“Siz kendinize inanın; Başkaları da size inanacaktır.”
Montaigne
1918 yılında imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşması Ermenilerin Kafkaslar’da Demokratik Ermeni Cumhuriyeti adı altında başkenti Erivan olan bağımsız bir devlet kurmalarını sağladı. Bu arada Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Anadolu’yu işgal eden dış güçlere karşı Mustafa Kemal’in önderliği altında Kurtuluş Savaşı başlamıştı. Kurtuluş Savaşı’nın Doğu Cephesi kumandanı Kazım Karabekir’in Ermeni kuvvetlerini yenilgiye uğratması sonucu 2 Aralık 1920 tarihinde Demokratik Ermeni Cumhuriyeti ile TBMM arasında Gümrü Antlaşması imzalandı. Böylece Türkiye ile Ermenistan arasındaki savaş sona erdi. Aynı tarihlerde Sovyetler Birliği Ermenistan’ın egemenliğini ele geçirdi. Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Sovyetler Birliği’nin parçalanması üzerine 21 Eylül 1991 tarihinde de Ermenistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
Türkiye Cumhuriyeti 16 Aralık 1991′de Ermenistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıyan ilk devletlerden biri oldu. Ancak Ermenistan’ın Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’nı işgal etmesi yüzünden Ermenistan’la Azerbaycan arasında patlak veren savaş Türkiye’yle Ermenistan arasındaki ilişkilerin bozulmasına neden oldu. 1993 yılında Türkiye Ermenistan’la olan sınır kapılarını insan ile mal trafiğine kapattı. Azerbaycan’la Ermenistan arasındaki savaş Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının % 14′ünü[ ele geçirmesinden sonra 1994 yılında yapılan ateşkes anlaşmasıyla sona erdi.
Günümüzde Türkiye’yle Ermenistan arasındaki ilişkiler normalleşme sürecine girmiştir. Ermenistan Türkiye’nin 1915 yılında Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirilen Ermeni Tehciri’ni bir soykırım olarak kabul etmesini, bundan sorumlu olduğunu kabul etmesini istemektedir. [*] Türkiye’nin bunları kabul etmemesi ile Ermenistan’ın işgal altında bulundurduğu Azerbaycan topraklarını terketmemesi iki ülkenin diplomatik ilişkiler kurmasını engellemektedir.
Azerbaycan’la birlikte Ermenistan’la olan sınırlarını kapatması Ermenistan ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. Ermenistan bu sınır trafiğinin yeniden açılmasını istemektedir. Fakat Türkiye Ermenistan’ın işgal altında bulundurduğu Azerbaycan topraklarını terketmediği sürece sınırı açmayacağını ilan etti.19 Ocak 2007 tarihinde Ermeni asıllı Türk vatandaşı gazeteci Hrant Dink’in silahlı bir saldırı sonucu öldürülmesi üzüntüyle karşılandı. Hrant Dink’in cenazesine onbinlerce Türk’ün katılması, “Hepimiz Ermeniyiz” sloganlarının kullanılması Ermenistan’la Türkiye arasında olumlu bir hava yarattı. Cenazeye Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan da katıldı. Ancak bu olumlu hava ilişkilerde bir gelişmeye yol açmadı.
———————————————————-
[*] Pierre Loti’nin 1920 yılında, Paris’te yayımlanan “L’Est de Paris” isimli gazeteye gönderdiği makalenin Türkçe çevirisi.
Sonradan yazar bu makaleyi 12.04.1920 tarihinde Paris’ten postaya vererek dönemin askerî Müze müdürü Ahmet Muhtar Paşa’ya göndermiştir. Mektubun Galata Postahanesi’ne varış tarihi 18.04.1920’dir.
“HAYASIZCA BİR RİYÂKÂRLIK.
Ermenistan katliamı üzerine gönülden ve vicdanen inandığım şey olan gerçekler hakkındaki sâfiyane düşüncelerimi tekrar, tekrar söyledim. Bu olayları asla onaylamadığımı ifade etmezsen Allah beni affetmez. Sadece bu olayların küstahça abartıldığını kanıtlarıyla ispat ettim. Zaten hafifletici şartlar kendilerini savunmaktaydı. Her zaman, Türkiye’nin kemirici kurtları, profesyonel gammazları ve iftiracıları, zenginlerin ve fakirlerin tüm varlıklarını kendilerine akıtan bütün Hıristiyan âlemini Osmanlı vatanı aleyhine kışkırtan ve Yunanlarla birlikte her fırsatta mezalim yapanlar Ermenilerdir. Lövantenlerin; hiçbir ülkede, hiçbir devirde Türklere karşı olan bir iftira eseri, bu kadar ustaca ve yüzsüzce icra edilmemiştir. Bunu, Hıristiyan sıfatını kullanarak ve istismar ederek, dar kafalı binlerce Katolik nezdindeki itibarları sayesinde yapmışlardır ve doğu ülkelerinde ikamet edildiğinde, bizde ne kadar çok nahif ve cahilin din fanatizmiyle, Katolikliğin en büyük düşmanı olan Ermeniler ve Ortodokslar lehine davrandığını gülümseyerek görürüz. Hâlbuki zavallı Türkler, aksine, bizim için hoşgörünün bizzat kendisi olmaktan vazgeçmediler.. Yine, ciddî olarak bilinen insanların, kelimelerin ne anlama geldiklerini bilmelerine rağmen, Türklerin bize ihanet etmiş oldukları iddiasında inat ettiklerini tekrar, tekrar söyleyeyim. Ancak, ihanet etmenin birinci şartı, bir söz verilmiş olmasını icap ettirmez mi ? Oysa Türkler bize ne vaat ettiler ve bize ne borçlular, rica ederim ? Bence hiç. Biz onları Mısır’da İngilizler, Tripoli’de İtalyanlar, Balkanlarda Bulgarlar ve Yunanlar karşısında – ve daima en sıkıcı biçimde hareket ederek – yalınız bırakmadık mı ? Gerçekten onlar üzerinde ne hakkımız var ?..
Nihayetinde, Rus devinin ağır pençesi altında ezilmenin ve İstanbullarını kaybetme tehlikesinin karşısında yapayalnız kaldıklarını görünce, vatanlarını kurtarmak için ümitsizce Almanya’nın yardımını kabul ettiler. Onların yerinde kim olmuş olsaydı da öyle yapmazdı ? Türkiye’nin parçalarının üzerine çullanmış Avrupa halklarının aç gözlü politikalarına hizmet etmek üzere tam vaktinde ortaya çıkan “Ermenistan katliamları”nı özellikle şüpheyle karşıladım. İlk bakışta sözde Maraş katliamı “mümkün” olması için son derecede “beklenmedik” geliyor bana. Türkler, başka her türlü duygu kıtlığı nedeniyle, Avrupa’nın onları incelediği ve pusuya yatarak inkârı mümkün olmayan bir kötü niyetle kollamakta olduğu sırada bu infazları yapacak kadar akılsız mıydılar ? Bu nedenle bilgi sahibi olmaya çalıştım. Ve işte, çok ciddî Fransız kaynaklarından edindiğim bilgiler:
Öncelikle, bizde ne yaparlarsa yapsınlar, cahil kitleler tarafından daime hakarete uğratılan ve en kötü şeylerle itham edilen zavallı Türklerin yerine bir an kendimizi koyalım. Mütarekenin imzalanmasının hemen akabinde, kendilerine bırakılan Kilikya bölgesine, son derecede sâkin olan Kilikya’ya, arkalarında topçu bataryaları ve tam bir işgal malzemesi taşıyan İngiliz ve Fransız işgal kuvvetlerinin girişi – ki, bu da asla inkâr edilemez bir olaydır – karşısındaki öfke dolu şaşkınlıklarını tasavvur edelim. Ve bu olay, İzmir’in katliamcı ve kundakçı Yunan bir çetenin, her şeyi ateşe ve kana bulamak amacı taşıyan istilasıyla çakışmaktaydı. Dünyada hengi ülke kendisini son gücüyle müdafaa etmeden buna tahammül edebilirdi ? Buda yetmezmiş gibi birliklerimizin önünde, kudurmuşçasına saldıran Fransız giysileri içindeki Ermeni çeteleri bulunuyordu. Peki neden Fransız üniforması içindeydiler ?..
Bu gayri nizamî kuşamların seçiminde bazı müttefiklerimizin Türklerin bize duyduğu sevgiyi nefrete dönüştürmek ve sevgili Fransa’mızın doğuda asırlarca uğraşarak kazandığı önceliği kapmak amacı taşıyan ve defalarca ortaya konulan aynı inatçı planların bir manevrasının rolü olduğunun görülmesi hak değil midir ?
Ermeni lejyonları olarak isimlendirilen bu çetelerin Köylere ellerinde silâhlarıyla salındıklarında ve Türk halkının üzerinde vahşice hırslarını tatmin etmeye başladıklarında neler yaptıkları tahmin edilebilir. Başlangıçtan itibaren, onların Adana ve Haçin gibi şehirlerde düzeni kurmalarıyla ve sözde görevlendirilmelerinden ve Fransız üniformalarının ihsan ettiği dokunulmazlıktan aldıkları cesaretle en aşağılık içgüdülerine tam yol verdiler. Yağmalar, ırza tecavüzler, cinayetler, yıkımlar, Türk köylerinin yakılması birbiri ardından kesintisiz olarak geldi. Haçin’de yüzlerce Müslüman inanılmaz işkencelerle sakat bırakıldılar. Uzun süren sürgünlerden yuvalarına dönen zavallı Türk esirler katledildiler ve hayâsızca parçalanan cesetleri günlerce açıkta bırakıldı. Dünyanın en eski kentlerinden olan Maraş yoğun top ateşiyle bombalanarak ve kırıntı haline getirildi. Antep ve Onria kentlerinde, bu Ermeni lejyonları, gene Fransız üniforması içinde, dehşet verici suçlar işlediler. Olaylar öylesine trajik bir hal aldı ki, İstanbul’daki Fransız askerî makamları, maalesef kamuya açıklanmayan teferruatlı raporları Paris’e gönderdiler. Kitle halinde ayaklanan Türk halkı sonunda silâhlandı ve her iki tarafa da bir çok yaralı ve ölüye malolan çatışmalar bunu takip etti. Ermeniler öldü ama çok daha fazla Müslüman, Yunan ve yaklaşık 200 Fransız da hayatını kaybetti. Ama bir tek Ermeni bile katledilmedi. Gerek Latin, gerekse Gregoryen ve Katolik ruhban sınıfı tarafından gönderilen telgraflar da bunu doğruluyor. Bu durumda ben, Maraş’ta Ermenilerin katledilmesi hikâyesinin bütün Fransız karşıtı davaların en büyüğüne hizmet etmek amacıyla uydurulmuş riyakârlıkların en hayâsızcası olduğunu iddia etme cesaretini gösteriyorum. Zaten, ihtimal dahilinde olmasa da, yanlış bilgilendirilmiş olmam durumunda müttefikler arası bir soruşturma komisyonunun olay yerine gönderilmesinin rica ediyorum.
Bu isteklerini avaz, avaz haykırarak bildiren Türkler ile beraberim.
Bitirirken, bir olayı istisnaî ciddiyetle ve çok üzülerek anlatmak zorunda olduğuma inanıyorum: Bu çatışmalarda yer alan Fransızlar, bizden ölenlerin İngiliz top mermileri, kurşunları tarafından vurulduklarını beyan ettiler ki, bu da bazı Türk ve Kürt çetelerindeki keskin nişancıların bize karşı İngilizler tarafından silâhlandırıldıkları izlenimini vermektedir. Bu durumu İngilizlerin bizzat kendilerine ihbar ediyorum. Çünkü biliyorum ki, özellikle başkentte iyiler ve dürüstler vardır ve onlar öncülerinin durdurulamaz emperyalizminden ilk öfkelenenler olacaklardır.
Pierre Loti
Fransız Akademisi’nden”