
“Yağmuru sevdiğini söylüyorsun ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun, güneşi sevdiğini söylüyorsun ama güneş açınca gölgeye kaçıyorsun, rüzgarı sevdiğini söylüyorsun rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun. İşte bundan korkuyorum çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun.”
WİLLİAM SHAKEPEARE
“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duanın,
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudâ’nın,
Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın.”
Ziya GÖLALP (1918 yılında yayınlamış olduğu ‘Yeni Hayat’ adlı şiir kitabında)
Atatürk 1932′de, önce Türkçe ezan okunmasının dinen caiz olup olmadığını tartıştırır. Caiz olduğu belirlenir.
Bunun üzerine içlerinde Hafız Burhan, Sadettin Kaynak,Hafız Nuri gibi dönemin önemli hafızlarının bulunduğu bir komisyon kurularak ezanın Türkçe çevirileri yapılır, hangisinin ahenginin daha uygun olduğu tartışılır.
Kabul edilen metin şöyle:
“Tanrı uludur;
Şüphesiz bilirim, bildiririm;
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim, bildiririm;
Tanrı’nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin felaha,
Namaz uykudan hayırlıdır.”
Diyanet İşleri Başkanlığı 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelge ile bu metni bütün camilere bildirir. Ezan Türkçe okunmaya başlanır.
Bu uygulama 18 yıl sürer.
14 Mayıs 1950′de genel seçimler olur, Demokrat Parti iktidara gelir.
Bazıları bu siyasal gelişmeyi ‘AK Devrim’ olarak anmışlardır.
Adnan Menderes’in kurduğu hükümetin güvenoyu aldığı tarih, 2 Haziran 1950′dir. Yalnızca 14 gün sonra, 16 Haziran 1950′de, ezanın Arapça okunmasını serbest bırakır.
Oylamaya katılan muhalefet de (CHP) kararı onaylar. (Dikkatinizi çekeriz, Türkçe ezan yasaklanmamış, yalnızca Arapça ezan serbest bırakılmıştır.) Ama bugün, değil Türkçe ezan okumak, okunmasını istemek bile bir cesaret işidir.
Burada karşımıza bir başka ‘ak’ çıkıyor. “Dinde zorlama yoktur’ biçimindeki ‘ak’ beyan…” Demokrat Parti hükümeti neden bu kadar telaşla, daha ayağının tozuyla ilk iş olarak ezan konusuna el atmıştır ?…
Çünkü ‘AK Devrimciler’ (!) tehlikenin farkındaydılar. 18 yıl boyunca dişlerini zor sıkmış, devrim’i beklemişlerdi. Yitirilecek bir dakika dahi yoktu. Eğer kulaklar kadar beyinler de Türkçe ezana biraz daha alışsa, arkasından :
“Biz neden ana dilimizde ibadet etmiyoruz ki? Biz neden kutsal kitabımızı ana dilimizde okumuyoruz ki ?…” tepkisinin güçlü bir şekilde geleceğinden korkulurdu.
Ana dil kullanım hakkı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını içine sindirmiş olanların aklına henüz gelmemiş bir özgürlük istemidir.
“Ak’la ‘kara’yı ayıramamamızın, ‘kara’yı bize ‘ak’ diye yutturmalarının” temelinde ana dilimizin kısıtlanmasının yattığını düşünmez misiniz ?… [*] Özellikle de bu toplumun yaşamında en büyük yeri tutan din konusunda…
—————————————————
[*] Ama bunun için önce akılların köreltilmesi, “Akıl Değmemiş Kafalar” ın seri halinde üretilmesi gerekir!…