JAZZ’da HARD BOP AKIMI….

brownie.gif
“Dünya değirmen taşına benzer, her saat nice kalpler öğütür.”
SEYH SADİ

Jazz’ın tarihi boyunca geçirdiği evrelerin üçüncü aşaması Hard Bop akımının doğuşu ile özellikleri şunlardır :

1950′li yıllarda kökeni bop’a dayanan, bunun yanında bop ile cool akımlarından farklı olan bir akım oluşmaya başladı : Hard Bop.

Hard bop akımında bop etkilerini hissetmek çok kolaydır. Gerektirdiği teknik ustalık ile saldırgan yapısıyla bop’tan hiç eksik kalır tarafı yoktur. Bunun yanında bazı noktalarıyla bop’tan ayrılır: Doğaçlamalar bop akımındaki kadar karmaşık bir yapı sergilemez, müziğin tonu daha ağır, karanlık, sert bir yapıdadır. Davulcular hard bop içinde ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte ritm bölümü önemli rol oynar. Melodik olarak blues’a daha yakındır; bunun yanında funk, soul, gospel etkileri de görülür. Bazı parçalar bu akımlarla iç içe geçmiştir.

Bu özellikler ilk olarak ’50 lerin başlarında trompetçi Clifford Brown’un (yukardaki resim) çalışmaları ile Horace Silver, Art Blakey’nin kurduğu gruplarda kendini göstermiştir. Daha sonra kurulmuş olan, yapısında Art Blakey ile Clifford Brown’ın olduğu gruplar aynı biçimde çalmayı sürdürmüşlerdir. Art Blakey ile Horace Silver’ın gruplarında yer almış müzisyenler bu biçemi 80′ler boyunca sürdürmüşlerdir. Müzikal olarak bop tarzından açıkça ayrılmış olan Miles Davis’in 1955-1961 arasındaki çalışmalarında da hard bop biçeminin özellikleri görülür.

Dönemin Önde Gelen İsimleri

Horace Silver, olağanüstü bestecilik ile grup lideri özellikleriyle hard bop’taki en büyük isimlerden biridir. Aynı zamanda kendine özgü bir piyano biçemi geliştirmiştir. Silver 60′larda, bop’un o uzun, iç içe geçmiş melodik çizgisinin yerine daha sade bir yapı yeğlemiştir. Silver için önemli olan teknik üstünlük değildir. Kısa, berrak bir yapı onun için hız ile atiklikten önce gelir. Bu yüzden müziğinde sergiledği fikirler anlaşılması kolay bir yapıdadır.

Silver eşlikçi olarak başlangıçta bop etkileri taşıyor olsa da 50′lerin sonuna doğru kendine özgü bir eşlik stili geliştirmiştir. Çalışıyla, solo yapan müzisyene gideceği yön konusunda bilgi verir. Silver’ın piyanoda eşlikçi olarak böyle bir yaklaşımda bulunması öteki gruplara göre kendi grubuna bir süreklilik kazandırmıştır. Fakat aynı zamanda bu, gruptaki solo yapan elemanlara da bir kısıtlama demek oluyordu. Horaca Silver bestelerindeki kolay akılda kalır melodilerle popüler de olmuş bir müzisyendi.

Trompetçi Clifford Brown stilini büyük ölçüde Fats Navarro ile bir bakıma da Miles Davis etkisiyle oluşturmuştur. Swing döneminden bu yana en çok beğeni toplayan trompetçilerin başında yer almıştır. Bununla birlikte pek çok müzisyene göre daha az tanınmıştır.

Yüksek bir yaratıcılıkla, oldukça kararlı bir biçimde çalan Brown, Gillespie ile Davis’e kıyasla daha geniş, rahatlıkla fark edilen bir vibrato kullanmıştır. Brown’un yavaş, oldukça belirgin vibratolu çalışı, benzer tekniğin 50′li ile 60′lardaki trompetçilerce yeniden kullanılmasının nedeni olabilir. Her ne kadar Brown’un soloları Miles Davis ile Chet Baker’ınkilerden daha karmaşık olsa da gene de onlarla benzerlikleri vardır. Bundan ötürü çalışı cool akımını da yansıtır.

Brown’ın diğer müzisyenleri etkileyen pek çok yanı vardır. Karmaşık melodileri çalarken bile segilediği rahatlık bunların başında gelir kuşkusuz. Aklındaki düşüncüleri aletiyle çok iyi dile getirebilmesini sağlayan tekniği bunu başarabilmesindeki en önemli nedenlerden biridir. Brown, Charlie Parker ile Dizzy Gillesppie’nin yaptığı gibi müziği devamlı karıştırmak, dinleyici şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklemek istemiyordu. O, Parker ile Gillespie’nin tersine müziğini daha sade bir biçimde yansıtıyordu. Çalışında swing ruhunu da duyabilirsiniz. Doğaçlamlarında tonunu ön plana çıkaracak biçimde çalmışıtır. Bu açıdan bakıldığında Clifford Brown’ın trompette yaptıkları Sony Stitt’in saksafonda yaptıklarıyla koşutluk gösterir. Bu iki sanatçının tekniği ile müziğe olan yaklaşımı diğer hard bop sanatçılarınca adeta emilmiştir edilmiştir.

Clifford Brown kıvrak, dengeli çalışı ile neşeli bir ruh durumunu yansıtır. Yüksek tempolarda bile sıcak, parlak tonunu yansıtmasını bilmiştir. Hemen hemen bütün öteki trompetçiler Brown’un bu hız ile çevikliğini korkuyla karışık bir saygıyla seyretmişlerdir! Brown’un bu coşkunluk verici müzikalitesi Donald Byrd, Bill Hardman, Louis Smith, Lee Morgan gibi trompetçilerin yanı sıra 1980 ile 90′lardaki Roy Hargrove, Phil Harper gibi trompetçileri de etkilemiştir.

Miles Davis ile Clifford Brown uzun bir süre trompetçilerin en büyük esin kaynağı olarak kaldılar. Ancak 1970′lere gelindiğinde genç trompetçilerin büyük bir bölümü -ki aralarında Woody Shaw ve Randy Brecker da vardır- kendilerine yeni bir model buldu : Freddie Hubbard. Stilini Brown, Davis ile Chet Baker etksinde geliştiren Hubbard 60′ların başlarında kendine özgü stil ve yaklaşımı ortaya koymasını bildi. Hubbard’ın stili başlangıçta bop çıkışlıydı, sonra ’60 larda “free jazz” akımında yol aldı, 70′lerde ise jazz-rock hareketinin bir parçasıydı.

Freddie Hubbard trompetçiler arasında en çok imrenmeyle bakılanların başında gelir. Tonu pürüzsüz, entonasyonu eksiksiz, kusursuzdur. Clifford Brown gibi Freddie Hubbard’ın da zamanlaması tartışılmazdır. Ayrıca ‘lip trill’ denen çok zor bir tekniğin de en başta gelen ustalarındandır. Miles Davis’in ağırbaşlı çalışı ile metodik yaklaşımına karşın, Hubbard’ın yaklaşımı neşe dolu, içtendir. Büyük bir yaratıcı özgürlük ile kavramsal esneklik sergiler. Çaldığı henüz bitmemişken, aklına yeni, hoşuna giden bir fikir gelmişse o sırada çaldığını kesip yeni fikri çalmaktan çekinmez. Heyecan dolu stili balladlarda bile kendini belli eder. Hubbard’ın özgür yapısı ile sınırları zorlayan geniş hayalgücünün birleşimi cazdaki trompet anlayışında yeni bir sayfa açmıştır.

Cannonball Adderley, Charlie Parker’ın ölümünden sonraki en iyi doğaçlama yapan saksafonculardan biriydi. Bazıları onu Parker’ın kalıtçısı (varisi) olarak görüyordu. Bazı yönlerden Adderley’in biçemi Parker’ı andırıyordu gerçekten de : Akıcı, çıkarımsanamaz, fikir yüklü… Bununla birlikte Adderley çalışını Parker’a değil, swing alanındaki Pete Brown ile Benny Carter’a dayanarak oluşturmuştu. Ancak daha sonraları Charlie Parker ile Eddie Vinson kendisini etkilemiş, en sonunda da John Coltrane ile birlikte çalmasının sonucu olarak da biçemi son halini almıştı. Miles Davis ile John Coltrane ile birlikte çalmış olduğu 1957-1959 dönemi Adderley’in yaratıcılığının doruğudur. Bu dönemde Davis’in grubunda çaldığı soloların hemen hepsi dikkate değerdir.

Adderley, alto saksafonuyla öyle derin, öyle dolu bir ton elde etmiştir ki, zaman zaman alto değil de tenor saksafon dinlediğiniz yanılsamasına kapılabilirsiniz. Kullandığı vibrato ile sıcak, parlak bir tonu vardır. Pek çok hard bop müzisyeninin tersine çalışı gülmece (mizah) duygusunu da barındırır (Dahası Adderley için, “…asi dönemin mutlu insanı” yakıştırması da yapılmaktadır).

1950, 60 ile 70′lerde trompetçi kardeşi Nat Adderley ile pek çok gruba liderlik etmiş, bu durum Cannoball’ın ölüm yılı olan 1975′e kadar da sürmüştür. Oluşturduğu gruplarla çaldığı parçaların pek çoğu “funky jazz” olarak da nitelendirilmiştir.

Art Blakey : Hard bop’un en başında gelen isimlerinden davulcu ile grup lideri olan Art Blakey caz davul biçeminin gevşetilmesini somutlaştırmıştır. Bu, kombo “sound” unun önünde ortaya çıkan yüksek ile doğrudan davul girişleri anlamına geliyordu. Blakey’nin bir eşlikçi olarak çalışı o kadar dinamikti ki onun açısında solo yapmak nerede ise heyecansız bir işti bile denilebilir. Her parçada geliştirdiği hareketler ile hassas olarak ayarlayabildiği ses yüksekliği ile geçişlerin altını çizebiliyor, ipucu sunabiliyordu. Ekibi ile müziğin ruh halini yönetiyor, gerilimin ne zaman artıp ne zaman düşeceğine karar verebiliyordu. Onunla çalışmış olan müzisyenler yapılacak doğaçlamaların süresini nasıl belirlediğini, değişik entstrümanların soloları boyunca gerilimi nasıl basamak basamak artırdığını sık sık anlatmışlardır.

Art Blakey 30 yıl boyunca hard bop’u temsil eden gruplara liderlik etmiştir. Oluştrumuş olduğu gruplarıyla yaptığı müzik son derece sıkı, hareketli, ödün vermeyen bir yapıda olmuştur. Blakey’nin grubunda müzisyenlerin hemen hepsi bir numaraydılar. İlk tanınmışlıklarını Blakey’nin gruplarında elde etmişlerdir. Bu müzisyenlerin pek çoğu sonra kendi gruplarını kurup caz dünyasına önemli katkılarda bulunmuşlardır.

J. J. Johnson : Hard bop gruplarında trombon pek bulunmazdı. Bununla birlikte bu dönemdeki gruplarda da çalmış birinci sınıf tromboncular vardır. Şunu belirtmekte fayda var ki hard bop akımı tromboncuların biçemleri üzerinde pek bir değişiklik yaratmamıştır. Öyle ki, hard bop döneminde çalan tromboncuların bop dönemindeki çalış biçemlerinden pek de farklı bir yaklaşım ortaya koymadıkları görülmektedir. Bop döneminde kendini kanıtlamış olan, hemen hemen bütün müzisyenlerin takdirini kazanmış olan J. J. Johnson hard bop döneminde de trombonun en önde gelen ismidir. 1950 ile 60′larda grup lideri olarak pek çok albüm yapmış olan Johnson aynı zamanda çok başaraılı doğaçlamalar yapmıştır. Art Blakey ile John Coltrane ile yaptığı kayıtlarda mükemmel bir performans ortaya koyan, J. J. Johnson gibi çok iyi doğaçlama yapabilen dönem bir diğer önemli tromboncusu Curtis Fuller idi. Bununla birlikte kariyerinde genel olarak grup elemanı olarak kalmış, J. J. Johnson kadar tanınmışlık elde edememiştir.

Paul Chambers : Jazz evrimleştikçe basçılar da gittikçe daha çok ön plana çıkmaya başlamıştır. Hard bop da bu konuda bir kilometre taşıdır. Dönemin en önemli basçıları Paul Chambers ile Sam Jones’dur (Ray Brown ile Charles Mingus’a ek olarak). Chambers, Miles Davis’in grubunda iken (1955-63 arası) yaptığı kayıtları ile geniş ölçüde tanınır hale gelmişti. Sam Jones ise Adderley’in 1957-66 arası gruplarındaki çalışıyla biliniyordu.

Paul Chambers aletiyle karanlık, geniş bir ton elde etmişti. Parçalarda armonik tamamlayıcılığı ile bas yürüyüşleri dikkate değerdir. Ayrıca doğaçlamaları bop stili ile nefesli sazların basa uygulanışını gösteriyordu. Melodiyi hissetme biçimi ile ortaya koyduğu ritmik zenginlik basçılara örnek olmuştur. Chambers gerek canlı gerekse albümlerdeki korkuya düşüren performansıyla cazda basın nasıl ön planda olabileceğini, uzun soloları nasıl ustaca yapabileceğini göstermiştir.

Wes Montgomery : 40′ lardaki bop döneminde olduğu gibi, 50′ lerdeki hard bop döneminde de az sayıda gitarist vardır. Olanların arasında en önemlisi Wes Montgomery’dir. Mızrap yerine baş parmağını kullanan Montgomery, gitarıyla yuvarlark, dolu bir ton elde etmiştir. Charlie Christian’dan etkilenerek melodik, rahat/esnek bir biçem geliştirmiştir. Telaşsız, swing hissini yansıtır şekilde çalmıştır. Pek çok dinleyiciye göre Montgomery’nin müziği sıcak olup, hoşnutluk etkisi yaratmıştır. ’50 lerin sonu ile ’60 ların başında yaratıcılığının doruğu sayılır. Fakat yaratıcılığının doruğundaki yıllarda yaptığı çalışmalarla değil, daha sonra yapmış olduğu çok daha az doğaçlamarda bulunduğu, popüler melodiler çaldığı albümlerle ün elde etmiştir.

Wes Montgomery’den sonra en çok bilinen hard bop gitaristi Kenny Burrell’dir. Burrell’in stili Charlie Christian ile Oscar Moore kaynaklıdır. Burrell aynı zamanda bop’daki nefesli sazların yaklaşımı ile piyanist Horace Silver’da görülen funky tarzı melodik yapıyı aletinde kullanmıştır. Burrell, özellikle org sanatçısı Jimmy Smith’le yaptığı albümlerle de tanınır. Blues ile soul tarzlarına yakın çaldığı bu albümlerin jazz’a olan katkısı ise tartışılır. Fakat bu albümlerle her iki sanatçının da popülerlik kazandığı tartışılmaz bir gerçektir.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>