“Yanlış tanı, her zaman yanlış sağıtma (tedavi) ile sonlanır”
Y.G.
(Bu konuyu başka makalelerde de bir çok kez dile getirmiştik. Ama iki gün önce 32. Gün programını izledikten sonra tekrar ele alma gereksimini duyduk)
İki gün önce televizyonda gece yarısından sonra yayınlanan, Kürt sorunu ile PKK terörünün nedenlerinin tartışıldığı 32. Gün programının başlangıcında, Hasan Celal Güzel ile DTP milletvekili Hasip Kaplan arasında gelişen, koro halindeki ağır küfürleşmeye tanık olduk. Konuşmalar, iki kişi arasında aynı zamanda geliştiği için söylenenler de pek anlaşılamadı. Sonra ortalık yatıştı katılımcılar sakin sakin tartışmayı sürdürdüler. En sonunda da, oturum yöneticisinin deyimiyle, konunun çözümü için bazı ortak fikirllerde birleşildi.
Problemin çözümü için öne sürülen bu ortak öneriler nelerdi?…
Her kesimin bir çok kez yinelediği gibi, terör örgütünün eylemlerinin sona erdirilebilmesi için doğu ile güneydoğu ilerimizin kalkındırılması, buralara yapılan yatırımların arttırılması, işsizliğin önlenmesi, sosyal ile ekinsel (kültürel) kalkınmasının sağlanması, Kürtlerin kimliklerinin onaylanması, bu illerde kişi başına düşen milli gelirin batıdakilerle aynı düzeye getirilmesi, kısaca bu illerin batı illeriyle aynı düzeye çıkarılmasının yeteceği söylendi. Demek ki, toplantıya katılanlar, doğu illerine sözcüğün tam anlamıyla gönenç’in (refahın) getirilmesiyle problemin tümüyle çözüleceği fikri üzerinde birleştiler(!).
Oysa PKK terörü ile buna bağlı Kürt sorununun kökeninde yatan, doğu illerinin gönenci değil çok daha başka öğelerdir. Bu nedenleri göz ardı ederek soruna çözüm ararsanız, ulaştığınız çözüm yolları da, ister istemez yanlış olacaktır,
İzlediğimiz 32. Gün programında ABD nin, artık ayan beyan tartışılmakta olan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) tan akla gelip, hiç söz edilmedi. Bunun karşısında AB nin de tutumu hiç akla gelmedi. Ama Türkiyedeki Kürt sorununun altında yatan gerçekler, şimdilerde hiç kuşku yok ki, bunlardır.
● Kendine Kürt diyen halk değil, ama onların liderliğine soyunan herkes, Osmanlı İmparatorluğundan bu yana, hep goğu illerimizde bir Kürdistan kurulması hayalini gündeme getirip bunun için uğraş vermişlerdir. Halk da, her halde bilisizlikleri yüzünden olsa gerek, bunların izinde yürüme zorunluluğunu duymuştur.
Bunlardan ilki, zamanın Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit zamanında başlar. Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır. Said-i Nursi namındaki kişi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur. Dilekçede Kürdistanın geleceği (!) için Kürdistan olarak adlandırdığı bölgede 3 tane medrese açılması ile burada Kürt gençlerinin eğitim görmesini ister. II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder… Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür. Fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır. Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söylemiştir.
Şeyh Said İsyanı, (dönemin adıyla: Genç Hâdisesi, Şubat – Nisan 1925), Doğu Anadolu’da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı ayaklanma da bu tür olaylardan biridir.
Said-i Nursinin ölümünden sonra müritleri dokuz kola ayrılarak dağıldılar. Bunların en önemlileri Fethullahçılar, Nakşıbendiler, Kırkıncılar ile MedZehracılar dır. Halen içlerinde en güçlüsü Fethullahçılardır. Bunlar da, Said-i Nursinin halefleri olarak, baş amaç bildikleri doğu illerinde bir Kürdistan kurulması fikrini ele almışlardır. Bunların görünürdeki irtica atılımlarını bir tarafa koymamız gerekir. Çünkü bu davranışlarının arkasında bazı güçler bulunmamaktadır. Oysa Kürçülük ile Kürdistan hayalleri büyük güçlerce destekleniyor. Bu yüzdendir ki Fethullah Gülen Pennsilvania’daki bir FBI çifliğinde oturmakta, buradan başka bir yere kımıldamama eğilimini taşımaktadır.
● Bunun ardından, 1957 yılında onaylanan Eızenhower Doktrini ile başlayıp aynı doğrultuda olan ABD nin BOP atılımı gelmektedir. Bu ABD projesine göre, orta doğudaki bir çok ülke sınırlarının değişimi yanında, Türkiyenin Doğu ile Güneydoğu illerinde bir Kürdistan Devleti kurulması öngörülmektedir. ABD bu değişiklikleri kendi açısından yaşamsal olarak görmektedir. Görünürdeki amacı ortadoğuda kararlı dengenin (istikrar) kurulmasıyla ABD nin güvenliğinin sağlanmasıdır. Ama gerçek amaç bu değil, aslında bölgedeki tüm petrol musluklarına el koymaya yönelik bir girişimdir.
Yönlendirilmesi düşünülen bu geniş coğrafya, dünya enerji kaynaklarının çok büyük bir bölümüne sahiptir. Bu sınırları geniş bölgede farklı uluslar, kültürler, diller ile dinler yaşamaktadır. Bu alanlarda ABD ekseninde bir “düzen ve istikrarı” kurarak, egemen kılmanın, bir bakıma dünya egemenliğini büyük bir dayanak ile güvenceye kavuşturmak anlamına geleceği kabul edilmektedir. Başta petrol olmak üzere doğalgaz, su gibi temel maddelerin denetim altına alınması, aktarım yollarının denetlenmesi demek, aynı zamanda, olası rakip devlet ya da devlet gruplarının önünün kesilmesi anlamına gelmektedir. İkinci hedefin enerji kaynaklarının ele geçirileceği ile daha şimdiden bölge petrollerinin %40’ı olan Irak petrolleri, Afganistan’daki zengin uranyum kaynakları fiilen olmak üzere el değiştirdigi bu durumun dünya bor tuzlarının %75 ine sahip bulunan Türkiye Cumhuriyeti ‘ni de yakından ilgilendirdiği belirtilmektedir.
● Daha sonra AB nin ne tutumda olduğuna bakmak gerekir. Kurtuluş Savaşımız sonunda Lozan antlaşmasını imzalayan bütün Avrupa Devletleri, bunu pek gönülsüzce yapmışlardır. Sevr antlaşmasını hep özlediler. Şimdilerde acaba bu filmi nasıl başa sarabiliriz?… düşüncesi içindeler. Bu doğrultuda ABD nin BOP si bulunmaz bir nimettir. Çünkü Türkiyenin elinden topraklarının 1/5 i kadar bir bölümü kopartılıp alınabilirse, başka bölgeler de pek ala elinden alınabilir. Çünkü Doğu İllerini terkedebilmiş bir Türkiye gücünü kaybedip zayıflamış, adeta Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinin özelliklerini taşıyan bir devlet olacaktır. Bu durumda belki de Sevr Antlaşmasından daha da ileri bir paylaşmaya gidilebilir mi?… Düşüncesi, AB de önem kazanmaktadır.
İşte bunlar 32. Gün’de tartışanların akıllarından bile geçmemiştir. Geçse idi, Kürt ile PKK sorunu konusunda şu aşağıdaki olanaklara varmaları işten bile değildi.
Yukarda anlatılanlar ışığında söz konusu sorunun çözülmesinde üç olanak akla gelebilir :
● ABD nin öne sürdüğü BOP ni. uygulamada olanaksız olarak görüp tümüyle geri çekmesi, yürürlükten kaldırması. Böylece PKK terör örgütünden de desteğini çektiğinden, bu hareket te sönecektir. Ancak AB, ABD nin dışında ondan ayrı olarak, yukarda anlatılan nedenlerden ötürü, PKK yı desteklemeyi sürdürür mü?… Fakat bizce bu daha kolay çözülebilecek bir sorundur.
● Bu olmazsa, sorunu sona erdirmek adına Türkiyenin doğu bölümünün, kurulacak Kürt Devletine, kuzu kuzu teslim etmesi ki, bunu izleyecek bazı olumsuz gelişmelere de katlanılması gerekecektir. Çünkü, Türkiyenin önüne, daha sonra Sevr’den daha kötüsünü içeren dayatma projelerii konulabilir. Parçalanma sürecine girmiş bir Türkiye bu dayatmalara gereği gibi karşı koyabilecek midir?…
● Ya da, bundan bir süre önce bir ABD generalinin dile getirdiği gibi, Türkiye vatanı olan topraklar için savaşa girecektir. Böyle bir savaşta Türklerin karşısında kimlerin olabileceği şimdilik bilinemez. Ama bu bir yerel savaş olmayıp III Dünya Savaşının çıkmasına bir başlangıç olabilecek bir girişim olabilir.
İşte 32. Günde asıl tartışılacak konular bunlardı!… Konuya bu yönden bakılamamıştır. Ama Türkiyenin PKK ile Kürt sorununun altında, doğu bölgelerimizin gönenci değil, ABD nin BOP nin olduğu bir gerçektir.
Ne var ki, bu konuları, bazı siyasal nedenlerden ötürü, kamu önünde dile getiremiyorsanız, hiç konuşmayın daha iyidir!…
Aklımızı kullanamıyoruz vesselam!…
KÜRT SORUNU TÜRKİYE SORUNUDUR VE GERÇEKTİR BUNU RTIK ANLAYIN
KÜRT SORUNUN MUHATABI İMRALIDA VE MECLİSTE DTP DİR İMRALISIZ ÇÖZÜLECEK BİRKÜRT SORONU YOKTUR HEPİMİZ BİLİ YORUZKİ ÖCALANSIZ ÇÖZÜLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM VE ASLA İNANMIYORUM LÜTFEN KÜRT VE TÜRK HALKI ABD VE FETULAHÇILAR TARİKATÇI AKP OYNUNA GELMİYELİM ONLAR GİDİCİ KÜRT VE TÜRK HALKI KALICIADIR DTP NİN AMACI ÜLKEYİ BÖLÜNMEK DEĞİLDİR ANLAYIN ARTIK