“İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil, prensipleri ve inançlarıdır.”
Albert EINSTEIN
[Bu, olimpiyatlarda en başta var olan AMATÖRLÜK ilkesinin sonradan nasıl olup ta terk edildiğinin bir öyküsüdür]
Yunan efsanesine göre olimpiyat oyunlarını, ölümsüz kahraman Herkül kurmuştur. İlk kaydedilişi M.Ö.776 olmasına karşın, ilk oyunların, bu tarihten beş yüz yıl önce başladığına inanılmaktadır. İlk kaydedilen olimpiyat oyunu, 200 metre hız koşusuydu. Bu koşuyu Elisli Coroebus kazanmıştır. Yarışmalara, giderek çeşitli spor dalları katıldı.
Yüzyıllar boyunca, olimpiyat oyunları, yalnızca bir gün sürdü. Oyunlara M.Ö. 472′de başlama ile bitiş törenleri eklendi, süre birkaç gün uzatıldı. Dereceye girenlere, Zeus’un kutsal korusundan kopartılmış, zeytin dallarından çelenkler takılmaya, ödüller verilmeye başlandı.
Eski çağlarda olimpiyatlar, yalnızca spor yarışmalarından oluşmuyordu. Hemen her Yunan kenti şenlikler düzenliyordu. Aralarında çok önem taşıyanları da vardı; örnekse, Apollo’un onuruna, Delphi kentinde düzenlenen Phytian oyunları, bu şenlikler içinde en çok ilgi çekeniydi. Kentsel şenliklerde müzik alanında da yarışmalar yapılıyordu. Kazananlar için ozanlar zafer şiirleri yazıyor, bu ise kazananları ölümsüz kılıyordu. Tiyatro ile yazı alanlarında da yarışmalar düzenleniyor, felsefi konularda tartışmalar yapılıyordu. Plato’nun, bu şenliklerde edebi bir diyalog yarışmasına girdiği, felsefeye olan ilgisinin, böylesi bir rastlantı sonucu keşfedildiği ileri sürülmektedir.
Çıplaklık, eski olimpiyatların belirgin özelliklerinden biriydi. Jimnastik sözcüğü, eski Yunanca’da “çıplak” demek olan “gumnos” kökünden gelmektedir. Ancak Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlık resmi din olarak kabul edilince, çıplaklık da yasaklanarak, bunun sonucunda olimpiyatlardan da kaldırıldı. 393′de ise İmparator Theodosius, olimpiyat oyunlarını tümüyle yasakladı.
M.Ö 776 ile 396 yılları arasında düzenlenen antik olimpiyat oyunlarının tekrar düzenlenmesi amacı ile kurulan komitenin ilk kuruluşu 1894 yılının Haziran ayı ortasında, Sorbonne Üniversitesi’nde düzenlenen bir kongrede gerçekleşmiştir. 37 spor kuruluşunu temsilen 78 kişi ile 9 ülkeden 20 delegenin de yer aldığı 2000′i aşkın bir davetli topluluğunu içeren “International Athletic Congress” adlı toplantının gündeminde amatörlük kavramının anlamı, uygulaması ile Olimpiyatlar konuları vardı. “Olympism” diye adlandırılan ikinci komitenin başında, Yunanlı Demitrios Vikelas ile üyeler arasında da Amerikalı Dr. William M.Sloane vardı. Coubertin, Kongre’den bir hafta önce Revue de Paris dergisinde yayınladığı bir makalede canlandırmasını istediği olimpiyatların temel ilkelerini sıraladı. Oyunların kongreden iki yıl sonra Atina’da başlaması ile Olimpizmin temel ilkeleri kongrede karara bağlandı.
Kongrede kabul edilen ilkeler şöyle sıralandı :
● Olimpiyatlar, eskiden olduğu gibi, her dört yılda bir yapılacak.
● Olimpiyatlar, Klasik Yunan’da olduğunun aksine, tüm dünya sporcularına açık olacak , yarışma programı, günün sporlarını içerecek.
● Yarışmalarda sadece büyükler yer alacak.
● Amatörlük kuralları, kesinlikle uygulanacak.
● Olimpiyat organizasyonu “gezici” olacak, her olimpiyat başka bir ülkede yapılacak.
BARON PIERRE DE COUBERTIN bakın 1894 yılında bu örgütlenmeyi başlatmak isterken ne diyor, olimpizm felsefesini nasıl anlatıyor? :
“İNSANLARIN BİRBİRLERİNİ SEVMELERİNİ İSTEMEK ÜTOPİK BİR DÜŞÜNCE OLABİLİR. ANCAK GENÇLERİMİZİ DÖRT YILDA BİR, BİR ARAYA GETİREBİLİRSEK, BİRBİRLERİNİ SAYMALARINI SAĞLIYABİLİRİZ. BU ŞEKİLDE ARZU EDİLEN BARIŞ İÇİNDE YAŞAYAN BİR DÜNYAYA KAVUŞURUZ.”
Temeli M.Ö. 6. asra kadar uzanan olimpiyat oyunlarında birinci olan sporcuya, barışı sembolize eden zeytin dalı veriliyordu. Fransız Coubertin’in modern olimpiyatları 1896 yılında kurmasından sonra şampiyon sporcuya altın madalya verilmeye başlandı; fakat bu, dünyanın en büyük spor organizasyonunun tek maddi tarafıydı. Daha önceki olimpiyatlarda olduğu gibi modern olimpiyatlarda da önemli olan amatörlük, katılım ile yarışmaydı. Temel felsefe, “Daha güçlü, daha hızlı, daha yükseğe” sloganını doğal güçle gerçekleştirmeye çalışmaktı. Profesyonelliğe kesinlikle yer yoktu. Üzerinde herhangi bir marka bulunan sporcu yarişmalara alınmıyordu.
Olimpiyatlarda uygulanan öteki ilkeler değil ama bu “amatörlük” kuralları 1952 Helsinki Olimpiyatlarında bizim başımıza işler açmıştı. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, sporcuların amatörlük fişlerini Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne göndermek üzere incelenip onaylarken; Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Halil Kaya ile Yaşar Doğu gibi dört şampiyon güreşçiyle Ruhi Sarıalp gibi rekortmen bir atletin belgelerini “Bunlar amatör değildir” diyerek geri çevirmişti.
Samaranch iş başına geldi, olimpiyat ticarileşti,
Amatörlük ön planda olduğu, olimpiyatlar henüz sektör haline gelmediği için bu büyük organizasyona ülkeler fazla talip olmuyordu. Bu nedenle olimpiyatları Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa, İtalya ile Almanya gibi ülkeler güç gösterisinde bulunmak için düzenliyorlardı. Aslında bir sanayici olan, fakat politik yönünün de kuvvetli olması nedeniyle uzun yıllar Moskova Büyükelçiliği görevinde bulunan İspanyol Antonio Samaranch’in 1980 Moskova Olimpiyatları sırasında IOC Başkanı olmasıyla olimpizm felsefesi değişime uğramaya başladı. Artık olimpiyat oyunları her geçen gün daha da ticarileşiyor, bütün ülkelerin talip olduğu bir sektör haline geliyordu. Bunda televizyonun da çok büyük etkisi oluyordu doğal olarak…
Doping, para, rekor…
Samaranch’tan sonra önemli olan katılmak değil, kazanmak olunca olimpiyat oyunlarında televizyonların, sponsorlar ile dopingin etkinliği hızlı bir biçimde artmaya başladı. Herkes kazanmak, daha çok kazanmak istiyordu. Büyük sermaye grupları destekleyici olabilmek için, sporcular şampiyon olabilmek için, televizyonlar reyting için, ülkeler de bayrağını göndere çektirebilmek için savaşıyordu. IOC ise bir sporcunun başka bir ülke adına yarışmasına izin veriyor, dopingle savaşım konusunda da geç kalıyordu. Ne yazık ki rekorların bir kısmı dopingli sporcularca kırılıyor; gene de ne yazık ki bu rekorlar tescil ediliyordu. Şimdilerde IOC çevrelerinde, dopingle gerektiği gibi mücadele edilmediği o dönemdeki rekorların iptal edilmesi tartışılıyor.
Ticari açıdan zarar etmeyen ilk olimpiyat da Samaranch dönemine denk geldi. 1984 Los Angeles Olimpiyatları, televizyon ile reklâm girdilerinden dolayı gelir/gider dengesini kuran ilk organizasyon oldu. Artık bu büyük organizasyona talip olan kent sayısı artıyordu. Antonio Samaranch, göreve geldikten sonraki ilk olimpiyat oylamasında memleketi lehine lobi çalışmaları yaptı, 1992 Olimpiyatları Barselona’ya verildi. 1988 Seul Olimpiyatları kâra geçen ilk organizasyon olmuştu ama Barselona Seul’u solladı. Sebep, profesyonel sporculara ilk kez izin verilmesiydi. Örnekse, daha önceki olimpiyatlara katılmalarına kesinlikle izin verilmeyen NBA yıldızları, ilk kez Barselona’da yarışmalara katıldılar. Bunca olandan sonra garip olan bir örnek var. Bütün branşlarda profesyonel sporcular olimpiyatlara katılırken, boks ayrı tutuluyordu. Örnekse, dünya şampiyonu boksörümüz Sinan Şamil Sam, 1999 Dünya Şampiyonası’ndan sonra profesyonel olup Almanya’nın yolunu tuttuğu için Sydney 2000 Olimpiyatları’na katılamadı.
Rüşvet ile utanç verici olaylar diz boyu
Olimpiyatlar ticari bir boyut kazanınca aday olan kentlerin sayısı da, IOC (*) üyelerine verilen rüşvetler de hızla arttı. Dört yıl öncesine kadar aday kentlerin lobicilik faaliyeti adı altında IOC üyelerine rüşvet önerdikleri biliniyordu ancak hemen her kent bu tür girişimlerde bulunduğu için “Kral çıplak” diyen çıkmıyordu. Samaranch dönemindeki yolsuzlukların iplik yumağı gibi sökülmesini, 2002 Kış Olimpiyatları’nı Salt Lake’in kazanmasını sağlayan ABD Olimpiyat Komitesi Başkan Yardımcısı Dave Johnson’un yasak ilişkide bulunduğu, sonra da terk ettiği bir kadın sağladı. IOC eski Asbaşkanı İsviçreli Marc Hodler’in, Salt Lake’in üyelere 100′er bin dolar ile çocuklarına 400 bin dolar burs verdiğini doğrulayarak işin içine Atlanta 96, Nagano 98 ile Sydney 2000′i katması olimpizmi temelden sarstı, aday kentlerin kaz gelecek yerden tavuğu esirgemedikleri ortaya çıkmış oldu.
Bu açıklamalardan sonra Salt Lake’den rüşvet aldıkları belirlenen Malili Maline Keita, Ekvatorlu Agustin Arroyo, Kenyalı Charles Mukora, Sudanlı Abdel Gadir, Silili Sergio Santander ile Kongolu Jean Claude Ganga’nın üyelikten ihraç edilmeleri kararlaştırıldı. Salt Lake’den 2 bin dolar değerinde tabanca (150 dolardan pahalı hediye almak ve vermek yasak) aldığı söylenen IOC Başkanı Samaranch da söylentileri doğruladı ancak tabancanın rüşvet değil, hediye olduğunu belirterek istifa etmedi.
Samaranch Sydney’e ses çıkarmadı
Salt Lake’deki yolsuzlukların benzeri, 1998 Kış Olimpiyatları’nı organize edecek olan Japonya’nın Nagano kentinde de patlak verdi. Bazı üyelere rüşvet verildiği, geyşa sunulduğu iddia edildi. Ardından Sydney 2000′deki yolsuzluklar da ortaya saçıldı. 1997 yılında Monte Carlo’da yapılan oylamada Pekin’e karşı 45—43 üstünlük sağlayan Sydney’in, oylamadan bir gün önce Kenyalı ile Ugandalı iki üyeye toplam 70 bin dolar rüşvet verdiği savunuldu. Avustralya Olimpiyat Komitesi Başkanı John Coetes, bu savları doğrulayarak “Ancak bu sadece her iki ülkede sporu finanse etmek içindi. Bu para rüşvet niteliği taşımıyordu” dedikten sonra “Sadece biz vermedik. Öteki adaylar belki de bizden daha fazla verdi” diyerek yolsuzluklara yeni bir boyut kazandırdı. John Coetes, “Atlanta 96 adaylık komitesi de oy satın almak için seferberlik başlatmıştı, fakat hep hasıraltı edildi. 1992 Barselona ile 1988 Seul Olimpiyatları’nda da öyle. Rüşvet şimdiye kadar gelenek haline gelmişti. Herkes simdi uyandı” biçiminde konuşarak suçlarını azaltmaya çalıştı. Bu açıklamalara karşın 2000 Olimpiyatları’na az bir süre kaldığı için Sydney’in ev sahipliği kaldırılmadı.
Son skandal: Pekin 2008
1980 yılında Moskova’da bayrağı devralan, yine Moskova’daki IOC Genel Kurulu’nda başkanlığı bırakan Antonio Samaranch’in son uygulaması ise 2008 Olimpiyat Oyunları’nın Pekin’e verilmesi oldu. Oysa Çin, insan hakları ihlalleriyle sürekli dünya gündeminde idi. Çin karşıtı Tibetliler’in sürekli gösteri yapmasına karşın bu ihlaller IOC’nin gündemine kesinlikle gelmedi. Çünkü 1 milyar 250 milyonluk nüfusuyla Çin, dünyanın en büyük pazarıydı. Üstelik aç olan bir pazardı. Olimpiyatları finanse eden Coca-Cola ile McDonalds gibi büyük sermaye grupları, ev sahipliğinin ayak direyerek Pekin’e verilmesini istiyorlardı. Sonuçta istenen oldu. Yapılan oylamada 2008 Olimpiyatları Pekin’e verildi. Pekin, rakipleri Paris, Toronto, İstanbul ile Osaka’ya çok büyük fark attı. Bu sonuçla Çin’in globalleşme süreci de hızlanmış oldu.
Rogge: Bayrağı daha ileriye götüreceğim
Olimpizm ruhunu öldürücü icraatlara imza atan Samaranch’in Moskova’daki IOC Genel Kurulu’nda 21 yıllık görevini bırakmasından sonra yeni başkan belli oldu. Samaranch’a yakınlığıyla bilinen Belçikalı Jacques Rogge, beş adayın arasından sıyrılarak IOC’nin koltuğuna oturdu. Görevini eski başkandan devraldıktan sonra kısa bir teşekkür konuşması yapan Rogge, “Bana bu görevi veren herkese teşekkür ederim. Hedefim, Samaranch’tan aldığım bayrağı daha da ileriye götürmek” dedi.
İlk günlerin olimpiyat oyunlarıyla bugünküler arasında birkaç ortak özellik daha göze çarpıyor.
Kazananlara övgü şiirleri yazan, Yunanistan’ın en ünlü şairi olan Pindar’a göre, olimpiyatları kazanmanın bedeli ömür boyu yemek parası, dört atlı bir araba, tiyatrolarda ön sıralarda biletlerdi. Bugünün olimpiyatlarında ise bu konuda pek değişik bir durum görülmüyor. Sponsorlar kazananlara iş garantisi veriyorlar, reklam filmlerinde oynamayı kabul eden şampiyonlar ise, kendilerini bir anda “para denizi”nde buluyorlar.
Kaybetmenin bedeli eski olimpiyatlarda bugüne oranla çok ağırdı. Dereceye giremeyen yarışmacılar halk tarafından ayıplanırdı, onlarla alay edilirdi, hatta evlerine dönemeyecek kadar utandırılırdı. Bugün ise olimpiyatlarda kaybetmek çok değişik algılanıyor. Yarışmalara katılmak için gereken cesaret ile onur, kaybetmek ya da kazanmaktan daha büyük bir anlam ile önem taşıyor.
NOT – Bu yazı bir kaç yerden yapılan aktarımların telifi sonucu gerçekleştirildi.
—————————————————————-
(*) IOC, International Olympic Committee = Uluslararası Olimpiyad Komitesi.