
“Türkiye doğuya yol alan bir büyük gemidir. Geminin içinde batıya koşanlar var ve biz bunu batılılaşmak sanıyoruz.”
Sakallı Celal (Yalınız)
Ülkemizde her dönemde bazı olaylar olur, bazı kararlar alınır, bazı söylemler ortaya konur. Biz bunların hemen tamamı için şöyle düşünür ya da söyleriz :
“Batı ülkelerinde hiç böyle bir şey olur mu?” ya da “Akıl dışı böyle şeyler batı ülkelerinde neden olmuyor?” Örnekse, son İstanbul sel felaketi. Aynı şeyi Londra, Paris, Roma, Budapeşte, New York için aklınızdan bile geçiremezsiniz.
Bizde oluyor. Demek ki aramızda belirli bir ayrım (fark) var!…
Bu ayrım nedir?…
Bunu araştırıp, bulup, bilincine vardığımız zaman içinde bulunduğumuz açmazdan kurtulabileceğimiz bir gerçektir.
Deniyor ki ” onlarda bir sistem (düzen) var. Bunu toplum olarak benimseyerek oturtmuşlar. Böylece işlerin düzgün bir doğrultuda gitmesini sağlayabiliyorlar. Bizde olmayan budur.”
İyi ama söz konusu sistemi de insanlar geliştirip toplumda işler hale getirirler. “Sistem” denen şey gök yüzünden Allah vergisi olarak zembille inmez.
Öyleyse başlıca ayrım insanlar arasındaki yapıdan oluşuyor. Bu yapı ayrımı tümüyle zihin yapısındaki bir ayrımdır.
Demek ki batılı dediğimiz adamın düşünce yapısını incelemek gerekir. Batılı adamda genellikle şu özellikler bulunur.
● Temel aktore (ahlak) kurallarına uyma.
● Dürüstlük
● Sorumluluk
● Yasa ile kurallara saygı
● Başkalarının hakkına saygı
● Çalışkanlık
● Tutumluluk ile yatırıma inanç
● İrade
● Dakiklik
Bizde çok az sayıda kimsede yukarda sayılan özellikler vardır. Batıda ise çok büyük bir çoğunluk bu doğrultuda düşünüp, davranır. Bu özellikleri kazanma, önce ileri bir zeka, sonra da buna bağlı olarak yıllar boyunca geliştirilmiş bir eğitim ile uygarlığa bağlıdır.
Bizler doğru bakış açısına sahip değiliz.
İşte bu yüzden, batılıyla aramızda bir fark, bir ayrım oluşuyor. Bu yüzden de yaptığımız her iş ters, Her söylemimiz mantık hatalarıyla özürlü olduğundan yaşadığımız olaylar da bir çok olumsuzlukla dolu olarak gelişiyor…
Kalkınmış ülkeleri o noktaya getiren işlevsel ilkeleri, ya hiç bilmediğimiz ya da bunlara yan çizdiğimiz için, bu ilkelere uymuyor, bunları çocuklarımıza öğretme zahmetine de katlanmıyoruz. Kısaca yerimizde saymayı sürdürüyoruz.
Fakat arayı kapatmak bir zaman sorunudur. Bu gün aklımızı başımıza alıp, doğru yönde yürümeye başlasak bile, lkl kuşak (en az 50 yıl) sonra ancak sonuç alabiliriz.
Victor Hügonun şu ünlü sözünü hiç aklımızdan çıkarmayalım :
“Bir kimseyi eğitmek mi istiyorsunuz?… Onun anne-annesinden başlamanız gerekir!…”
Demek ki işimiz kolay değildir.
Allah hepimize üzerimize serpilmiş görünen ölü toprağından silkinme gücü bağışlasın!… Amin!…