“Doğruluk ortaya çıkınca bütün eğrilikleri yutar!..”
Mevlana …
“Kapatılma istemiyle Anayasa Mahkemesinde açılan dava sonucu, mahkemenin 11 üyesinden 10 tanesinin ortak kararıyla AKP nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu saptanmış, yaptırım olarak kapatma değil de hazine yardımından 1/2 oranında yoksun bırakılmasına karar verilmiştir.” (Gazetelerden)
İBDA-C yayın organı BARAN dergisi, 19-06-2008 tarihli sayısı, Genel Yayın Yönetmeni imzalı bir yazıdan :
“AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın Batı emperyalizmi açısından niçin “ehven-i şer” olduğunun doğru cevabı verilmeden, gerçek bir kurtuluş mücadelesi için doğru adımlar atılamaz.”
“Büyük Ortadoğu Projesi İslami argümanlı olup, İslam’ı bilenler tarafından yürütülebilecek bir projedir.”
“Batı emperyalizmi, muhakkak ki işbirlikçilerini de bu coğrafyada yaşayan Sahte İslamcılar arasından seçmiştir.”
Bunlardan neyi anlıyoruz?…
Demek ki, Yayılımcılığın (emperyalizmin) baş üyesi olan ABD’nin Ortadoğu için yaptığı, AB tarafından da desteklenen “24 İslam ülkesinin rejimleri ile sınırlarını değiştirme” projesi (BOP, Büyük Ortadoğu Projesi), genel kanıya göre bir anlamda “Son Haçlı Seferi”, İslami bir temele dayanarak hazırlanmıştır.
ABD nin düşüncesine göre, bu projenin Türkiye’nin desteği olmadan yürütülmesine de pek olanak yoktur. Bu destek Türkiyedeki iktidar partisi olan, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu mahkeme kararıyla kesinleşen AKP den gelecektir. ABD Türkiyeye “Ilımlı İslam”niteliğini yakıştırıyor. Bunun açık anlamı Demek ki, Amerika’nın çıkarlarına aykırı olmayacak biçimde kalıbı bözulmuş İslam modelini Ortadoğu’daki Müslüman ülkelere taşıyarak oralarda ABD işbirlikçisi rejimler kurulmasını sağlamaya yardımcı bir Eşbaşkan bulunması zorunluluğudur.
Ama gelip görelim ki, Türkiyede politika ile uğraşan hiç bir partinin düşünce tabanında birbirinden farkı yoktur. Bu gün AKP kendine “Tutucu (muhafazakar) Parti” diyor. Bizce tutucu değil “Gelenekçi” bir partidir. Bu geleneğin ana öğesini de din oluşturuyor. Bütün öteki partiler de bu tanıma uymaktadır. Deyim yerindeyse hepsi aynı elmanın birer bölümünün açıklı koyulu görünümü durumundadır. Ayrıca hepsi demokrasi uygulamasını basitçe bir “çoğulculuk” gibi algılayıp, yaşama geçirmektedirler. Bu yüzden hangisi iktidara gelirse gelsin, başlangıçta bir takım atılımlar içinde olmakla birlikte, hemen sonra bu yoldan sapmaktadırlar. Yakın tarihimiz böyle örneklerle doludur.
Gerçek anlamda demokrasinin uygulanabilmesi için, ki bunun tabanında doğru anlamda Laiklik İlkesi yatar, Türkiyede GERÇEKTEN SOLCU olan bir partiye gereksinim vardır. Bu günkü günde kendilerine “sol” diyen hiç bir parti belirgin sol özelliklerini yansıtmadı, yansıtmıyor. El birliği ile gerçekten bu özelliği taşıyan bir ya da bir kaç partiyi gündeme getirmemiz gerekir.
Bu anlamda bir partinin bulunmaması, toplumda “oyumu kime versem?.. Oy verecek parti göremiyorum” diyen ya da “kararsız” bir kitlenin de oluşma nedenidir.
Böyle olunca, iktidarda gelenekçi bir parti bulunsa bile, muhalefetteki sol parti onu dengeleyecektir. Sonuçta ABD gibi bir dış güç Büyük Orta Doğu ya da benzeri Projeleri üretse bile, bunu din kanalıyla içimize işleyip, zorla kabul ettiremeyecektir. Çünkü karşısında dimdik, politik entrikalardan bağımsız, yurtsever bir güç bulacaktır. O zaman “batılılar bu yolla haçlı seferi düzenliyorlar”, “bizim iç işlerimize, bizim içimizden birileriyle işbirliği yaparak karışıyorlar” gibi yakınmalar da ortadan kalkacaktır.
Özetle, gerçek demokrasiye geçmemiz, kaçınılmaz bir biçimde gerekmektedir (Demokrasiyi şimdilerde basit bir çoğulculuk olarak görüp, uygulamaktayız!..). Böylece gerçek anlamda Laik düzene girileceğinden dincilik (dindarlık değil!..) ile dinin politika malzemesi olmaktan çıkacağı bir gerçektir. Halen, politika alanındaki bütün partiler “gelenekçi” niteliğinde olduğundan, durumu rayına oturtmak için en az bir tane gerçek solcu partiye gereksinim vardır. İçinde bulunulan sarmaldan çıkmanın yolu budur.
Tersi durumda daha pek çok kez “ABD nin BOP atılımından”, “düzenlenen Haçlı Seferlerinden”, “yayılımcıların iç işlerimize karışmasından”, “dış güçlerin zararımıza yaptıkları girişimlerden” yakınma zorunda kalacağız gibi görünüyor.
——————————————————–
Türkiyedeki “sol” dan söz eden Zülfü Livanelinin yazdığı bir yazı elime geçti. Duruma ışıl tutması açısından burada yayınlıyorum.
Türkiye’de sol var mı?
Zülfü Livaneli
Bugün Türkiye’nin solcuları kendilerini “sol” olarak niteleyemiyor. Ancak önüne başka bir sıfat koyarak anlatabiliyorlar.
Kimi “ulusalcı sol” adını takıyor kendine, kimi “liberal sol”.
Kısaca “sol” demek yetmiyor, nasıl bir sol sorusunun da cevaplanması gerekiyor.
Türkiye üç kutba bölünmeden önce böyle bir sıfata gerek duyulmaz ve sadece “sol” demekle yetinilirdi.
Çünkü o zamanlar siyaset sağ ve sol olarak tanımlanıyordu.
90′lardan sonra bu kutuplar dağıldı ve yerine milliyetçilik, din ve Kürt kutupları güçlendi.
Karargâhını kaybeden solcular da bu üç kutba yelken açtı.
Kimi milliyetçilerle, kimi dincilerle kol kola girdi, Kürt kökenli solcuların bir kısmı da o kutba gitti.
Dolayısıyla ömürleri beraber geçmiş, hapislerde yatmış, “yoldaş”lık etmiş eski solcuların aralarına kara kediler girdi.
Yeni dönemde kimi kendisini “ulusalcı sol”, kimi “liberal sol” olarak tanımladı.
Milliyetçiliğe yakın olanlar orduyla, daha Avrupa’cı olanlar ise dincilerle kol kola girdi.
Bu tablonun ortaya çıkardığı acı gerçek ise şu oldu:
Türkiye’de artık sol yoktu!
Çünkü herkes kendisini bir başka kutupla ifade etmek zorunda kalmıştı.
***
90′lı yıllarda solculuğun milliyetçilik ideolojisiyle hiçbir zaman bağdaşamayacağını söylediğim için başım çok derde girmişti, çok hücuma uğramıştım.
”Milliyetçiliğe, ulusalcılık adını takarak bu ideolojinin peşine düşmenin yanlışlığı”nı vurgulayan yazılar yazıyordum.
”Sol, milliyetçi yani nasyonalist olmaz, patriot yani yurtsever olur!” diyordum.
Bunun üzerine Ecevit, “Yurdu seven ama üzerindeki milleti sevmeyen solcular” olarak niteliyordu bizi.
”Ulusalcı solun çevirisi nasyonal sosyalizm’dir, yani Nazizmdir” diyordum.
Bunun üzerine bazı arkadaşlar köşelerinden veryansın ediyorlardı.
Ama bu yanlışların solu hangi bataklığa götürdüğünü hep birlikte gördük.
Solun bazı unsurları, milliyetçilik tuzağına düştü ve bu ideoloji uğruna kendi katilleriyle kol kola girdi.
***
Peki bu tahlilde CHP’yi nereye oturtuyorum?
CHP sol tartışmaların konusu mu?
Bu konudaki düşüncelerim şöyle:
Sık sık CHP’nin devlet kurucu parti olduğu, solcu olmadığı vurgulanır.
Doğrudur ama solcu olmayışı, devlet kurucusu olmasından kaynaklanmaz.
Mesela Sovyetler Birliği’nin kurucusu da Komünist Parti’dir ama bal gibi solcudur.
CHP’nin solcu olmayışı, kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in de solcu olmamasından ve böyle bir devlet kurmamasından kaynaklanır.
Ancak, demokrasinin iki kanadı olması gerektiğini düşünen İsmet İnönü’nün “Biz ortanın solundayız” açıklamasından sonra bazı sol unsurlar, Aleviler, Kürtler, işçiler bu parti içinde bir süre varolabilmişlerdi.
Deniz Baykal bu sürecin sonunu getirdi ve partiyi tamamen milliyetçi bir çizgiye kaydırdı.
Bu yüzden solu tartışırken CHP’den söz etmek anlamsız bir hal aldı. O artık sağ-milliyetçi çizginin partisi.
***
Bu kargaşaya üç kutuplu Türkiye ve bu yeni Türkiye’de solun kendisine yer bulamaması neden oldu.
Bugün tırnak içindeki solun ana tartışma konuları hâlâ laiklik, ordu, AB, liberalizm ekseninde gelişiyor.
İşçi sınıfı mücadelesi, korkunç hale gelen gelir dağılımı adaletsizliği, sömürü gibi klasik sol konular, bu “sol”un gündeminde değil.
Dolayısıyla “Türkiye’de sol yok!” derken herhalde durumu abartmıyor ancak bir gerçeğin altını çiziyorum.
Acınacak bir gerçeğin.