“Hayat tiyatro gibidir, en kötü insanlar, en iyi yerlerde otururlar”
Aristofanes
Kısaca anlatmak gerekirse, tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilenmesi amacıyla yazılmış edebi türdür. Genel olarak temsil edilen eser anlamında da kullanılır. Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro yapıtı, olayları oluş halinde gösterir. Bu yönüyle konuşma ile eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın hümanist bir deyişle tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak anlatılır.
Tiyatro yapıtıtının öteki edebi türlerden en önemli farkı; öteki edebi yapıtlar okumak ile dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanı ile anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine seslenir. Temsil yeri ile yapıt, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik gibi bazı öğelerin bütünlüğü söz konusudur.
Tiyatro metinlerine “oyun,” metinleri yazan kişiye oyun yazarı (müellif), oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” (ya da daha genel olarak tiyatrocu) denir. Ayrıca yapıtın sahnelenmesinde görev alan sahne amiri, dekor ile kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı öğeler de vardır.
Bundan sonra tiyatronun ana öğelerini, kısa kısa da olsa ayrıntılı biçimde anlatmaya çalışalım :
OYUNCULUK
Rüştü Asyalı “Bizim mesleğin okullarından yetişmiş, usta-çırak disiplininden geçmiş genç ve yetenekli oyuncularımız var, ama yoldan geçerken, ahbap-çavuş ilişkisi sonucu türeyen “taslak oyuncular” da var. Her meslekte olması gerektiği gibi, bizim oyunculuk mesleğinde de yoluna baş koymak, emek ve zaman harcamak gibi olmazsa olmaz çabalar gereklidir. Emeksiz, çabasız hiçbir konuda mesleki donanıma kavuşulamaz; elbette.” diyor.
Bu konuda usta oyuncu Altan Erkekli de, ‘’İyi bir oyuncu olmak için öncelikle iyi insan olmak gerekiyor. Kendisiyle barışık olması gerekiyor insanın. Hayata karşı dört elle sarılmış bir insan olması gerekiyor. Gözlem yapması gerekiyor. Okuması, izlemesi gerekiyor. Yaşadığı ana tanıklık etmesi gerekiyor. Eğer, siz Afrika’da ağlayan bir annenin acısını, Rus steplerindeki bir zavallı hayvanın, yaralanmış bir hayvanın gözündeki yaşı, bir Kızılderilinin acısını hissedemezseniz, Türkiye’nin şu anda, 2009 yılında, aynı dünyanın her tarafındaki insanın duygusunu yüreğinizde hissedemezseniz; iyi bir insan, iyi bir oyuncu olma şansınız yok. İyi oyunculuk iyi insan olmaktan, evrensel duygu ve düşünceleri kendi içinizde bir demet haline getirmekten ibarettir. Burada arkadaşlarımız, 2,5-3 aylık süreç içince tiyatronun nasıl engin bir sanat dalı olduğunu öğreniyorlar. Yani, deneyimlerimizi aktarıyoruz biz arkadaşlarımıza. Yaşadıklarımızı aktarıyoruz. O yaşamdan onlar da süzgeçlerinden bir şey çekiyorlar.” demekte.
Oyuncu iyi diksiyon sahibi olmalı. Ezberlediği rolünü sahnede sadece sözcüklerle değil, vücut dilini kullanarak, ayrıca mimikleriyle de oynamalıdır. Bunun için dans edebilme yeteneği de olması gerekir. Dahası kusursuz şarkı da söyleyebilmelidir. Öyle ki, iyi oyuncu oyunuyla seyircinin bütün dikkatini avuçları içine alabilmeli, bir anlamda seyirciyle sahne arasındaki alış-verişi, kopmasına meydan vermeden sağlayabilmelidir.
SAHNE DÜZENİ
Sahne, yönetmenin temel anlatım güçlerinden birisidir. Sahne oyuncunun evrenini ortaya çıkaran, yönetmenin tasarım gücüyle orantılı olarak sınırsız anlatım gücü sağlayabilen oyun yeridir. Yalnız bir yapının içinde değil, dış mekanda da var olan anlatım aracıdır.
Sahne sanatı tarihi; ilk bakışta yalnızca düşünce ve kültür tarihinin bir bölümü olarak kabul edilebilir. Kendine özgü kuralları içinde ayrı bir bölüm olarak süregelen öz görevinden bırakıldığında da düşünce ile kültür tarihi, durmadan değişen biçimlere uyarak, çağların profil değişimi, düşünce ile yaşam biçimleri, biçem ile konuşmaları, dinsel, siyasal, toplumsal yazgılarıyla sıkı sıkıya bağlıdır.
Sahne düzeni kavramı sırasıyla Antik Yunan – Antik Roma – Ortaçağ – Rönesans – 18. ile 19. Yüzyıl (Klasisizm, Romantizm, Realizm) dönemlerinden geçerek, sonunda 20. Yüzyıl dönemine varmıştır.
Modern tiyatro olarak da adlandırabileceğimiz 20. yüzyıl tiyatrosu gerçekçi ya da karşı gerçekçi bu iki eğilimin farklı birliktelikleriyle meydana gelmiş, II. Dünya Savaşı’na kadar çatışan, çelişen, daha sonra ise belli bir senteze giden bir tiyatro olmuştur. 20. yüzyıl tiyatrosunun en etkili adı, hiç kuşkusuz Bertolt Brecht’ti. Brecht‘in epik tiyatro anlayışı, ADC’de 1949′da kurduğu Berliner Ensemble, John Arden ile Edward Bond gibi İngiliz yönetmenleri de etkilemiştir.
Tiyatroda yanılsama ile edebi anlatıma karşı tepkinin bir söylemi de belgesel tiyatro ya da olgu tiyatrosu adı verilen anlayış olmuştur. Burada, yaşanmış bir olay fazlaca değiştirilmeden, belgelerle desteklenerek sahneye konmaktadır.
20. yüzyıl tiyatrosundaki bir başka önemli eğilim de, insanla dünya arasındaki uyumsuzluğu, hem insanın, hem de dünyanın anlamının silindiği noktaya kadar götüren uyumsuzluk tiyatrosudur.
20. yüzyılın tiyatro sahnesi de, mimari ile teknik gelişimin sağlandığı olanakların kullanıldığı bir alan olmuştur. Sahne konumu ya da formu fazla değişiklik göstermez. Çünkü bu mimari estetiğin ötesinde , işlevle ilgili bir durumdur. Kullanılabilirliğin sağlanması gerekir. Bu nedenle her oyun için yeni bir sahne formu tasarlanması uygun, pratik olmayacağından; sahnelenecek her oyuna uyum sağlayabilecek formlar seçilmektedir.
Artık sahne tasarımcısının iyi bir ressam, yeterli mimari ile sanat birikimi olmasının yanı sıra, yaşadığı ülke ile dünya toplumlarının sorunlarına duyarlı, güncel, sosyal kültürel birikimi de iyi bir sahne tasarımının ortaya çıkmasında önemli bir etken olmaktadır. Artık, o, salt dramatik metne uygun, görselliği ön planda bir sahne dekoru değil, sanatçının sanatsal yorumu ile duygularının ianlatımıyla zenginleşmiş, anlam kazanmış sahne tasarımıdır.
IŞIKLANDIRMA
Sahne ışığının erekleri şunlardır :
Görünürlük Sahne üzerindeki kişiler ile nesnelerin, önemlerine göre, gözü rahatsız etmeyecek, dikkati dağıtmayacak biçimde görülebilmesi. Görme ile işitme duyuları arasında yakın bir ilişki vardır. Yüzünü seçemediğimiz oyuncunun sözlerinide işitemeyiz.
İnandırıcılık Oyunun türüne göre ışıklamanın usa aykırı olmaması. Gerçekçi bir oyunda pencereden içeri gün ışığı mı doluyor; bu ışık paralel ışınlar halinde gelir, düştüğü yerde sert bir ışık lekesi meydana getirir. Odayı bir lamba mı aydınlatıyor; ışığın bu lambandan gelir gibi görünmesi gerekir. Puslu havada ışık pencereden koşut ışınlar halinde değil, dağınık olarak sızar, sert lekeler vermeden odayı doldurur.
Kompozisyon Sahnenin öğelerinin anlamlı bir bütün haline getirilmesi, göze hoş görünen bir sahne resminin yaratılması temel amaçtır. Göze hoş görünen deyimi yanlış anlaşılmamalı. Bir zindan içi, ya da darmadağınık bir oda bile estetik açıdan gözü rahatsız etmeyecek bir kompozisyon gerektirir.
Atmosfer Belli bir sahnenin atmosferi, yerli yerinde kullanılan renkler ile ışığın parlaklık derecesiyle verilir. Canlı bir güldürü sahnesi yarı karanlık bir ışıklandırma altında ölür. Soğuk renkler dediğimiz renkler böyle bir sahne uygun değildir. Öte yandan çok parlak bir ışık ile sıcak renkler de dramatik bir sahnede duygu yoğunluğunun oluşmasını engeller.
Atmosfer, ışığın ruhbilimsel boyutudur. Altbilincimize işleyerek bizi etkiler. Aslında bu erek yukarıdaki ilk üç maddeyi içerir. Bir sahnede atmposfer dediğimiz şey varsa kompozisyon, inandırcılık, görünürlük ilkeleri etkili biçimde uygulanmış demektir.
DEKOR
“Sahne dekoru bir iç dekorasyon değildir; oyun kişilerini ve öykünün anlatılmasına yarayan kendine özgü bir yaratıştır.” Dekor oyunun yaşandığı dönem hakkında bilgi verir. Sahnedeki karakteri seyircinin beyninde doğrular. Demek ki dekor sadece zaman ya da mekan hakkında bilgi vermekle kalmaz, sahnedeki karakterin ruh yapısını da yansıtır.
Göze hitap eden dekor iyi dekordur demek son derece yanlıştır. Mühim olan oyuna, anlatılmak istenene uygun dekorun sahneye konmasıdır. Trajik bir sahnede rengârenk dekor elemanlarının kullanılması seyirciyi duygudan uzaklaştırır.
Şu unutulmamalıdır ki; sahne dekoru gerçeğin birebiri asla olamaz. Zaten dekorun görevi bir zamanın ya da mekânın aynısının gözler önüne serilmesi değildir. Dekor gerçeği çağrıştırıcı, seyirciyi oyuna daha iyi adapte eden bir olgudur. Dekorun görevinin gerçeğin aynısı olmak değilse de, sahnede bulunan her şey gerçeğe uygun olmalı, yapmacık durmamalıdır. Sahne konmak için konmuş ama aslında gereksiz hiçbir nesne sahnede olmamalıdır. Dekorun inandırıcı olması gereklidir. Örneğin bir merdiven basamağı varsa sahnede oyuncu o basamağın üzerine çıkabilmelidir.
Şu atlanmamalıdır ki sahnedeki dekor, dekoratör ile yönetmenin ortak kararıyla ortaya çıkar. Çünkü yönetmen bir takım şeyleri değiştirme yetkisine sahiptir. Bu ortaklık sonucu ortaya bir takım eskizler, tasarılar, planlar, dahası maketler çıkar. Dekor teknik öğelerden bağımsız düşülemez, dekor ile kostüm arasında kopmaz bir bağ bulunmaktadır. Dekor hazırlığında mutlaka kostümler hakkında da bilgi edinmek gerekmektedir.
KOSTÜM
Tiyatroda kostüm, o dönem ile olayin gözümüzde daha iyi canlanmasi için kullanilir. Ama önemli olan kostüm oyuncuyu degil oyuncunun kostümü tasimasidir. Oyuncu kostümü tasimasini bilmedigi anda, o kostüm çok iyi düsünülmüs, hazirlanmis, dikilmis olsa da hiçbir zaman anlam tasimaz. Oyuncunun kendi sanatini anlamlandirdigi oranda, üzerine giydigi kostümü de anlamlandirmasi gerekir.
Kostüm, bir oyuncunun görevini yerine getirmesinde yardimci olan bir ögedir. Tiyatroda kostüm “kıyafet” degildir. Oyun ile karakterin anlamina yardim eden bir uzantidir. Oyuncunun jest ile mimiklerinde kostümü yorumlayan bir ustalik gerektirir. Kostümler oyuncunun görümsel vurgusunu artirir.
Sonuçta, oyuncu sahne üzerinde günlük yasamdaki görünüsüyle oynamaz, çünkü rol ile oyunun anlamini gerektirdigi görünüs için, bugünkü giysilerle de olsa, oyuncunun yoruma uygun olarak hazirlanmis kostümle sahneye çikmasi gerekir. Kostüm yalnizca oyuncuyu seyirciye tanitmaz, ayni zamanda kisilestirme ile degisimleri de yansitir. Örnekse, oyunda önce gençken sonra yaslanan birini canlandiriyorsa bunu kostümde ayrintili olarak göstermemiz gerekir.
[Birkaç yerden yapılan alıntıyla telif edilmiştir]
————————————————–
Konuyla İlgili Metinler :
Nutku, Özdemir (1982) ‘Sahne Bilgisi’, İzlem Yayınları, Bilgi Dizisi: 1, İstanbul.
Nutku, Özdemir (1993) ‘Dünya Tiyatrosu Tarihi’, Remzi Kitabevi, İstanbul.