Nereden, nasıl okuduğu [**] bir yana, okuduklarından neler anladığı çok tartışma götürür. Biz de buradan yola çıkıp, konuya açıklık getirmeye çalışalım.
Bir an için tarihte Mustafa Kemal gibi birinin yeryüzüne gelmemiş olduğunu, Türk İstiklal Savaşının da yapılmamış olduğunu kabul edelim. Bu noktadan sonra neler olacağına bir bakalım.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenik düşmüştü. Bunun sonunda Mondros Mütarekesi imzalandı. Mondros Ateşkes Anlaşması ya da Mondros 17 Mütarekesi, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan ateşkes belgesidir. Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey, Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalanmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin yıkımından sonra kurulan Türkiye’nin çerçevesini çizen ilk uluslararası belge olarak önem taşır.
Bunun ardından Sevr Antlaşması gelir. Sevr Antlaşması (Fransızca: Le traité de Sèvres), I. Dünya Savaşı sonrasında İtilâf Devletleri ile Osmanlı Devleti hükümeti arasında 10 Ağustos 1920′de imzalanan barış antlaşmasıdır (yukardaki haritaya bakınız).
Buna göre Osmanlıya Ankara ile çevresindeki oniki – on üç kent bırakılmış, Osmanlı topraklarının geri kalanı itilaf devletlerince paylaşılmıştır. Bir bölüm Osmanlı toprağı üzerinde de Ermenistanın kurulması öngörülmüştü. Sevr haritasına göre kurulması planlanan bir Kürt Devleti görülmüyor. İşte bu günkü Kürt gailesinin altında bu büyük ihmal (!) yatmaktadır.
Görüldüğü gibi Osmanlı topraklarından geriye pek bir şey kalmamıştı. Bu durumda Osmanlı Padişahı, Halife Hazretleri de ya izin verilirse İstanbuldaki saraylarda yaşamını sürdürecek, ya elde kalan avuç içi kadar topraktaki bir kente (büyük olasılıkla bir kıyı kentine) göç edip buradan Osmanlıyı yönetecek, ya da alışılmış olduğu gibi bir İngiliz harp gemisine binerek Avrupa kentlerinden birine gidecekti.
Mustafa Kemal Atatürk‘ ün yaptığı, yokluklar içinde işgalcilere karşı savaşarak, kurtarabildiği kadar toprağı elde ederek yeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olmaktır. OSMANLI TOPRAĞINI VERMEMİŞ, TAM TERSİNE İŞGAL EDİLMİŞ BU TOPRAKLARI GERİ ALMIŞTIR. Ne yazık ki bütün Osmanlı toprağını geri alamamıştır. Ama ömrü yeterse buna da niyetli olduğunu kendisi söylemiştir.
Bunlar birer gerçektir. O halde “Okuduklarımdan anlayabildiğim kadarıyla” diye başlayan tümcesiyle Taraf Gazetesi yazarı neyi anlatmaya çalışıyor?…
Tarihi gerçekler “bana öyle geliyor ki…” düşüncesiyle anlatılamaz. Tarihte gerçek bir tanedir. Bunu yadsımaya ya da çarpıtmaya çalışmanın ardında, hele bunu yapan bir kaç kitap yazmış aydın görünümlü biriyse, vahim bir art niyet aramak gerekir!…
“Akıl değmemiş kafalar” böyle çarpık bilgilerle gelişip, yeşeriyor. Belki de kolay güdülebilir bir karacahil kitlesi elde edilmek isteniyor. Ama bu çarpık, çürük yapı gürül gürül yıkılacaktır. Altında da ilk kalacak olanlar Taraf Gazetesi yazarı ile onun gibiler olacaktır
Sonuçta yapılmış olana, adıyla sanıyla ZİHİN TÖKEZLEMESİ denir!…
————————————————
[*] Selanik 1430 tarihinde padişah II. Murat’ın yönettiği bir Osmanlı ordusu tarafından fethedildi. 15. yüzyıl boyunca kente Anadolu’dan getirilen çok sayıda Türk yerleşti. 1492 yılında Osmanlılar İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilere kapılarını açtıklarında Selanik Yahudilerin yerleşmek için en fazla tercih ettikleri şehir oldu. Selanik 500 yıla yakın bir süre boyunca bir Osmanlı şehri olarak kaldı. Çeşit çeşit Hristiyan, Yahudi ve Müslüman toplumların hep birlikte uyum içinde yaşadığı önemli bir kültür ve ekonomi merkezi haline geldi.
17. yüzyılda Sabetay Sevi tarafında başlatılan Sabetayizm hareketi Selanik’teki Yahudiler arasında çok rağbet buldu. Sabetay Sevi’yi izleyerek Müslüman olan Yahudiler Selânik’te Osmanlı Devleti’nin yenileşme çabalarına büyük katkılarda bulundular. Jöntürk hareketi büyük ölçüde Selanik’te gelişti. Osmanlı padişahı II. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra 1909 yılında Selanik’e sürgüne gönderildi. Fakat 3 yıl sonra Selanik Yunanlıların eline geçince İstanbul’a geri gönderilmek zorunda kaldı.
Osmanlı Devletinin Istanbuldan sonra 2nci büyük kenti olan Selanik,Balkan Savaşları esnasında, 9 Kasım 1912 de merkezden destak alamayan ve panik içinde dağılan Osmanlı Ordusunun direnişinin mümkün olmayacagını düşünen Garnizon komutanı Tahsin Paşa Yunan Ordusuna hiç bir direniş göstermeden maalesef şehri teslim etmiştir.Şehirde bulunan 25.000 kişilik Osmanlı Ordusunun direniş göstermeden teslim olması halkta büyük bir şaşkınlık ve panik ortaya çıkarmış ve binlerce Müslüman Osmanlı vatandaşı Yunanlılar tarafından katledilmiştir.
[**] Sözünü ettiğimiz yazar Devrim Tarihini, büyük olasılıkla Dr. Rıza Nur’un 1929 yılında Paris’ te kaleme aldığı “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabından okuyup, izlemiştir. Bu konuda başka bir yapıtı da hiç okuyup incelemediği, makalesinde söz ettiklerinden anlaşılıyor.
Dr. Rıza Nur‘un “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabı 908 sayfa olup, yazıldıktan sonra British Museum’ a 60 yıl saklanıp, bu sürenin sonunda yayınlanması koşuluyla verilmiştir. Sonunda kitap Altındağ Yayınevince 1967/68 yıllarında 4 cilt olarak basılarak, yayınlandı.
“Akıl Değmemiş Kafalar” ın yetiştirilmesi için Traité niteliğinde bir kitap olup, karşılaşılan bazı olgular yüzünden bunun gerçekten bu iş için kullanılmakta olduğu söylenebilir..