GENÇLERİN YAŞAMINDA DERSHANELERİN YERİ….

ders.jpg

“Dersaneler bir garabettir!..”

Recep Tayyip Erdoğan

Başbakan

Herşeyden önce birer “garabet” olarak nitelendirilen dersanelerin yaşamımıza nasıl girdiğinin incelenmesi gerekir.

Üniversitelerin öğrenci alım gücü (kapasitesi), bizim Üniversiteden mezun olduğumuz dönemden hemen sonra, demek ki 1950 li yılların sonu ile 1960 lı yılların başında, değişmediği halde Üniversitelere başvuru sayısı sürekli artmaya başladı. Bunun nedeni genç nüfusun giderek artması olduğu gibi, toplumda yaygın olarak gelişen bir “aşağılık duygusunun” bulunduğudur.

Bu aşağılık duygusu ne idi?..

Toplum olarak evlatlarımızın hepsinin Üniversite öğrenimi görmesi isteniyordu. Çünkü bu olmazsa gençlerin eğitimi tam olmayacaktı. Ekinleri (kültürleri) eksik(!) kalacaktı. Topluma bu fikrin nasıl pompalandığı bilinemez. Ama ortada apaçık bir gerçek vardır : Üniversite eğitimi kişiye ekin değil, meslek verir. Meslek ise Üniversite dışında çeşitli yollarla sağlanabilir. Öte yanda ekinin, yalnızca lise eğitimiyle kazanıldığı bir gerçektir.

Burada meslek kazanımı ile ekin sahibi olmanın anlamı da, yolları da birbirine karıştırılmış oluyor. Bunun nedeni, ne yazık ki ana-babaların da iyi eğitilmemiş olup, bir tür bilgisizlik içinde olmalarıdır. Bu bilgisizlik sonucu, çocuklarının yetiştirilmesi konusunda gereğinin yerine getirilememesi tehlikesi başgösterdiği sanıldığından. ana-babalar ruhsal bir sıkıntı içine düşerek, kendilerinde bir aşağılık duydusu varlığı görüntüsü vermekteler.

Bir çok kez tekrarladık, ama burada hocam Nurullah Ataç’ ın ekin konusundaki bir anısını tekrar veriyorum :

“İstanbul Üniversitesi’nin yeni kurulduğu günlerdeydi. Almanya’dan gelmiş bir öğretmenle konuşuyordum, yanımızda Türk yazarlarından biri vardı. Konuşmamız edebiyat üzerinde idi, ben başka ne konuşabilirim?.. Bir ara o söylediğim Türk yazarı : Ne iyi ! siz hem hekimsiniz, hem de edebiyat işlerinden anlıyorsunuz ! dedi. Şöyle bir baktı o Alaman : Elbette, dedi, ben doktor olmadan önce bachelier’im… Bilim – Yurdundan geçmesinden çok bir liseden geçmesiyle, olgunluk sınavı vermiş olmasıyla övünüyordu”

Toplumda gittikçe yer eden bu “Üniversite Tahsili” merakı, sonunda Üniversite kapılarında yığılmalara yol açtı. O zaman karar makamında bulunan yöneticilerin aklına Üniversitelere girmek için bir eleme sınavı koymak geldi. Bunu gerçekleştirdiler de, sınavın adı ÖSS (Öğrenci Seçme Sınavı) idi. İşte böylece ÖSS yaşamımıza girmiş oldu.

Ne var ki, bu sınavın amacı seçme olduğu için hazırlanan sorular lise öğrenim programlarının oldukça dışında kalıyordu. Sınav yazılı olup, çoktan seçmeli biçimde uygulanıyor, ülkenin birçok yerinde bir günde yapılıyordu.

ÖSS nin göz ardı edilemeyecek çok önemli bir özelliği vardır. Varsayalım ki Üniversiteye girmek için 100 puvana gereksinim vardır. Üniversitelere o yıl söz gelimi 650 bin öğrenci alınacaksa, sınavda 99 puvanı da 650 bin kişi tutturmuşsa, bunlar Üniversiteye girerler, ama 98 – 97 – 96 ilh. puvan tutturanlar giremez. İyi de bu puvanları tutturan öğreciler de çok bilgili, dahası parlak öğrenciler değil midir?.. Ama sınav bir eleme sınavıdır. Yapılacak bir şey yoktur.

İşte bu lise eğitim programının dışında kalma özelliği, sınava girecek öğrencilere, lise öğrenimi dışında, ÖSS için ayrıca bir eğitim gerekliliğini de beraberinde zorunlu olarak getirdi. Bu gün garipsediğimiz dersaneler bu gereksinme yüzünden yaşama geçirilmiştir. Buna karşın Milli Eğitim Bakanlığı(*) “müfredat programları”nda ÖSS doğrultusunda bir değişime gitme gereksimini duymadı. Liselerdeki eğitim, deyim yerindeyse “eski hamam, eski tas” sürdürülüp gitti. Böylece dersanelere olan bağımlılık da sürüp gitti.

Ne güne kadar?..

Belki şaşacaksınız ama : içinde bulunduğumuz bu güne kadar!!..

Siz yönetim olarak yıllardan bu yana, bu gün de içinde olarak, lise eğitim programlarında ÖSS doğrultusunda bir iyileştirme getirmeyeceksiniz. Böylece gençleri dersanelere muhtaç halde bırakacaksınız, onlar da zorunlu olarak bu dersanelere başvuracak, siz de karşılarına geçip “dersaneler garabettir” diyeceksiniz!..

Ne dersiniz burada asıl “garip” olan, alay eder gibi, bu sözün söylenmesi değil midir?!..

——————————————————————

(*) Bu günlerde Milli Eğitim Bakanı, Üniversite öğrencisi başına yapılan harcamanın 2002 yılında bin 463 dolardan, günümüzde 3 bin 800 dolara çıktığından yakınmaktadır.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>