ULUSA SADECE OKUMA-YAZMA ÖĞRETMEK YETERLİ Mİ?….

Bilgi_Kirliligi_Gorsel.jpg
“Bir milletin büyüklüğü, nüfusunun çokluğu ile değil, akıllı, bilgili ve faziletli adamlarının sayısı ile belli olur.”
Victor HUGO

“Eğitim, bireylerin her bakımdan gelişmesine yönelik olan ve belli bir amacı taşıyan bir işleyiştir”
Murat KİRİŞÇİ

Bilindiği gibi Türkiyemizde , yapılan saptamaya göre 5 milyon kişi okuma-yazma bilmiyor. Bunların 4.5 milyonu kadın, ötekiler erkek. Bunu genel nüfusa oranlarsak toplumumuzun yüzde 7.14 ü okuma-yazma bilmiyor. Başka bir deyişle okuma-yazma bilenlerimiz toplumun yüzde 92.9 unu oluşturuyor. Bu hesaba 5 – 9 yaş arasındaki 8 milyon 820 bin kişi katılmamıştır. Okuma-yazma bilmeyenler arasında orta yaşa gelmiş kişiler bile vardır. Fakat bu varılan sonuç bir başarıdır. Çünkü cumhuriyetin ilk kurulduğu günlerde yurtta okuma-yazma oranı yüzde 15 idi. Buradan yüzde 92.9 a kadar gelinmiştir.

ülkemiz demokrasiyle yönetilmektedir. Bunun için herkesin okuma-yazma bilip, değişik türdeki yazılı kaynakları, kayıtları kullanarak tanımlama, anlama, yorumlama, bir araya getirme, iletişim kurma ile hesap yapma yeteneğini kazanmış olması (UNESCO), bunun için de en az okuma-yazma bilmesi gerekir diyoruz. Ama bu, eğitim açısından bakıldığında, en düşük koşulu gösterir. Elbette belli bir önemi vardır. Ne var ki öğrenim bu noktada kalırsa ya da “bu kadarı bize yeter” denirse toplum tümüyle geri bırakılmış, ilkel bir toplum durumuna getirilmiş olacaktır.

Bunun da ötesinde oplumun azımsanmayacak bir bölümünde kız çocukları ile kadınlar töre bahanesiyle adeta insandan sayılmıyor. Bu düşünce biçimi onların değil eğitim almaları, okuma-yazma öğrenmelerini bile fazla görüp, engellenmesine neden oluyor. Bu yüzden okuma-yazma bilmeyenlerin büyük bölümünü kadınlar oluşturmaktadır.

Böyle olmasına karşın, hedefimize okuma-yazmadan çok öte, ilk öğretim ile lise eğitimini, daha sonra da yüksek öğretimi almamız kesinlikle gerekir.

Ancak günümüzde, kişiye genel ekin (kültür) vermeyi amaçlayan lisenin son sınıfına kadar olan eğitimde başarı sağladığımız söylenemez. Çünkü, lise bitirmiş rastgele bir bireyi bir parça eşelerseniz gerçeğin ne olduğunu görürsünüz. Çocuklarımız orta ile lise eğitimini, geçilmesi zorunlu bir sırat köprüsü olarak belleyerek, sınıfları geçip sonunda bir lise diploması almayı amaçlıyorlar. Bu onlar için yeterli oluyor. Bilgi ile ekin (kültür) kimseyi ilgilendirmiyor gibi görünüyor.

Ne yazık ki bu konu eğitimcileri pek de ilgilendirmiyor gibi görünmekte…. Çünkü orta eğitimdeki apaçık çarpıklıkları, bir araya gelip düzeltmeyi düşünmüyorlar bile!… Çocuklarımız bir ezbercilik sarmalı içine düşürülmüşler!… Oradan çıkmayı başarıp, yararlı bilgiye bir türlü ukaşamıyorlar. Ekinsiz (kültürsüz) kuşaklar yetişip durmakta… Yukarıda verdiğimiz Victor Hugo’nun sözlerini bir kez daha, dikkatle okumanızı öneririz. Bütün kabahat eğitimdeki programlardadır (müfredat programlarındadır). Bunlar düzelebilir mi?… Elbette istenirse bu başarılabilir. Bunun için Hasan Ali Yücel, İsmail Tonguç, Celal Yalınız gibi eğitimcilere gereksinim vardır. Sözünü ettiğimiz bu eğitimciler Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün eğitimcileriydi. Buradan asıl gereksinimin kim olduğu açık olarak ortaya çıkmıyor mu?…

Liseden sonra yüksek eğitim gelir. Yüksek okullar ile Üniversiteler gençlere ekin değil, ama meslek bilgisi verirler, meslek öğretirler. Bu yüzden yüksek eğitimden geçmiş bir kişi “ben yüksek okul bitirdiğim için kültürlüyüm” diyemez; “ben meslek sahibiyim” diyebilir. Ama lisede sağlam bir eğitim almışşsa, böyle bir olanağı elde edebilmişse, oraya gönderme yaparak “kültürlü” olduğunu da savunabilir.

Bu konuda yaşadığım bir olguyu burada anlatmak isterim : Tıp fakültesinin birinci sınıfında ilk kimya dersine girdiğimizde profesör bize “Şimdiye kadar öğrendiğiniz kimya bilgisini tümüyle unutacaksınız. Size burada kimyayı baştan öğreteceğiz” demişti. İşte o zaman lisenin sonuna kadar okuduklarımızın ne kadar boş olduğunun birden bilincine varıp, ağır bir karamsarığa kapılmıştım.

Bizim genç nüfus kitlemizin hacmi büyüktür. Nerdeyse toplam nüfusun 1/3 ünü yapar. En yeni olarak, 22.10.2000 tarihinde yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre 73.5 milyon olan nüfusumuzun :

5 – 9 yaş arasındakiler 8 milyon 820 bin;
10 – 19 yaş arasındakiler 17 milyon 48 bin 43;
20 – 24 yaş arasındakiler 6 milyon 771 bin 610
0 – 19 yaş arası 25 milyon 868 bin 43; olarak bulunmuştur.

Bu verilere göre 10 – 24 yaş arasındaki gençlerimizin sayısının 23 milyon 819 bin 653 olduğu anlaşılmaktadır. Bu sayı genel nüfusun % 32.4 ü demektir.

İşte, üzerinde durulup bilgi eksikliğinden yakınılan yaklaşık 24 milyonluk bir kitledir. Eğitim sisteminin sorumlu tutulabileceğini, ama, bir kanıya göre, okul sonrası gençlerin kendilerini yetiştirme noksanının daha önde olduğu savunulmaktadır.

Bu konyu daha önce de çok yazıp, söyledik. Lakin herşeyden önce şunu iyice bilmemiz gerekir : Okul sonrası kendini, sıfırdan alıp yetiştirebilecek gücü olanlar IQ leri 145 in üzerinde olan dahi (genius) sınıfına giren kişilerdir. Çünkü bunların özöğrenimli (autodidacte) olma özellikleri vardır. Bunların dışında ortalama zekada olan gençlerin yetişmesi için iyi bir eğitime, kaçınılmaz biçimde gereksinimleri vardır. Bu gereksinim karşılanmadan gençlerin belli bir düzeye kendi çabalalarıyla gelmelerini beklemek “abesle iştigal” olur.

Tersi yönü savunuyorsanız : O zaman eğitim sistemleri ile okulların ne nedenle var oldukları ya da bunlara ne yüzden gerek olduğunu?.. Sorup, irdelemeniz gerekmez mi?….

Ama toplumda okuyup-yazabilmenin daha ilerisinde eğitim görmüş bireylerin çoğunlukta olmasının, yurdun gönenci bakımından çok önemli olduğunu da bilip, ana hedefi bu yönde geliştirmenin bilincinde olmak gerekir.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>