SEVR YENİDEN!!….

sevr-anlasmasi-osmanli.jpg

“Tarih hiç tekerrür eder miydi eğer ders alınsaydı”
Mehmet Akif Ersoy

Elime Prof. Çetin Yetkinin bir yazısı geçti. Söyledikleri benim düşündüklerimle bire bir örtüştüğünden ötürü, makalenin bir bölümünü yayınlama gereksimini duydum.

Prof.Dr.Çetin YETKİN
 
SEVR, YENİDEN!
Dün Yeniden Yaşanıyor

 “Tarih tekerrür eder mi, etmez mi?” Başka bir deyişle tarihsel olaylar yeni baştan yaşanır mı, yaşanmaz mı? Tartışmalı bir konu bu. Ancak, kuramsal olarak şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, bir ülkede geçmişte var olan ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullar, şu ya da bu nedenle, pek benzer bir biçimde yeniden ortaya çıkarsa bunların sonuçları da benzer bir biçimde yeniden yaşama geçer. Ne var ki, bunun için tarihten hiç ders alamayacak denli bilgisiz olmak ya da geçmişte yaşananları bilerek ve isteyerek şimdiki zamana taşımayı istemek gerekir. İşin bir başka yönü daha var: Emperyalizmin boyunduruk altına almak istediği ülkelere karşı izlediği siyasa dünden bugüne özünde değişmiş değildir. Bu nedenle, emperyalist devletler, eğer planlarını gerçekleştirmekte bir engelle karşılaşmış iseler, ilk olanakta bu planlarını yeniden uygulamaya koyarlar. Bu durumda da bu çerçevede olaylar yeniden yaşanmaya başlar.

Bugün Türkiye’de yaşananlar tam anlamı ile budur. Sevr Antlaşması ile Türkiye’yi bölüp parçalayan, Osmanlı Devleti’ni bütünüyle buyrukları altında olan ve devlet demeğe bin tanık isteyen küçücük bir toprak parçasında tutsak kılarak sonunda amaçlarına ulaştıklarını sanan emperyalist devletleri Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki Millî Mücadelemiz hüsrana uğratmıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulan ve hızla gelişen Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise, bu hüsranı onlar için daha da dayanılmaz yapmıştır. Ama emperyalistler engellenen Türkiye’yi bölüp parçalama planlarından vaz geçecek değillerdi. Uygun zamanı bekleyeceklerdi. Yalnız beklemek de yetinmeyecek, Sevr’e götüren koşulları yeniden yaşama geçirmek için ellerinden geleni yapacaklardı. İşte, onlara göre, gün bugündür; yeni bir Sevr için koşullar kotarılıp pişirilmiştir!…

Ne ki, içimizden kimileri tarihten ders almayacak denli cahil ya da tıpkı o günlerin kimi Osmanlı önde gelenleri gibi işbirlikçi olsalar da Türk ulusu bu dersi almıştır. Kaldı ki, izlememiz gereken yolu da bize Atatürk göstermiş bulunuyor.

AŞAĞILIK DUYGUSU

Kültür emperyalizminin hedef ülke insanları üzerinde nasıl bir aşağılık duygusu yarattığına daha önce değinmiştim. İşte, bu duygu, Tanzimat döneminde Osmanlı yöneticilerinde ve çoğu aydınında kendisini açıkça gösterir. Bu yöneticiler ve “aydınlar”, kendilerini Batılılar’dan aşağı ve değersiz görmeye, onlar karşısında eziklik duymaya, özgüvenlerini yitirmeye başlamışlardır. Bu duygu, üstün ve değerli gördüklerine boyun eğme, onlara elden geldiğince öykünme, onların biçtiği doğruluk, haklılık ve adalet ölçütlerine göre davranma, yaltaklanma v.b. biçimlerde günlük yaşamda anlatımını bulur. Üstün görülenlere teslimiyet içine girilir.

Günümüz açısından konuya bakarsak, Amerika “süper güç”tür, ona karşı konulamaz. Avrupalılar üstün bir uygarlığın temsilcisidirler, o nedenle de onların her dedikleri doğrudur, örneğin Amerikalılar ve Avrupalılar Irak’a saldırdıklarında haklı olan onlardır. Bizim tarihten kopup gelen ulusal kimliğimiz ilkeldir, Avrupalılar’ın değer yargılarına sahip olmalıyız. Batılılar ile aramızda bir sorun çıkacak olsa, suçlu olan biziz. Ermenilere karşı soykırım yaptığımızı söylüyorlarsa, doğrudur. Batı dünyası içinde yer almalıyız, yoksa yitip gideriz. Amerikalılar’ın ve Avrupalılar’ın emperyalist olduğunu öne sürmek büyük yanılgıdır, onlar sadece dünyaya barış ve düzen getirmek için çabalamaktadırlar, v.b..

Öncelikle, bu durum dilimize nasıl yansımış, onu anımsayalım. Tanzimat döneminde iki yeni kavram varlık kazanmıştır: Alafranga ve alaturka! Alafranga, Frenk gibi, alaturka da Türk gibi olmak demektir. Alaturka sözcüğünü, bir şeyi beğendiğimizde, övdüğümüzde, onun ne denli çağdaş ve ileri olduğunu anlatmak istediğimizde kullanırız. Alaturka sözcüğü ise, tam tersi anlam taşır. Açıkçası, Frenk gibi olmak “iyi”, Türk gibi olmak “kötü” bir şeydir! Bu sözcüklerin dilimizde bu anlamlara gelmesi, utanç verici olmalı.

Prof.Dr.Ziyaeddin Fındıkoğlu bu konuda şu saptamayı yapmış bulunuyor:
“….Tanzimat sıralarına gelinceye kadar, kolektif Türk ruhiyatında, imparatorluk ideolojisinin ve edebiyatının madûnluğu [aşağı olması] hissi henüz vazıh olarak belirmemişti.Tanzimat’tan önceki kanaat, yalnız teknikte üstün bir Avrupa ile karşılaşıldığı merkezinde idi. Tanzimat’la beraber ve daha sonraları hem teknikte, hem tefekkür [fikir / düşünce] ve tahassüs [duygu / algılama] tarzında üstün ve yukarı bir Avrupa hayali, gittikçe büyüdü ve genişledi. Bu hayal karşısında bir ‘parmak ısırma’ halet-i ruhiyesi [ruh hali / psikolojisi] kendini gösterdi…. Tanzimat’ın psikolojisi üzerinde yapılacak ikinci teşhis, edebî ve fikrî madûnluk duygusunun [aşağılık duygusunun] mevcudiyetini göstermektedir.”
Tanzimat döneminde yaşananların tanığı olan Engelhardt, Tanzimat’ı “Avrupa’nın gerçekleştirdiği manevî bir fetih” olduğunu söyler. Yine aynı yazara göre, birkaçı dışında Tanzimat dönemi yöneticilerinde “az çok belirgin bir aşağılık kompleksi” bulunmuştur. Aynı olguyu Prof.Dr.Tarık Zafer Tunaya da, “Osmanlı Devleti, bu hat [1839 Hattı] ile, batının üstünlüğünü resmen tanımıştır. Hatta batı karşısında bir çeşit aşağılık duygusuna kapılmıştır.”
diyerek dile getirmektedir.

Tıpkı bugünkü gibi.

Bu söylenenleri bir örnekle biraz açalım. Tanzimat’ın ortaya çıkardığı “aydın” tipi, artık Türk yemeklerini bile küçümseyecektir. Bu nedenle de Mekteb-i Tıbbiye hocalarından Mehmet Kail Efendi, Melceüt Tevahin adlı bir yemek kitabı kaleme alacak ve kitabının önsözünde, geleneksel yemeklerimizin artık yetersiz kaldığını belirterek Batılılar’dan yeni bir “cuisine” (mutfak) almamız gerektiği için kitabını yazdığını belirtecektir.
 
TARİH YİNELENİYOR…

Osmanlı’yı Sevr’e götüren son yüzyılı ile Türkiye’nin içinde bulunduğu zaman diliminde görülen koşutluklar çok belirgindir.

Osmanlı yöneticileri, Avrupalı sayılmak düşü ile ülkeyi sömürgeleştirmek pahasına ödün üzerine ödün verip durmuşlardı. Bugün de AB düşü ile aynı şey yapılıyor.

Batılılar, Osmanlı Devleti’ni oluşturan Türk ulusu dışındaki  etnik guruplar için ayrıcalık üstüne ayrıcalık tanınmasını dayatıp sağlamışlardı. Bugün de aynı dayatmalar var.

Ermeni sorununda Batılılar’ın dünkü ve bugünkü tutumları arasında hiçbir başkalık bulunmuyor.

Osmanlı-Yunan uyuşmazlıklarında Batılılar hep Yunanistan’ın arkasında olmuşlardı. Bugün de öyle. O dönemde yaşanan Girit sorunu ve sonunda da Girit’in elden çıkarılması ile Kıbrıs sorunu ve buna ilişkin gelişmelerde Batılı devletlerin tutumu ile bugün yaşananlar bütünüyle koşutluk gösteriyor.

Dün de başında Halife olan sözüm ona bir dinci iktidar vardı, bugün de öyle. Tek fark, henüz bir halifemiz yok ama buna duyulan özlem açıkça dile getiriliyor. Ne var ki, dün iktidar, nasıl Hıristiyanlar’ın çizdiği yolda yürümüş ise, bugünkü dinciler de Hıristiyanlar’ın sözünden çıkmıyor.

Bu arada, dün Türkler dışında tüm etnik gurupların sözümona insan haklarının takipçisi olan Batılılar, Türkler’in de insan oldukları hiç uslarına getirmiyorlardı. Bugün de öyle.

Türk toprakları üzerinde bir Kürt devleti kurma planı ise, uygulanmaya konulmak üzere.

Bu aynılıklar neredeyse saymakla bitmez.

Ama kendimize şu soruyu sormalıyız: Neden?…

Bu sorunun en genel yanıtı, emperyalizmin, küreselleşmenin önünde bir engel oluşturan ulus-devletlerin parçalanıp bölünmesi isteğidir.

Bir başka neden ise, Millî Mücadele sonucunda emperyalizme indirilen darbenin öcünün alınmak istenmesidir. Kuşkusuz, daha başka nedenler de var ama tümünü burada anmak bu incelemenin sınırlarını aşmak demek olacaktır.

Ama şu kadarını söyleyeyim ki, “modernize edilmiş” bir Osmanlı eyalet sistemi modeli geçerli kılınmak istenmekte ama bunun önündeki engelin de Atatürkçüler olduğu bilinmekte, bu arada da Osmanlı’nın çok ulusluluğunu ve etnik guruplara tanıdığı haklar ve ayrıcalıklar övülmektedir. Sanırım, bu kadarı bile, AB’nin dayatmalarının, BOP’un, yeni anayasa yapma girişimlerinin, çıkarılan ve giderek federal bir devlet altyapısını hazırlayan yasaların içyüzünü daha bir açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu arada, ucu açık iddianamelerle “Atatürkçü engel”in de neden bertaraf edilmek istendiği bu açıdan da açığa çıkmaktadır.

Ne ki, unutmamalıyız: Yinelenen tarihin son aşaması henüz yaşanmamıştır, daha önümüzdedir. Bugün gerçi bir Gazi Mustafa Kemal Paşa’mız yoksa da, o, izleyeceğimiz yolu dünden bugüne aydınlatıyor

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>