“Bir ülkenin geleceği o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır.”
Albert EINSTEIN
Herkesin bildiği bir gerçektir. Biçimleri ne olursa olsun, altlarından birleştirilmiş kaplara konulan sıvı her kapta aynı düzeye kadar yükselir. Bileşik kapların en basiti U borusudur.
Son günlerde 2008 Pekin Olimpiyatlarında Türkiyenin aldığı olumsuz sonuçlar çeşitli yönleriyle tartışılıp, gidişin düzeltilebilmesi için değişik reçeteler de öne sürülmekte…
Bize göre burada, çok söylenerek basma kalıplaşmış bir deyim olan “Bileşik Kaplar”’ın devreye girmesi kaçınılmazdır. Çünkü bir ülkede yürütülen işlerin bazıları ilerde, bazılarıysa geride olamaz. Bu fizikteki bileşik kaplar ilkesinin sosyolojik olaylarda da geçerli olduğunun bir göstergesidir. Sosyal yapıda kullanılan uygulamalar ile bunlara bağlı sonuçlar hep aynı düzeyde ya da birbirine çok yakın düzeylerde gerçekleşir.
Dönüp ülkemize bakınca, hangi konularda ileri düzeyi tutturabilmiş olduğumuzu saptamamız gerekir,
● Eğitimde ileri düzeyde miyiz?… Kısa aralıklarla, daha doğrusu her yönetime gelen iktidarın düşüncesine göre “devrim niteliğinde(!)” kural ile eğitim programı değişimi yüzünden eğitim sistemimiz bir karmaşa içindedir. Üstelik eğitimde ana ilke olan yaratıcı bireyler yerine ezberci kuşaklar yetiştirip duruyoruz. Ayrıca bunun farkında değilmişiz gibi davranıyoruz. Sözün burasında durup daha öteye gitmemek gerekir. Aynı bu konuda anlatılan şu anekdottaki gibi :
[Bir savaş sırasında topçu desteği gerekir. Ama topçu birliği bir türlü ateş açamamaktadır. Bunun üzerine Baş Komutan sorar : “Topçular neden gerekli ateşi açamıyorlar?...” Aldığı yanıt şöyledir : “Komutanım, topçunun ateşe başlayamamasının altı nedeni var. Bunlardan ilki barut yok!...” Der demez, Baş Komutan : “Yeter, ötekilerini söylemene gerek kalmadı.” Der]
Ama biz sözü sürdüreceğiz…
● Sağlık konularında neredyiz?… Anayasanın amir hükmüne karşın, devlet bir türlü vatandaşın sağlığına sahip çıkamamış durumda. Sağlam bir Genel Sağlık Sigortası politikamız yok. Oysa benzer bir sigorta sistemi trafik konusunda tıkır tıkır işliyor!… Demek ki elimizde bir uygulama modeli de var. Neden aynı şeyi sağlık konusunda uygulayamıyoruz?… Çünkü her dönemde, her kafadan başka fikirler çıkmakta… Vatandaş da bu kargaşa içinde sağlık açısından ayakta kalmak için, zorlanarak uğraş veriyor.
● Ekonomik açıdan başarı derecemiz nedir?… Büyümeyi üretim ile ürettiklerimizi pazarlama tabanına dayandırmayıp, “borç yiğidin kamçısıdır” ilkesiyle borçlanarak büyümeyi öngördüğümüz, üstelik borcu gene borç alarak ödeme yoluna gittiğimiz için ekonumik sıkıntılara girdik. Bunu sürdürüyoruz da… Var olan yeraltı zenginliklerimiz ile tarımımıza gerekli önemi vermediğimiz için sıkıntı daha da büyüyor. Elli yıl önce tarım bakımından memleketi doyurabilecek durumda, dahası Avrupanın tarım ambarı durumunda iken, yanlış politikaların uygulanması sonucu bu gün buğdayı bile dış alımla sağlama durumuna gelmiş bulunuyoruz. Öte yandan, madenlerimiz ile tarımsal gizil gücümüzü (potansiyelimizi) göz önünde bulunduran yayılımcı güçler “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir.” demektedir. Bizler yabancıların iştahasını kabartan bu zenginliğin üremini (nemasını) bu güne kadar görmüş değiliz.
● Politik açıdan başarılı sayılabilir miyiz?… Demokrasiyle yönetildiğimiz savındayız. Oysa demokrasi uygulamasını basit bir “çoğulculuk” görüntüsüne indirgemiş durumdayız. Demokrasinin temeli durumundaki laikliği tartışıp duruyoruz. Laiklik “şu mudur, yoksa bu mudur?..” bir türlü karar verebilmiş değiliz. Bu görünümümüzle sanki dünya yüzünde laikliğin ne olduğuna karar veremiyen tek ulus biziz. Bunun nedeni bir bölümümüzün bu günkü günde bile hala “şeriat düzeni” hasreti içinde olmasıdır. Bunu kimse de saklamıyor. Açık açık söyleniyor. Ayrıca seçimlerde yarışacak bir gerçek sol partimiz de yok. Bunlar göz önüne alındığında, politikadaki başarımızın ne olduğuna varın siz karar verin!..
● Bilim konusunda başarı düzeyimiz nedir?… Burada tekrar eğitime değinmemiz gerekecektir. Ne demiştik?… Yaratıcı bireyler yerine ezberci bireyler yetiştiriyoruz. Bu gidişi de sanki hiç değiştirmek istemiyor gibi bir görüntümüz var. Bu sözler bilimde nerede olduğumuzu göstermeye yeter. Ama somut bir örnek olarak biz bir de ansiklopedi sayfalarına bakalım. Orada buluş yapmış kaç Türk ismine rastlarsınız?… Hemen hiç kadar azdır. Saymaya bir elin parmakları yeter de artar bile. Buna karşın ansiklopedileri Türk olmayan isimler doldurmuş bulunuyor. Yaratıcılıktan yoksun olmanın yanında bir de ulaştığımız ya da bize sunulan hiç bir sonuç bilgisi üzerinde “Acaba doğru mu?..” sorusu aklımıza gelmiyor. Bu soruyu sorabilme özelliği bilim adamı olmanın başkoşullarından biridir. Türk olarak bilimsel buluşların bazılarının altına imza atanlar da vardır. Lakin bunlar hep batı ülkelerinde çalışmakta olan Türk bilim adamlarıdır. Demek ki oralarda buluş yapabilme için gerekli ortam sağlanmış bulunuyor. Buna “Beyin Göçü” diyoruz. Aramızda bulunan, servet değerinde yararlı bir kaç kişiyi de böylece dışarı kaçırmayı beceriyoruz!…
Bütün bunları göz önüne aldığımızda, acaba neden olimpiyatlarda başarılı olamadık?.. Neden gönderdiğimiz sporcular başarılı olamıyor?… soruları gereksiz, fazladan sorular olmaktadır. İşte, bileşik kaplar ilkesi burada karşımıza çıkmakta. Hangi konuda üst düzeyde başarıya ulaşmışız da sporda bu sonuca uzanamamışız?… Bunun düşüncesi bile eskilerin “abesle iştigal” dedikleri işlem grubuna girer. Bilmem bilirmisiniz, deveye sormuşlar “boynun neden eğri?..” diye. Devenin yanıtı “Nerem doğru ki…” olmuş.
Ama, pek çok kez yinelediğimiz düşüncemizi burada bir kez daha belirtiyoruz : Bütün bunların çözümü için gene de toplumda evrensel pozitif insan zekasının yaygın olup olmadığını araştırmak gerekir deriz. Toplum olarak BASİT DEĞERSİZ KURNAZLIKLARI üstün zeka sandığımız sürece, yukarda sözü edilen konularda başarıya ulaşma olanağı yoktur. Bir kez bunun bilincine varabilirsek, problem kökünden çözülmüş olacaktır.