BEIJING 2008 OLİMPİYATLARINDA TÜRKİYENİN BAŞARISI (!!!)….

200px-Greek_statue_discus_thrower_2_century_aC.jpg

“İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil, prensipleri ve inançlarıdır.”
Albert EINSTEIN

Başlangıcından bu güne kadar Pekin (Beijing) 2008 Olimpiyat oyunlarında Türkiyenin eriştiği noktayı anlatan bir gazetenin 14 Ağustos 2008 günü çıkan sayısından alarak aynen aktarıyorum :

“OLİMPİK REZİLLİK
Pekin Olimpiyatlarına 15 madalya umuduyla giden Türkiye, tarihinin en büyük Olimpik fiyaskosuyla karşı karşıya. Olimpiyatların beşinci günü geride kalırken Türkiye, halterci Sibel Özkan’ın gümüşünden başka bir tek madalya bile kazanamadı. Üstelik madalya almasına kesin gözle baktığımız sporcular birer birer eleniyor.

2004 yılında Atina’da altın alan halterci Nurcan Taylan ilk gün sıfır çekip elenmişti. Bir başka Olimpiyat şampiyonu haltercimiz Taner Sağır da dün sıfır çekti. Olimpiyat ikincisi güreşçimiz Şeref Eroğlu dün ilk turda yenilip elendi. Şeref Tüfenk de elenenler arasına katıldı. Boks, yelken, yüzme ile atıcılıkta da sporcularımız hep son sıralarda yer aldı.”

Görüldüğü gibi Ata Sporu saydığımız güreş, okçuluk, atıcılık gibi dallarda hiç bir varlık göstermiş değiliz. Gene Ata Sporu sayılan binicilik kolunda ise Olimpiyata katılmadık bile. Daha Olimpiyat Oyunları sona ermedi. Sırada atletizm karşılaşmaları var. Ama bunlarda dereceye girme umudumuz ne olabilir?… Geçmiş olimpiyatlarda da atletizm konusunda varlık gösterdiğimiz olmamıştır. Başarısızlıklar için arkasına gizlenilen özürlere bakıyoruz : Bu “özürler kabahatlerinden daha büyük!..” Bunlara devletin harcadığı para da cabası oluyor!… Bir sporcunun devlete maliyeti 1 milyon YTL dolayında. Ayrıca kafiledeki herkese dolar olarak gündelik harcırah ödenmekte.

Biz, Olimpiyat Oyunlarına katılan sporcularımız illaki bir madalya alsın demiyoruz!… Altın olsun, gümüş olsun, bronz olsun madalya almak elbette çok önemli. Lakin, en az bunun kadar önemli, bunun kadar zor olan bir özellik daha var : Son sıralamada İLK ALTI ya da SEKİZİN İÇİNDE OLMAK!… Ki bunun anlamı finalde yarışmak demektir… Sporcularımız bunu da başaramamış bulunuyorlar.

Oysa eski olimpiyatlarda, en az Ata Sporu dediğimiz dallarda başarı gösterebiliyorduk.

Bize ne oldu da bu günkü duruma gelebildik?…

Bu sorunun yanıtını arar, doğru nitelendirmeler de yapabilirsek belki gerekli çözüm yollarına da ulaşma olanağımız olabilir.

En önde yurdumuzda spor denince akla, fudbol’dan başka bir spor dalı gelmiyor. Bunu somut bir biçimde gazelerin spor sayfaları ile televizyonların spor yayınlarına bakarak görme olanağı var. Buralarda bütün alanı fudbol kaplar. Onun dışında pek ender olarak öteki spor dallarından örnekse basketbola, o da kısaca değinilerek yer verilir. Ama fudbol için, gereksiz yere en hurda ayrıntılar ile dedikodu niteliğinde bilgiler verilir. Ayrıca televizyonlarda fudbolun incir çekirdeği doldurmayan konularını içeren oturumlar yapılıp, buralarda uzun uzun fudbol tartışmalarına girişilir.

Bu da gösteriyor ki, toplum olarak fudboldan başka hiç bir spor dalına ilgi duymuyoruz. Ama Olimpiyatlarda bir sürü spor dalı yanında fudbol, okyanustaki bir bir damla kadar ufak bir yer tutuyor.

Bu fudbol-severlik (!) yüzünden fudboldan başka hiç bir spor dalına doğru dürüst bir sermaye yatırımı olmadığı gibi, öteki spor dallarına moral açıdan da bir yaklaşım olduğu söylenemaz. Para her işte olduğu gibi spor konusunda da başkoşul olduğu için fudbolun dışındaki spor dallarda her yönüyle yaya kalmaktayız…

Çok ilgilendiğimiz fudbolda da akıl almaz çarpıklıklar yaşıyoruz. Sırf kazanma uğruna büyük takımlarımızdan biri yaptığı transferlerle bir Brezilya takımı görüntüsündeydi. İçinde ancak bir iki Türk fudbolcu barındırıyordu. Belki de bu yüzden fudbol takımımız Olimpiyatlar için yapılan ön elemeleri bile kazanamadı. Olimpiyatlara çok düşkün olduğumuz bir dalda, futbol dalında katılma olanağını bulamadık.

Bunun ardından, her konuda olduğu gibi, bir spor politikamız olmaması geliyor. Bu daha baştan başarılı olma olgusunu yok etmeye yetiyor. Aynı ekonomi, politika, tarım, sağlık, eğitim, bilim konularında başarısız olmamız gibi sporda da bu yüzden başarısız oluyoruz. Bunların her biri belli bir bilgi birikimi ile disiplinli çalışmayı gerekli kılan konulardır. Bütün dünya bir Olimpiyat bitince, ondan sonraki için hemen, hem fikir hem de fiziki anlamda sıkı bir çalışma ortamına giriyor . Buna karşın biz üç – üçbuçuk yıl yan yatıp bekledikten sonra geri kalan, aylarla ölçülebilen bir sürede çalışıp ya da çalıştırıp Olimpiyatlara katılmak istiyoruz. Sonuçta ya ön elemeleri geçemeyip katılamıyor, ya da katıldığımız dallarda daha ilk adımlarda dökülüyoruz. Olimpiyat ekibimiz de, dolarla ödenen yolluklar göz önüne alındığında, devlet kesesinden bir turistik gezi yapmış oluyor. Dikkati çekmesi gereken başka bir konu da Olimpiyat kafilemizde sporcudan çok yönetici bulunmasıdır!…

Bu son Pekin 2008 Olimpiyat Oyunlarında başımıza gelen budur.

Belli bir konuda politika geliştirmek için belli bir akıl düzeyinde olmak gerekir. Bunu pek çok kez dile getirdik ama bir kez daha söyleyelim : Bizim akıl konusundaki ayırıcı özelliğimiz (şiarımız) pozitif insan zekasını öngörmek değil, basit işe yaramaz KURNAZLIKLARI zeka zannetmemizdir. Kurnazlıkla bazı dalavereler çevrilebilir, para da kazanılabilir. Ama yeni bir buluş yapılamaz, matematik problemi çözülemez. Bunlar gibi spor karşılaşmalarında da başarılı olunamaz. Belli bir akıl düzeyiniz varsa ancak o zaman bilgi birikimi söz konusu olur. Bunun dışında bilgi sahibi olmak ta olanaksızdır (muhaldir). Oysa sporda ilerleyebilmek için belli bir bilgi birikimi, disiplin, aralıksız çalışma öğelerinin hepsinin birarada olması gerekir. En önde de belirli bir spor politikasının olması gelir.

Dönüp baktığımızda bizde bunların tümü vardır diyebiliyor muyuz?… Bir an yanıtın evet!… Olduğunu kabul edelim… O zaman, yalnız spor konusunda değil, yukarda sözünü ettiğimiz öteki konularda da başarısızlığın, yaya kalmanın nedeni acaba sizce nedir?…

NOT : Bütün bunlara karşılık denebilir ki, Olimpiyatlara katılım ile katılınan yarışmaları, sonuncu olarak olsa bile bitirebilmek başlıca amaçtır. Bunlar kazanmadan önde gelir. Olimpiyatlarda başlıca hedef dört yılda bir dünya gençliğini biraraya getirip onların kaynaşmalarını sağlamaktır.

Bu sözler modern olimpiyatları başlatan Baron Pierre de Cubertin’nin düşüncelerini yansıtmaktadır. Sonradan 1980 yılında Olimpiyat Komitesinin başına geçen Samaranch döneminden bu yana katılınan yarışmalarda kazanmak, yalnızca kazanmak fikri öne geçmiştir.

Antik çağ Olimpiyatlarında da buna benzer davranışların daha da aşırısını gözlemliyoruz. Kaybetmenin bedeli eski olimpiyatlarda bugüne oranla çok ağırdı. Dereceye giremeyen yarışmacılar halk tarafından ayıplanırdı, onlarla alay edilirdi, Dahası evlerine dönemeyecek kadar utandırılırdı.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>