“Meşrutiyeti ilan ettik olmadı. Cumhuriyet’i getirdik gene olmadı. Bir de ‘Ciddiyet’i denesek..”
Sakallı Celal (Yalınız).
Son yıllarda yönetimin bazı söylemleri ile eylemleri bizi kızdırmakta… Bunları adeta şaşkınlıkla karşılıyoruz. Böyle olmamalı diyoruz.
Ama bu durum son bir iki yıl içinde gelişmiş değildir. Bu günlere gelmemizin nedeni ya da nedenlerini oldukça eskilerde aramak gerekir.
Bundan aşağı yukarı 65 yıl önce doğu illerimizdeki feodal yapıyı ortadan kaldırmak için Toprak Reformu Yasası diyebileceğimiz bir yasa TCBMM nce çıkarılmak istendi. Ne var ki aşiret ağaları bunun meclisten geçmesini önlediler. O dönemde CHP içinde olan Celal Bayar ile arkadaşları oylamaya katılmamak için Meclise bile gelmedi.
Daha önce gene aynı amaçla kurulmuş olan Köy Enstitüleri, 1946 yılına gelindiğinde iktidarda olan CHP ce biçim değiştirilerek sıradan liseler haline getirildi. Böylece Köy Enstitülerinin köreltilmesi sağlandı. Bunun yapılmasının nedeni aşiret ağalarıyla yapılan oy pazarlığı idi. Ağalar 1950 yılında yapılacak seçimlerde CHP için oy kullandıracakları sözünü vermişlerdi.
Ama 1950 seçimlerinde CHP, DP karşısında ezici bir oy farkıyla kaybetti. Ağalar istediklerini elde etmek için vermiş oldukları sözü tutmamışlardı!!…
Bu bizde politikacıların uzgörü (vizyon) sahibi olmatıp, burunlarının iki santim ötesini bile göremediklerinin en güzel örneğidir.
Bu uzgörüsüzlük zincirleme olarak yinelenip, günümüze kadar gelinmiştir. Çünkü bizde siyasal partiler birbiri içindeki üyelerle doğarlar. Örnekse DP, CHP içindeki kişilerden oluşmuştur. Aynı Saadet partisinden AKP nin doğduğu gibi…
Aradaki gelişmeler de bu ikisinde olduğu gibi olmuştur. Ama halkımız sanki yeni doğan partiyle birlikte yeni fikirlerin gündeme geleceğini zannederek, hep bu yeni partiye oy vermeye yönelmiştir!… Oysa kişiler hep aynıdır değişen ya da değişecek bir şey yoktur.
Sonuçta feodal yapı da, aşiret ağaları da oldukları yerde sımsıkı kalıp, bu güne kadar gelinmiştir.
Yapılanları anımsayabilmek için burda Köy Enstitülerinin kronolojisini veriyoruz.
1936 yılında Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı görevi sırasında, köy halkına pratik bilgi vermek amacı ile KÖY EĞİTMENİ PROJESİ’ne başlanır. Bu, Köy Enstitüleri’nin temelidir.
17 Nisan 1940′ta Köy Enstitüleri Kanunu kabul edilir.
1943 yılında yapılan 2. Milli Eğitim Şûrası’nda Köy Enstitüleri aleyhinde yaygın bir kulis eylemi yapılmış, Köy Enstitüleri bir “İptidailiye dönüş” olarak kabul edilmiştir. (Bkz. Şûra kayıtları.)
1946 yılında Bakan Hasan Áli Yücel ile Köy Enstitüleri’nin mimarı Tonguç görevlerinden alınmışlardır. Milli Eğitim Bakanlığı’na Reşat Şemsettin Sirer getirilmiştir.
1947 yılında çıkarılan 5117 ile 5129 sayılı yasalarla öğretmene toprak verilmesi güçleştirilmiş, dağıtılmış kitaplar, aletler, hayvanlar ile malzemenin geri alınmasına karar verilmiştir. Öğretmen, yeni Türk köyünün yapıcısı değil, sadece okuma yazmayı öğreten tutucu bir bürokrat haline getirilmiştir.
1947 ile 1948 yıllarında çıkarılan 5012 ile 5210 sayılı yasarla köylü, okul yapma yükümlülüğünden çıkarılmıştır.
1947-48 ders yılında, Köy Enstitüleri’nin beyin kadrosunu üreten YÜKSEK KÖY ENSTİTÜLERİ kapatılmıştır. (Bu kurum 1942-43 öğretim yılında açılmıştı.)
29.04.1947′de çıkarılan yönetmelikle öğrencilerin okul yönetimine etkin olarak katılmaları engellenmiştir.
09.05.1947 tarihli genelge ile, KIZ VE ERKEK ÖĞRENCİLER, BİRBİRLERİNDEN AYRILMIŞTIR.
20.05.1947 tarihli genelgeyle, dünya klasiklerinden yapılmış çeviriler toplattırılarak yakılmıştır.
1948′de öğretim programı değiştirilmiş, iş eğitimi ilkeleri kaldırılarak, enstitüler klasik okullara dönüştürülmüştür.
Sonra Köy Enstitüleri 1955 yılında, o gün iktidarda olan DP ce, işlevleri lalmadığı gerekçesiyle tümüyle kapatıldı. O yıllarda bunların yerlerini doldurmak için İmam-Hatip okulları açılmaya başlandı!!…
Yukarda feodal yapı bozulmadan bu güne kadar gelindi dedik.
İyi de, feodal yapı ile demokrasi bağdaşır mı (kabili telif midir)?…
Olmaması gerekir!… Çünkü feodal yapıda marabalar (demek ki bir bölük TC vatandaşı) oylarını aşiret ağalarının buyruğu doğrultusunda kullanmaktadır. Bunların sayıları, Türkiyedeki seçmen sayısının 1/3 ü kadardır.
Bunun anlamı seçimlerde Türkiyedeki seçmenlerin üçte birinin güdümlü oy kullanıyor olmasıdır ki, bu hiç bir zaman demokrasiyle bağdaşamaz. Onaylanamaz da…
O halde Türkiyede uygulanan demokrasi, değişik biçimde bir demokrasi olup batı dünyasındaki demokrasiye hiç benzememektedir.
Yeni icat demokrasimiz hepimize mubarek olsun!!!…
Yazınızda belirtmiş olduğunuz ana fikre kesinlikle katılıyorum. Yalnız küçük bir bilgi eksikliğini düzeltmek isterim. Toprakla ilgili olan ilk reform tasarısı meclise 65 yıl önce değil tam 72 yıl önce Mustafa Kemal hayattayken İskan Kanunu adıyla gelir ve kısmen kabul edilerek 250 bin km2 toprak kamulaştırılarak topraksız köylüye dağıtılır.(bknz. Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz? – Server Tanilli) Yazılarınızı zevkle okudum,takip etmeye çalışacam sevgili hekimim. Saygılar.