
Perfüzyonda hemodilisyon denklemi ile içerdiği parametreler
Kalb-akciğer makinasının dolum işine bir çare aramaya başladığım günlerde, ki 1964 yılındaydık,. aklıma kandan başka bir sıvıyla doldurma işlemi geliyordu. Hazır kalb-akciğer makinasının hacmi ufaltılmışken bu iş akla da uygun geliyordu.
Literetürde kalb-akciğer makinasını kandan başka bir sıvı ile doldurmak için, kullanılacak sıvının hacmini bulabilmek amacıyla, vücut ağırlığının kg mı başına 20 cc sıvı kullanımı gerektiği belirtiliyordu. Bu hesaplamayı N. Zudhi salık vermekteydi. Bu yolla yapılan hesaplamaya göre, büyük gövdelerde, bizim modifiye edilmiş 13′ lik Kay-Cross oksigenatorlu perfüzyon makinası, bütünüyle kandan başka bir sıvıyla doldurulabiliyordu.
Ne var ki, Dr. Güran’ın aklı buna pek de yatmamıştı. Çünkü sulandırılan hastanın vücüt ağırlığı değildi. Buna nispetle kan volümü kasdediliyorsa; evet, sulandırılan hastanın kan hacmiydi. Ama, bu durumda da 20 cc ölçüsünü irdelemek gerekiyordu. . Sonunda, literatüre uyarak makinayı önce yalnız serum fizyolojikle doldurarak işe başladık.
Ama, dikkat edilirse Zuhti’nin öne sürdüğü sulandırma yönteminde, daha önceden hastanın kan değerlerinin ne olduğunun saptanmasına gerek görülmemektedir. Oysa, bu en önemli, daha başka bir deyişle araştırmacı zlhninin işleyişine uygun bir davranış biçimi olmalıdır.
Aldığımız sonuç şaşırtıcıydı. Hasta ameliyattan, tam kanla çalıştıklarimıza göre, çok daha iyi koşullarda cıkmıştı. O zaman aklımıza hayvan deneyleri sırasında makinayı kan yerine serum fizyolojikle doldurduğumuzda hayvanların ameliyattan çok iyi koşullarda çıktığı geliverdi. Gördüğümüz olayların homolog kan sendromu olduğunu bir anda anlamıştık, ama biraz geç olmuştu.
Bir kaç çalışmadan sonra prime’ı serum fizyolojik yerine serum glükoze ya da ringer laktat solüsyonuyla yapmaya başladık. Çünkü literatürden bu yolda bilgi almıştık.
Bir süre bu yöntemle perfüzyonlara devam ettik. Ama bu sulandırma işi Dr. Güran’ın aklını kurcalamakta devam ediyordu.
Şöyle düşunmekteydi : Neyi sulandırıyoruz? Kan hacmini derseniz, bunun fizyolojik bir etkisi düşünülemezdi. Çünkü, kanın sulandırılması için kullanılacak sıvının hacmi, genel kan hacmine göre çok ufak kalıyordu. O halde neydi, sulandırma yoluyla fiizyolojik bozukluklara yol açabilecek olan?
Düşüne düşüne en sonunda sulandırma sonucu etkilenecek olanların kandaki hemoglobin, hematokrit, kan proteinleri ile kan elektrolitleri olacağı sonucuna vardı. bu sonuncular, demek ki elektrolitler, dışardan kana uygun miktarlarda verilebilirdi, ama ötekiler verilemezdi. Demek ki esas olarak hemoglobin ile kan proteinleri üzerinde durmak gerekiyordu. Bunların, aşırı sulanma oranları fizyopatolojik değişikliklere yol açabilirdi.
Bunun üzerine basit bir matematik denklem geliştirdi:
V = Vo(no-n) / n
Burada
V = Hemodilüsyon (kanın sulandırılması) için ilave edilecek solüsyonun hacmi
Vo = Hastanın kan volümü
no = Hemodilüsyondan önce hastanın hemoglobin ya da albumin yüzde rakamı
n = Hemodilüsyondan sonra hastanın hemoglobin ya da albumin yüzde rakamıdır.
Bu denklemden, fizyolojik dengeleri bozmadan, ama hastanın vücut ağırlığıyla hiç ilgilenmeden, ilave edilecek solüsyon miktarı hesaplanabilir.
Ayrıca bu denklemden, kolayca hesaplama yapabilmek için, bir diagram elde etti. Bu diyagramda bir bakışta hemoglobin ile kan proteinlerinin ne kadar sıvı kullanılırsa fizyolojik düzeylerin altına inilmeyeceği görülebiliyordu. Elbette hastanın hemoglobin ile kan proteinlerini önceden saptamak koşuluyla (*).
Dr Güran’ın bu çalışması Annals de Chirurgie Thoracique et Cardiovasculaire adlı degide Fransada “Une Formule d’Hemodulition pour Charger les Appareils Coeur-Poumons” başlığı altında Ocak 1968 de yayınlanmıştır.
Görünüşe göre donörlerden de, bir ölçüde kan ile bunun beraberinde gelen dertlerden (homoşog kan sendromu) de kurtulmuş gibi görünüyorduk. Çünkü, perfüzyon makinasında kan kullanmaktan tümüyle vazgeçememıştik. Ara sıra serum glükoze ya da ringer laktat solüsyonuna kan da ekliyorduk. Bu, eldeki doldurma hacminin, fizyolojik ölçülere göre, tümüyle kandan başka bir sıvı için büyük geldiği durumlardı. Gene de ilk sıkıntılı günlere göre çok rahatlamıştık. Günde bir’den fazla açık-kalb ameliyatı yapabilme olanağına kavuşmuştuk.
Bütün amacımız da, çabamız da aslında buydu.
—————————————————————
(*)

Hemodilüsyon için en sonda varılacak rakkamların % 75 i gösteren rakkamların altında olmaması önerilir. Emniyet sınırı budur.
————————————————————-
Kay-Cross oksijenatörü (yapay akciğer) üzerinde yapılan değişiklik ile yeni geliştirdiğimiz formülle yapılan kan sulandırma tekniklerinin, bir batılı tarafından algılanış biçimi… (birinci kitabımdan alınmıştır) :
Dr. Siyami Ersek 1966 yılı ikinci yarısında bir Avrupa gezisine çıktı. Dönüş yolu üzerinde, Almanyanın açık-kalb cerrahisi öncülerinden Almanyada ilk açık-kalb ameliyatını gerçekleştiren ünlü Rudolf Zenker‘in Marburg’ taki kliniğine de uğramış Dönüşünde bize izlenimlerini anlattı. Zenker‘le aralarında şöyle bir konuşma geçmiş :
Siyami hoca “Biz bir suredir kalb-akciğer makinası priming’i için kan yerine %5 dekstroz solüsyonu kullanıyoruz”.
Zenker sormuş ” Ne tür bir oksigenator kullanıyorsunuz?”
“Kay-Cross oksigenatoru” demiş Siyami hoca.
Bunun üzerine Zenker demiş ki “Fakat bu imkansız, nasıl bir yöntemle bunu yapabiliyorsunuz?”
“Bizim çoçuklar” demiş Siyami hoca “Bir şeyler yapıyorlar”.
“Öyleyse” demiş Zenker “Biz size elemanlarımızı gönderelim, siz de bize arkadaşlarınızı yollayın. Birlikte çalışma yapalım”.
Siyami hoca bunları anlattıktan sonra, bize “Şimdi bunlarla uğraşacak ne zamanımız, ne de olanağımız var. Biz kendi işimize bakalım” dedi. Ancak aralarında geçen konuşmadan, zeka düzeyi yüksek olan Rudolf Zenker’in bizim yaptığımız değişiklikleri, hemen algıladığını anlıyoruz.
Böyle bir eleman değiş-tokuşuna karar verecek kişi Siyami hoca olduğundan yapacak bir şey yoktu, bu sorun da böylece kapanmış oldu. Ancak unutmamak gerekir ki, böylesi bir alışveriş hem bizim hastanemiz, hem de memleketimiz, belki de Avrupa için büyük kazanç olabilirdi. Bunun için, çok değil, azıcık bir ileri görüş yeterliydi kanısındayız.