TOPLUM OLARAK İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ SIKINTININ GERÇEK NEDENİ?…

180px-SaidNursi01.jpg
“BIR MİLLET UYUYORSA UYANDIRMAK KOLAYDIR. UYUMUYOR DA UYUYOR GİBİ YAPIYORSA NE YAPSANIZ NAFİLE, UYANDIRAMAZSINIZ.”
Indra GHANDI

İçinde blunduğumuz şu günlerde, demek ki 2008 yılında, toplumumuzda yaşadığımız , siyasal, toplumsal, dinsel, özetle ekinsel (cultural) ayrımın kaynağının ne olduğunu anlamak için fazla uzağa gitmemize gerek yok. Dönemin Yargıtay birinci başkanı İmran Öktem’ in 1966 yılında, Adalet Yılının açılış konuşmasında söydeği şu aşağıdaki sözlere bir göz atmak yeterli olacaktır. Aradan geçen zaman 42 yıldır.

[Ceza Genel Kurulu kararına katılan yüksek ve muhterem hâkimlerin hepsi ceza hukuku sahasında temayüz etmiş, İslâm Dini'nin iman ve itikat ve ibadetle ilgili temel ve özelliklerini gayet iyi bilen, Anayasa'nın ve özel kanunların sağladığı vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine saygılı samimi kimselerdir. Esasen biz hukukçular için samimi ve hakiki iman sahibi bir in­san makbul ve muteber insandır. Bu iman ister Tevrat'ın, ister İncil'in ve is­ter Kuranın tanıdığı Allah'a karşı olsun. Bütün bu kitapların getirdikleri itikat ve iman esas ve temellerinin, ibadet şekillerinin gayesi insanları kendisi, ai­lesi ve çevresi için zararlı olmaktan korumak onları faydalı bir hale getirmektir. Hukukun gayesi de budur. Hiçbir kimse dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz. Bunu elbet Yargıtay hâkimleri bilir. Fakat hiçbir kimse Devletin sosyal, iktisadî, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma ve siyasî veya şahsî çıkar veya nüfuz sağlama amacı ile dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istis­mar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu 1960 Devrimi'nin getirdiği 1961 Anayasası'nın ihmaline hiçbir aydın Türk'ün müsaade ve müsamaha ede­meyeceği temellerden biridir. Din, iman ve ibadet perdesi altında kendisine, ailesine, çevresine, milletine zararlı hareketler yapılıyorsa ve suçlar işleni­yorsa bu hal dinin, din ve vicdan hürriyetinin kötüye kullanıldığını gösterir. Hukuk buna müdahale eder. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Nur Risaleleri adı altında el yazması, taş basması, matbaa basması olarak ele geçen kitapları, bunların lehinde ve aleyhinde yazılmış broşürleri ve yazıları incelemiş, yuka­rıda sözü edilen kararı vermiştir. Nur Risaleleri ile ilgili bazı ceza kovuştur­maları beraatle neticelenmiş ise de ceza hukuku bakımından nerede ve ne zaman hangi şartlarla muhkem kaziyye bahis konusu olacağını ceza huku­ku ile uğraşan hâkimler çok iyi bilirler. Ceza Genel Kurulu işbu kararda şu hususları belirtmektedir:

Nurculuğun kurucusu Nurslu Said; yarı cahil, okuyup yazmasını bilme­yen bir adamdır. Bir zamanlar doğu bölgesinde şeyhlik faaliyetinde bulun­muş, İstanbul’da siyasete atılmış, siyasî bir demeğin kurucuları arasına gir­miş, 31 Mart Vakası’ndan önce Derviş Vahdeti ile münasebet kurmuş, Vol­kan Gazetesi’ndeki yazıları ile 31 Mart Vakası’nı körüklemiştir. O sıralarda Kürt Teali Cemiyeti’ne girmiş, Kürtleri Türkler aleyhine tahrike gayret etmiş, Cumhuriyet Devri’ndeki yazılariyle de memleketin birliğini bölücü -faaliyet göstermiştir. Türkiye’nin batılılaşmasına, millî şuurun uyanmasına yazılariy­le ve hareketleriyle muhalefet etmek istemiştir. Türkiye’nin kurtarıcısı ve ku­rucusu büyük Atatürk’ün inkılâpçı hareketlerini tasvip etmemiş, yazılariyle onu tahkir etmiş, reformu durdurmak istemiştir. Dini siyasete âlet ve Devle­tin dahili emniyetini ihlâl etmek suçlarından hapse mahkûm olmuş, cezasını çektikten sonra bir mahalde ikâmete mecbur edilmiştir. Kendisi İslâm Dini ve itikadı ite bağdaşması mümkün olmayan fikirler ortaya atmış, iddialar ileri sürmüştür. Kendisine mucize derecesine varan kerametler izafe edilmekte­dir. Said Nursî siyasî toplumu ümmetçilik temelleri üzerine kurmak istemek­tedir. Ona nazaran Atatürk Devrimleri dine aykırıdır. Bunlara muhalefet et­mek lâzımdır. Nur Risaleleri müsbet ilmi inkâr etmekte, medeni icatları ise Kuran ile izaha kakışmakta ve yegâne ilmin Kuran ilmi olduğunu, Kur’anı ise yalnız Nur Risalelerinin açıkladığını, bu Risaleler okunmakla Kur’an ilmi­nin öğrenilmiş olacağını ileri sürmektedir. Nur Risaleleri’nin gerçek amaçları­na nüfuz edebilmek için bu konuda yazılmış eser ve yazıların tamamen gözden geçirilmesi lâzımdır. Nurculuk maddiyatı, tabiatı ve modern felsefeyi tamamen red ve bütün dünya saadetlerini insanlara haram etmektedir. Lâik bir Devlet düzeni şeriata aykırıdır. Lâiklik ile dinsizlik arasında bir fark yok­tur. Reform ancak Hıristiyanlık’ta mümkündür. Türk reformu Hıristiyan refor­munun bir taklidinden ibarettir, İslâmiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeye­cek derecede mükemmeldir (İslâmiyet’in inkişaf ve tekamül tarihinden ha­bersiz görülmektedir). Yine Said Nursî’ye nazaran lâik Cumhuriyetçi düzen, dini müthiş sadmeye maruz bırakmıştır. Atatürk idaresi dehşetli ahir zaman­dır. Dinsizlik, komünistlik, ifsat komitelerinin faaliyet yıllardır. Devrim kanun­ları muvakkattir ve Hıristiyan kanunlarıdır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir. Devlet İslâm esaslarına göre kurulmalıdır. Devletin manevi şah­siyeti Müslüman olması lâzımdır. Müslümanlara Kur’an dışında bir Anayasa lâzım değildir. Said Nursî milliyete ve milliyetçilik fikrine düşmandır. Milliyet­çilik İslâm birliğine manidir. Bu yol ile Bolşevizme ve Sosyalizme karşı mü­cadele edilemez. Bunlarla ancak İslâm ümmetiçiliği mücadele edebilir, İs­lâmların ittihadı şarttır, İslâm milletinin saadeti yalnız İslâm! hakikatlerle ola­bilir, İslâm Devleti’nin merkezi ve Mekke’si Arabistan Yarımadası olacaktır, İslâm dininde inkılâp yapılamaz. Devrimler İslâmiyet’e aykırıdır. Çok kadınla evlenmek caiz ve şarttır. Aile saadeti ancak İslâm şeriatı dairesinde müm­kün olabilir. Bankalar kapıtılmalı, faiz yasak edilmelidir. Mirasta kadın ile er­keğe müsavi hisse verilemez. Kadının kocasından boşanma istemeye hakkı yoktur. Nursî, hilâfet ve saltanatın kaldırılmasını hatırlatarak teessür ve üzüntü duyduğunu neşir ve ilân etmektedir. Ona göre. bu Devletin – yani Türkiye’nin – felâketi âlemi İslâm’ın müstakbel saadet ve hürriyeti ile telâfi edilecektir. Bu musibet İslâm kardeşliğini inkişâf ettirecektir. Bu cümleler Nur Risaleleri diye anılan kitaplardan mehaz gösterilmek suretiyle Genel Kurul ilâmına aynen alınmıştır. Görülüyor ki, İslâm kardeşliğini inkişaf ettire­ceği gerekçesiyle Türkiye’nin felâket ve musibeti onda bir sevinç uyandır­mıştır.

Kararda belirtilen hususlara devam ediyorum: Nurcular kendilerine Nur Talebeleri adını vermektedirler. Nur Talebesi olmak için bazı merasim yapıl­ması ve bazı taahhütlerde bulunulması lâzımdır. Nur Talebeleri bekâr kal­malıdırlar. Muhakkak evlenmek lâzım ise, bir Nurcu ile evlenmelidirler. Nur Risaleleri’nde Kur’an Âyetleri’nin tefsirinde onların tahammül edemeyeceği tarzda batını ve manevi manâlar verilmektedir. Samimi İslâm inanışının red­dettiği tevafuklar, cirif, ebced hesaplariyle, hurifilik usulü ile Kukanın manâlandırılmasına çalışılmış, gelecekten haber verilmeye kalkışılmıştır. Nur Risa­leleri mukaddes kitaplar arasına katılmak istenmiş, Nurculara mahsus dua­lar tanzim olunmuş, bu suretle Müslümanlar arasında dahi bir zümre mey­dana getirilmiştir. Bu risalelerde Türk Milleti arasında ırk esasına dayanan, zümrecilik cereyanları teşvik edilmiştir. Risalelerle Türk Devleti’nin bağımsız­lığını tenkis ve birliğini bozma yolunda hareketlerde bulunulmuş, devrimlerin ve devrim kanunlarının meşru olmadığı yazılıp telkin edilmiş, lâik bir Cumhu­riyet kurduğu için Atatürk’e ağır tecavüzler yapılmış, bunları yaymak Türk Ceza Kanunu’nun 163 üncü maddesini ihlâl eden bir suç teşkil etmiştir. Çok kadınla evlenmenin propagandasını yapmak, aile ve miras hukukunun şeriat hükümlerine tabi olması lüzumunu açıkça yazıp telkin etmek faizin yasak ol­duğunu, bankaların kapatılması gerektiğini ileri sürmek, Şer’iye Mahkemeleri’nin ihyasını istemek suretiyle de 163 üncü madde ihlâl olunmuştur. Cum­huriyetten önce yazılan risaleler dahi yakın zamanlarda tekrar bastırılıp da­ğıtılmıştır. Bunlardan birinin ilk sahifesinde (Bu müdafaayı bu asra daha mu­vafık gördük) denilerek o Risaledeki sözler için dahi söylenmiş sayılmıştır. Bu nitelikteki Risaleleri okumak üzere halka verdikleri sabit olan sanıkların 163 üncü madde uyarınca cezalandırılmaları lâzımdır. Bu karar 15 sahifedir. Geniş açıklamaları ihtiva ediyor. Ben hülâsasını çıkardım.

Nurculuk gibi Müslümanlar’ın çoğunluğu tarafından İslâm akideleri ile teli­fi mümkün olmadığı kabul edilen gerici ve sağcı cereyanlar yurt içinde çok tehlikeli bir hal almıştır. Aydın ve doğruyu gören vatandaşlarımın dikkat na­zarlarını çekerim. Bu akımlara kapılan vatandaşlarımın mühim bir kısmı saf ve temiz insanlardır. Allah’a inanma ihtiyacı karşısında din bezirganlarının ağalarına düşmüşler ve yollarını sapılmışlardır. Bunları kurtarmak lâzımdır.
Gerçekten bu gerici akımlar toplumu orta çağın başlarına itmekte bir kıs­mı ise vatandaşlar arasında ırk bakımından hizipler yaratmak, reformcu di­namizmi önlemek istemektedir. Bizim vazifemiz Türkiye’yi din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan korumak, gericiliği önlemek, devrimleri aynı can­lılık ile ayakta tutmak, yalnız müsbet ilim metotları üzerinde yürümektir – (En hakiki mürşit ilimdir). Atatürk’ün ölümünden itibaren 30 seneye yakın bir zaman geçmiştir. Bunları burada tekrar etmek lüzumunu duymak çok hazindir. Dindar görünmenin komünistliği önleyeceği iddiası da boştur. Milyonlarca koyu Müslüman topluluğunun demirperde gerisinde yaşadığı bir hakikattir. Fakat milliyet duygusunun zayıflaması, millî bütünlüğün çözülmesi, ister ırk, ister din, ister servet bakımından olsun herhangi bir sebeple vatandaşlar arasında ikilik şuurunun uyandırılması, fukaralık ve zaruretin artması, müsbet ilimden yana cehalet komünizm için en müsait bir ortamdır. Bu şartları haiz ve fakat çoğunluğu dindar insanların teşkil ettiği ortama komünizm din kılığı altında nüfuz etmeye çalışır. Bunu hiç unutmamak lâzımdır.]

“Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün ” (*)

Yukarıdaki tümceyi söyleyen kişi amansız bir Türk düşmanı olan, son soluğuna kadar Türkiye toprakları üzerinde bir Kürdistan kurma düşüyle ölen Said-i Kürdi ya da çoğunun bildiği adıyla Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi’dir.

1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelen Said-i Nursi bağımsız Kürdistan çalışmalarına II. Abdülhamit zamanında başlar. Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır. Said-i Nursi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur. Dilekçede Kürdistanın geleceği (!) için Kürdistan olarak adlandırdığı bölgede 3 tane medrese açılması ile burada Kürt gençlerinin eğitim görmesini ister. II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır. Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söyler.

Said-i Nursi’nin ölümünden sonra nurcular kendi aralarında bölünmüş Fethullahçılar, Med Zehracılar, Kırkıncılar, Aczmendiler gibi çeşitli akımlar türemiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı’nın hazırlamış olduğu rapora göre, nurcular dokuz gruba ayrılmış olup, içlerinde en güçlü konumda bulunan Fethullahçılardır . Ekonomik yönden inanılmaz bir güce ulaşan bu grubun en tanınan şirketleri ise Zaman gazetesi ile Samanyolu televizyonudur. Finans sektöründe Asya Finans eğitim sektöründe ise yurdun her tarafına yayılmış olan dersaneler ile Fatih Üniversitesiyle eylemde bulunmaktadır. Bu dershaneler ile üniversite Fethullahçılar için bir numaralı insan kaynağıdır .

Bu çalışmalar yalnızca yurtiçinde değil yurtdışında da sürdürülmektedir. Dünyanın neredeyse yarısında Fethullah’a bağlı şirketler aracılığı ile okullar kurrulmakta, İngiliz kültürü adına önemli hizmetler verilmektedir. Buna en güzel örnek olarak bir Türk yurdu olan Yakutistan’ı verebiliriz. Ana dili Türkçe olan bu ülkede, Fethullah bir üniversite ile 5 okul açarak İngilizce eğitim vermeye başlamış sonuç olarak 1999 yılında ülkenin resmi dili Türkçe yerine İngilizce olarak değiştirilmiştir. İngiltere’nin Kazakistan Büyükelçisi 1995 yılında Fetulla’ın Kazakistan’daki okulları için “Bu okulları açmak suretiyle İngiliz kültürüne yaptığınız hizmetler ve İngiliz kültürünü yaymakta gösterdiğiniz katkılar için İngiliz milletinin minnettarlığını bildiriyor ve teşekkür ediyoruz “ diyordu. Londra’da Fethullah için düzenlenen ödül töreninde de Lord Rotherham Fethullahçıların okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek “50′den fazla ülkede 500′den fazla okulumuz var .” demiştir. Böylece Said-i Nursi gibi Fethullah’ın da kime hizmet ettiğini tüm Türk Ulusu görmüştür

Fethullah saf insanları etkilemek için üstadının taktiklerini birebir uyguluyor. Sabah gazetesinde yayınlanan bir röportajında, cehennemin önünde kollarını acıp beklediğini insanların yığınlar halinde cehenneme doğru giderken kendi cemaetinden kimsenin olmadığını Allah’ın adını vererek yemin ediyor . Böylece Fethullah İslam dünyasına Hıristiyanlıkta bulunan ruhbanlığı sokmuş oluyor. Hz. Muhammed (sav) bile sahabelerden en fazla 10 kişiyi cennet ile müjdeleyebilirken Fethullah tüm cemaatini cennet ile müjdelemektedir.

Bütün bunlara baktığımızda, daha Sultan II Abdülhamit döneminden bu yana İslamın nasıl çarpıtılarak, ayrıca bunun arkasına sığınılıp nasıl bir Kürt devletinin kurulmasına çalışıldığını kolayca anlarız.

Ne yazık ki içinde bulunduğumuz dönemde politikacılar da bu karmaşalı (chaotic) akıma kendilerini kaptırarak, yangına körükle gitmekteler. Toplumun çektiği gerilim, sıkıntı ile sancılar bunun bir sonucudur.

Said-i Nursi’nin geçirdiği yaşam dönemleri, Vickipedia’ dan alınarak, aşağıda kronolojik sırayla verilmiştir.

● 1907 – Toptaşı akıl hastalıkları hastanesine yatırıldı.
● 1907 – Eğitimle ilgili islam ile bilimi eksen alan projelerini padişaha sunmak üzere İstanbul’a geldi. Van’da kurmayı planladığı Medresetü’z Zehra padişah tarafından kabul görerek ödenek ayrıldı.
● 1909 – İttihad-ı Muhammedi Fırkası (Fırka-i Muhammediye)kuruluşunda kurucu üye olarak yer aldı.
● 1909 – 31 Mart Olayı sebebiyle Divan-ı Harp Mahkemesinde yargılandı. Beraat etti.
● 1911 – Şam, Emevîye Camii’nde büyük bir hutbe okudu. Bu hutbe daha sonra Hutbe-i Şamiye adıyla kitaplaştırıldı. Münâzarat ile Muhakemât gibi eserlerini telif etti.
● 1915 – Birinci Dünya Savaşı’na katıldı.
● 1916 – Bitlis savunması esnasında yaralanarak Ruslara esir düştü.
● 1918 – İki buçuk yıl süren esaretten, bir Rus askerin yardımıyla firar etti. İstanbul’a geldi. Devrin tek İslâm Akademisi olan “Dar-ül Hikmet-ül İslamiye”ye üye oldu.
● 1919 – 19 Ocak 1919’da Mustafa Sabri, İskilipli Mehmet Atıf Hoca, Ermenekli Saffet efendi gibi din ile eğitimcilerle birlikte daha sonra Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alacak Müderrisler Cemiyeti’nin (Cemiyet-i Müderrisîn) kuruluşuna üye olarak katıldı.
● 1919 – Mesnevî-i Nuriye adlı eserini yazmaya başladı.
● 1920 – İstanbul’un İngilizler tarafından işgali üzerine Hutuvât-ı Sitte adlı bir eser yayınladı. Bu eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüm cezasına mahkûm edildi.
● 1922 – Zaferden sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya TBMM’ye dâvet edildi.[kaynak belirtilmeli] Burada mebuslara hitaben hazırladığı bir beyannamede dinden uzaklaşıldığı iddiasında bulundu.[kaynak belirtilmeli]
● 1923 – Ankara’yı terkedip öğrenci yetiştirerek münzevi bir yaşam sürmek üzere Van’a yerleşti. Öğrencilerine ders vermeye başladı. Erek Dağı’nda iki senesini geçirdi.
● 1925 – Şeyh Said İsyanı’ndan sonra Burdur’a sürüldü. Burada Nur’un İlk Kapısı isimli eserini yazdı.
● 1926 – Barla’ya sürüldü. Burada Risale-i Nur’u telife başladı. Sözler ile Mektubat’ın tamamı, Lemalar’ın da büyük bölümünü burada yazdı.
● 1934 – Barla’dan Isparta’ya sürüldü.
● 1935 – “Gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” savıyla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde aleyhinde dâvâ açıldı. Mahkeme sonunda Tesettür Risalesi’nden dolayı 11 ay hapse mahkûm edildi. 120 öğrencisiyle birlikte Eskişehir Hapishanesinde tutuklu kaldı. Orada tecrid altında tutuldu.[kaynak belirtilmeli]
● 1936 – Hapis cezasının bitiminden sonra 7 yıllığına Kastamonu’ya sürüldü.
● 1943 – 126 talebesiyle birlikte tekrar “rejimin temel düzenini yıkmak” suçundan tutuklanarak Denizli Hapishanesine sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı. Beraat etti.
● 1944 – 9 aydan sonra Emirdağ’a götürüldü. Burada zorunlu ikâmete mahkum edildi.
● 1948 – Aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak 54 talebesiyle birlikte Afyon Hapishanesine sevk edildi. Yaklaşık 20 ay hapiste kaldı. Buradan tekrar Emirdağ’a götürüldü.
● 1952 – Gençlik Rehberi eseri hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul’a geldi , bu davadan beraat etti.
● 1953 – Emirdağ’a döndü. İkinci defa İstanbul’a geldi. Üç buçuk ay burada kaldı. Bundan sonraki hayatı genellikle Emirdağ ile Isparta’da geçti.
● 23 Mart 1960 – Şanlıurfa’da öldü. Urfa Halil-ur Rahman Derhahı’na defnedildi.
● 12 Temmuz 1960 – 27 Mayıs ihtilali sonrasında hükümetin emriyle mezarı yıktırıldı. Cenazesi Ispartaya nakledildi, Isparta şehir mezarlığına defnedildi.

————————————————————————–

(*) Bu tümce, 1992 yılında yayın yaşamına giren Özgür Gündem gazetesinin devamı olup, 1994 te yayınına başlanılan PKK nın yayın organı ÖZGÜR ÜLKE gazetesinde yayınlanmıştır. Yine bu gazetenin söylemi ile öteki Kürtçü yayın organlarında Kürt Said için “devrim şehidi” sözünün kullanılması nurculuğun hangi ereğe hizmet ettiğinin en kesin kanıtıdır.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>