“Bilgili olduğumuz oranda özgür oluruz.”
SOKRATES (Σωκράτης)
Kendini bilge sanan bilgisizden sakın.
Kabusname’den
“Uzmanlar haftada 3 yumurta yemenin zekayı geliştirdiğini bildirdi. Bunu sağlayan ise yumurtada bulunan cholin maddesi. Bu nedenle uzmanlar özellikle çocuklara yumurta yedirilmesini tavsiye ediyor. Uzmanlar yumurta sarısını da kalb için faydalı olduğunu bildirdi.Çünkü yumurtada bulunan lesitin adlı madde cholesterolün kalb damarlarına yapışmasını önlüyor.”
(13 Ekim 2008 tarihli gazetelerden)
Herkesin çok iyi bildiği gibi 1960 lı yıllardan bu yana, kolesterol içerdiği için, yumurta yeme hekimlerce yasaklanmıştı. Bu fikrin yanlış olduğu 2000 li yılların başlarında anlaşılarak, şimdilerde yukardaki gazete haberinde görüldüğü gibi yasaklamak bir yana, yenmesi öneriliyor. Okuduğumuz yazılarda bunu “yumurta aklandı!…” biçiminde söylüyorlar.
Tavuğun yaradılmasından bu yana, binlerce yıldır yumurta ortalarda dolaşmakta… İçinde bulunan maddelerin de 2000 li yılların başlarında keşfedildiğini söyleme olanağı hiç yoktur. Bunların varlığı da, insan hücresi ile sinir sistemi için önemi de çok uzun yıllardır bilinen gerçekler arasındadır (*).
Öyleyse yumurtanın yenmesi neden yasaklandı?!…
Sırf içinde cholesterol bulunması nedeniyle damar kastalıklarına (atherosclerose) yol açacağı öne sürüldüğünden bu yasak konuldu ki bu bir “Şehir Efsanesi” dir (**).
Neden böyle diyoruz?… Çünkü insan kanında dolanan kandaki cholesterol’ün damar sertliği hastalığının nedeni olmadığı bir gerçektir. Aynı sonuç balık tüketiminin de başına gelmişti. Şimdilerde balığın “şifa” niyetine yenmesi öneriliyor.
Ne demek istediğimizi, daha önce bir çok kez söylediğimiz halde, bir kez daha yineleyelim.
Herşeyden önce, atherosclerose (damar sertliği) hastalığını yapan nedenin bazı insanlarda bulunan bir Gen olduğunu artık bilmek gerekir. Bu ispatlanmış bir gerçektir. Öylesine ki, örnekse Ege Üniversitesinde amniosentezle alınan materyelden, doğacak çocuğun ilerde damar sertliği hastalığına tutulup tutulmayacağı saptanabilmektedir. Bu doğrudan bu olayın genler üzerinden yürüdüğünü gösterir. Demek ki bir soya-çekim söz konusudur.
Gerçekten de damarı (arterleri) tıkayan cholesterol maddesinin damar çeperine oturması için, önce damar iç yüzeyinde bir yaralanma olması gerekir. Yaralanma, genelde arterin ikiye atrıldıktan sonraki bölümünde görülür. Çünkü bu bölge sürekli olarak travma altındadır. Bu yarayı kapatmak için kandaki cholesterol oraya yerleşerek bir kabuk gibi örter. Demek ki, damar duvarındaki cholesterol birikmesi neden değil sonuçtur. Aslında damardaki atherosclerotic bölge, histolojik olarak incelenirse, burada sadece damar iç yüzünün (intimanın) değil, damarın çeperi katmanlarının büyük bir bölümünün bozuluma uğradığı görülür. Bu olay bir tür iltihabi değişimdir. Damarın çeperi derinliğince hastalandığı için o bölgede damar esnekliğini kaybeder. Bu yüzden hastalığa, çok doğru olarak Türkçemizde “Damar sertliği” adını veriyoruz.
Öte yandan, cholesterol vücutta bir çok organın yanında, başlıca karaciğerde üretilip kana verilir. Yiyeceklerle alınan cholesterol niceliği artarsa, karaciğerde cholesterol yapımı azalır, tersi olursa demek ki yiyeceklerle alınım azalırsa, karaciğer cholesterol yapımını çoğaltır. Aradaki farkın % 1 olduğu saptanmıştır. Bunun anlamı, yiyeceklerle alınan cholesterolün kan düzeyine etkili olmadığıdır. Öyleyse diyetten yağlı maddelerin çıkartılması ya da çok azaltılması boş bir gayrettir.
Kanda bulunan cholesterolün ilaç alma yoluyla düşürülmeye çalışılması ise iyice akıldan uzak bir davranıştır. Çünkü damar yarasına choresterol oturması, bu maddenin kadaki düzeyine bağlı değildir. Az da olsa, çok ta olsa oturacaktır. Bütün problem birincil olan damar yaralanması olayıdır. Demek istiyoruz ki, bir çoğunun savunduğu gibi kandaki cholesterol düzeyinin yüksekliği damar hastalığının nedeni değildir. Bu ikincil bir olay olarak bu hastalıkta boy gösterir.
Bir başka önemli özellik, bütün canlı hücrelerin duvarları (hücre zarları), sinir uzantılarını yapan akson ile dentritlerin çevresindeki schwann kılıfları ile bir çok enzim ile sinirsel-aktarıcının (cholin’den asetylcholin üretilmesi gibi) yapımında cholesterol denen maddenin kullanılmasıdır. Bunlar yaşamsal önemdedir. Örnekse schwann kılıfları olmasa sinirler boyunca iletim durur. Sinirsel aktarıcılar üretilemiyorsa aynı sonuç doğacaktır. Herhangi bir organda ya da bütün organizmada hücre zarlarının oluşamaması ya da eksik oluşması sonucu ise yaşamı sürdürmenin olanağı yoktur. Bunlar her tıp okuyanın sıradan olarak bildiği ya da bilmesi gereken özelliklerdir.
Öyleyse bu önemde bir maddeyi içeren yiyecekleri yasaklamanın akılla, bilgiyle bağdaşır bir yanı var mıdır?…
Bir de yeri geldikçe falan madde aklandı (beraat etti) (!) diyoruz. Bunu demekle o madde ya da maddelerin “hastalık yapma suçundan” arındığını anlatmak istiyoruz.
İyi de, bunlara hiç yoktan “hastalık yapar” çamurunu haksız yere biz kendimiz atıyoruz!… Sonra da aklandıklarını söylüyoruz!…
Gerçekte suçladığımız, sonradan akladığına karar verdiğimiz besin maddeleri içeriklerini hiç değiştirmeden binlerce yıldır varlıklarını sürdürmekte, kendilerinden yararlanmamızı beklemekteler…
Her şeyden önce şunu bilmek gerekir : Dünyanın en büyük alıklığı, ortada bir problem olmadığı halde problem yaratmak, sonra da bunu çözmek için çaba harcamaktır. Ama gördüğünüz gibi yapılmakta olan tam da budur.
Oysa bir parça bilgi, bir parça akıl kullanımı doğru yolu bulmaya yetecektir.
Tanrı, olmayanlara akıl ile bilgi ihsan eyleye!…
—————————————————————-
(*) BÜTÜN BİR YUMURTADA BULUNAN BESİN ÖĞELERİ
(Bir yumurtanın ağırlığı 55 g – 60 g arasında; ortalama 58 g dır)
Enerji (kkal) 75
Protein (gr.) 6,25
Toplam yağ (gr.) 5,01
Toplam karbonhidrat (gr.) 0,6
Yağ asitleri (gr.) 4,33
Doymuş yağlar (gr.) 1,55
Tekli doymamış yağlar (gr.) 1,91
Çoklu doymamış yağlar (g) 0,68
Kolesterol (mg) 213
Tiamin (mg) 0,031
Riboflavin (mg) 0,254
Niasin (mg) 0,036
B6 vitamini (mg) 0,070
Folat (mcg) 23,5
Vitamin B12 (mcg) 0,50
Vitamin A (IU) 317,5
Vitamin E (mg) 0,70
Vitamin D (IU) 24,5
Kolin (mg) 215,1
Biotin (mcg) 9,98
Kalsiyum, Ca (mg) 25
Demir, Fe (mg) 0,72
Magnezyum, Mg (mg) 5
Bakır, Cu (mg) 0,007
İyot, I (mg) 0,024
Çinko, Zn (mg) 0,55
Sodyum, Na (mg) 63
Manganez, Mn (mg) 0,012
(**) “Şehir efsaneleri, ne zaman, nerede, kim tarafından, ne amaçla, nasıl… çıkarıldığını kimsenin bilmediği… bazıları halkın deney ve gözlemlerinden çıkmış olması muhtemel, ancak çoğu büyük ihtimal tamamen ‘sallama’ olan… hiçbir yazılı belgesi, kanıtı bulunmayan… daha çok kulaktan kulağa yayılan… bazıları yerel, ama çoğu tüm dünyada bilinen inanışlardır. Bilimin cevaplayamadığı pek çok soruda ve biçare kaldığı durumlarda imdâda hep şehir efsaneleri yetişir; özellikle de bizim tıp alanında.
Şehir efsanelerinin doğruluğu her zaman herkesin aklını kurcalar, ama gelin görün ki kolay kolay aksini iddia eden babayiğit çıkmaz, çıksa da sözünü kimseye dinletemez.
Ama, son günlerde nazar mı değdi bilinmez, bu efsanelerinin birer birer yıkıldığına şahit oluyoruz. Amerikalı araştırmacılar daha geçen hafta ‘günde 8 bardak su içmenin’ ne kilo vermeye, ne baş ağrısına, ne vücuttan toksinleri atmaya ve ne de cildimizin güzelleşmesine … hiçbir yararı olmadığını ortaya çıkarmışlardır.”
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
15 Nisan 2008
Aydınlatıcı bilgiler için teşekkürler…