“Nereye gideceğinizi bilmiyorsanız, çok fazla ileri gidemezsiniz.”
Johann Wolfgang von Goethe
Bir gazetenin sağlık ekinde gözüme ilişti. Konuyu bir bilimsel dergide okumuş değilim. Ama ben konunun yayınlandığından söz edilen Science Dergisine aboneyim. Orada böyle bir konuya rastlamadım. Büyük olasılıkla belki de gözümden kaçtı. Ayrıca Dr. Andrei Gudkov’ un 150 kadar makalesini taradım. Böyle bir konuya rastlamadım. Bu durumda söze “eğer doğruysa” diye başlamak en iyisi, en akıllıcasıdır.
Konu şöyle :
“ABD’deki Lerner Araştırma Enstitüsünde Dr. Andrei Gudkov ile ekibi (*) tarafından geliştirilen ilaç, bazı dirençli kanser hücrelerinin radyoterapiye dayandığı ya da dirençli oldukları araştırırken bulundu. Bu ekip “CBLB502” adı verilen bir ilaç keşfettiklerini bildirmişler. İlaç vücudu radyasyonun (ışınlamanın) zararlı etkilerine karşı koruyormuş (**).
Bilim adamları ilacın kanserli hastalar için radyoterapinin daha güvenli hale getirlebileceğini, bir nükleer felaket olayında da kullanılabileceğini umuyorlar.
Bu ilaç şimdiye kadar yalnız hayvanlar üzerinde denenmiş. Radyoterapi sırasında sağlıklı hücrelerin hayatta kalmasına yardımcı olacak biyolojik mekanizma üzerinde etki gösteriyor. Science Dergisinde yayınlanan bu buluş henüz klinik deneylerden geçmemiş.
Fareler ile maymunlarda yapılan deneylerde, öldürücü radyasyona maruz bırakılmadan önce, 45 dakika ile 24 saat arasında ilaç zerkedildikten sonra, deney hayvanlarının daha uzun yaşama olasılıklarının saptandığı belirtiliyor.”
Bilindiği, pek çok kez de yinelediğimiz gibi, günümüzde kansere karşı sağıtma amacıyla kullanılan üçlü sağıtma yönteminin (cerrahi girişim+kemoterapi+radyoterapi) kanseri sağıtma yerine azdırdığını bir kez daha söylemek gerekiyor. Bunların kanseri azdırmasının nedeni bağışıklık sistemini yıkmalarıdır. Bir gün gelecek kesinlikle terk edileceklerdir.
Öyle ki yapılan organ nakillerinde, alıcının bağışıklık sisteminin nakledilmiş organı reddetmemesi için kemoterapi ile radyoterapi ikilisi kullanılır. Böylelikle alıcının bağışıklık sistemi çökertilerek organın reddi önlenmeye çalışılır. Bu durumda kemoterapi ile radyoterapi doğru hedeflerine ulaşmış olur. Bunu da bütün hekimlerin bildiğini ya da bilmesi gerektiğini kabul etmemiz gerekir.
Kanser sağıtımının omurgasını bağışıklık sistemi oluşturuyorsa, bunun korunmasının da ön sırada olması gerekmez mi?…
Yapılan araştırmada sakıncalı düşünce ile davranışlar o kadar çok ki, neresinden başlamalı konusunda ister istemez duraksanıyor. Ama biz gene de “eğer doğruysa” diye söze başlamak istiyoruz.
Yapılan araştırma sonucu elde edilen ilaç için çekinceli noktalar şunlardır :
● Çalışmada “radyasyondan zarar görmeyerek, sağlıklı hücrelerin hayatta kalabilmesi” üzerinde durulup, bu açık açık da söyleniyor. Oysa, radyasyonun kötü etkisi BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ üzerinedir. Korunması gereken, sağlıklı hücreler değil, ama BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ’dir. Çünkü bağışıklık sistemi çökünce kanser de azıtıp, vücudun her yanına yayılım yapar. Bu hastanın ömrünün kısalmasıyla sonlanır. Demek ki hiç bir girişimde bulunulmasa, kanseriyle birlikte, hasta 3 – 4 yıl yaşayabilecekken, bizim elimizdeki üçlü sağıtma sistemini uygulamamızla, genelde 12 – 13 ay içinde yaşamını yitirir. Bu Hippocratesin “primum nil nocere = önce zarar vermeyeceksin” ilkesine ters düştüğü gibi; bu güne kadar ölüme çare bulunamadığına göre, “hekimin olabildiğince hastasının ömrünün uzamasına yardımcı olması gerektiği” ilkesine de karşıdır.
● Yapılan deneylerde kullanılan hayvanların kanserli olmadıkları anlaşılıyor. Çünkü hedef sağlıklı hücrelerin radyasyona olan dayanıklığını saptamaktır. Gene de hayvanların yaşam sürelerinin uzamasından söz ediliyor!!.. Bu deney hayvanlarına da öldürücü doz radyasyon verildiği söyleniyor. Zavallı hayvanlar!.. Hiç günahları olmadığı halde “bilimsel deney”(!) adını verdikleri temelsiz araştırmalar için ızdırap içinde, bir hiç uğruna yok olup gidiyorlar. Çünkü alınacak sonuçtan insanların yararlanması olanağı hiç yok!..
● Bu ilacın “radyoterapiye dirençli kanser hücreleri üzerinde araştırma yaparken bulunduğu” söyleniyor. Bu durumda, elde edilen maddenin sağlıklı hücreler yanında var olan kanser hücrelerini de koruyup, onların da radyoterapiye karşı dirençlendirmeyeceği nereden biliniyor?.. Ya da buna nasıl karar verilebiliyor?.. Bu olasılık hiç düşünülmemiş midir?.. Ama bu bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Uygulanan bir kaç hasta ölünce, bu işe yaramıyormuş diye 180 derece geriye dönülecektir. Ondan sonra da “tıpta kesinlik yoktur, ne yapalım?..” Deyip, bu asılslz yuvarlak lafla işin içinden çıkılacağını zannediyorlar. Böylelikle tıbbın kendisine de büyük zarar verdiklerinin farkında bile değiller. İşte, olacakları söylüyoruz… Dinleyen var mı?..
● Bu durumuyla bulunan ilacın radyoterapi gören kanserli hastalara bir yararı olmayacağı, tam tersine bu hastalara zarar getireceği çok açık bir gerçektir. Çünkü ünlü bir atasözümüz var “Görünen köy kılavuz istemez.” Bakalım, ilaç son biçimini aldığında, ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) bunun için nasıl bir karar alacak. Sonuç ilginç olacaktır.
● Görüldüğü gibi bu ilaç radyoterapinin zararlı etkisini, kanserli hastalar için ortadan kaldırmayacaktır. Ama Bir nükleer felakette işe yarar mı?.. Bu ayrı bir konudur. Ayrıca irdelenmesi gerekir.
Bir araştırmaya girişildiğinde, önce bir yol haritası çizllir. Bir rota saptanır. Varılacak hedefimiz nedir?.. Ne yapmak istiyoruz?.. Bu yol bizi istediğimiz yere çıkaracak mı?.. Elde edilebilecek sonuç bir yarar sağlar mı, yoksa zararlı mı olur?.. Neden?.. gibi soruların sorulması gerekir. Goethe, yukarıya aldığımız sözleriyle bunu anlatıyor.
Demek ki kolları sıvayıp araştırma laboratuvarına girmeden önce işin zihinde iyice evrilip çevrildiği bir masa başı dönemi vardır. Ama, elbette bunun için belli bir zeka düzeyi gereklidir!.. Aslında bu yoksa hiç bir şey de yok demektir. Çünkü araştırma ile bunun sonucu elde edilen veri , tümüyle yaratıcı insan zekasına bağlıdır.
Ayrıca tıbbi araştırmaların sürdürülmesii sırasında kullanılan yöntemlerin (halen bu yöntemlerin ne idüğü belirli de değildir..), matematik diliyle yürütülmesi gerekir. Tıp şimdilik bu araçtan yoksundur. Senelerdir verdiğimiz uğraş meyvasını verip tıbba matematik sokulabilirse, şimdi içinde bulunulan karmaşadan çıkılıp düzlüğe varılabileceğine ben inanıyorum. Çünkü o zaman tıp “Bilim” kimliğine kavuşacaktır. Şimdilerde “olsa olsa “ yöntemiyle işlerini yürüten bir “sanat” tan öte bir şey değildir!..
Buna karşın aşağıdaki gibi haberlere de rastlıyoruz. Kanser sağıtımı için bu daha aklı başında bir araştırma, Çünkü radyoterapi ile kemoterapiyi bir kenara koyup, kanser sağıtımı alanı dışında tutuyor. Beklenilen de buydu :
“SİHİRLİ KURŞUN İNSANLARDA DENENECEK
İngiliz araştırmacılar sağlıklı hücrelere zarar vermeden kanserli hücreleri yok eden tedavi yöntemini insanlar üzerinde denemeye başlayacak. Sihirli kurşun adı verilen yöntem üzerinde 11 yıldır çalışılıyordu.
LONDRA – İngiliz bilim adamları, dünyada ilk kez, sağlıklı hücrelere zarar vermeden kanserli hücreleri yok edebilen bir tedavi yöntemi geliştirdi. Kemoterapi ve radyoterapiye oranla çok daha etkili olduğu belirtilen yeni tedavi, şimdilik fareler üzerinde başarı sağladı. İnsanlar üzerinde denemelerse gelecek yıl başlayacak.

İngiltere’deki Newcastle Üniversitesi’nde 11 yıldır süren çalışmalar kanser tedavisinde umutlandıran sonuçlar verdi.
YUMURTALIK KANSERİNİ YOK ETTİLER
Bilim adamları sağlıklı hücrelere zarar vermeden kanserli hücreleri yok edebilen bir tedavi geliştirdiklerini duyurdu. Yeni tedavi yöntemi, fareler üzerinde çok başarılı sonuçlar verdi. Uzmanlar, farelerde yumurtalık kanserini yok etmeyi başardı.
SIRADA AKCİĞER, PROSTAT VE SAFRA KESESİ KANSERLERİ VAR
Yeni yöntemin asıl umut verici tarafıysa, insanlarda akciğer, prostat, safra kesesi kanseri ve göz tümörlerinin tedavisinde kullanılabilecek olması.
Yöntemde, vücudun doğal savunma sisteminin bir parçası olan antikorlar hastaya enjekte ediliyor. doğrudan tümörü hedef alan antikorlar, ultraviyole ışığa maruz kaldıklarında harekete geçiyor ve sağlıklı hücrelere dokunmadan kanserli hücreleri yok etmeyi başarıyor.
Bilim adamları, bu özelliği nedeniyle tedaviyi “sihirli kurşun” olarak nitelendiriyor.
İNSANLARDA GELECEK YIL DENENECEK
Sağlıklı hücrelere de zarar veren, yan etkileri bulunan radyoterapi ile kemoterapiyle karşılaştırıldığında kanser tedavisinde yepyeni bir aşama olarak görülen yöntemin insanlar üzerinde denenmesineyse gelecek yıl içinde başlanması bekleniyor.”
Bu konuda ABD den başka bir haber de aşağıdaki gibi… Burada da (cerrahi girişim+Kemoterapi+Radyoterapi) sağıtma sistemi bir yana konarak BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ üzerinde durulmuş. Akla yakın yol da budur.
“ABD’de, bünyesi kansere dirençli kişilerden alınan ’süper güçlü’ hücrelerin hastalara nakliyle kanserin alt edilmesine yönelik çalışmalar, büyük umut vaatediyor. ABD Gıda ve İlaç Dairesi’nin ’hücre nakli’ için izin verdiği araştırmaların başındaki Dr. Zheng Cui, “İki yıl içinde kanseri tamamen iyileştirmeyi umut ediyoruz” dedi.
BİLİM dünyasında büyük umut vaateden haber, Wake Forest Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Zheng Cui’nin araştırmaları üzerine geldi. Cui, bazı insanların bağışıklık hücrelerinin, kanseri yenmekte diğerlerinden 50 kat güçlü olabileceğini laboratuvar deneyleriyle gösterdi. New Scientist Dergisi’nin son sayısında bu araştırması yayımlanan Dr. Cui, daha önceki bir çalışmasında farelerdeki bağışıklık hücrelerinin diğer farelerdeki tümörleri iyileştirdiğini kanıtlamıştı.
DENEYLER ÇOK BAŞARILI Donörlerden alınan ’granülosit’ adlı kanser-öldürücü bağışıklık sistemi hücreleri kullanılarak, hastaların vücutlarının kanserle savaşma gücünün önemli ölçüde artacağını gösteren Dr. Cui’nin son araştırması, kanserin iyileştirilmesi konusundaki umutları artırdı. ABD Gıda ve İlaç Dairesi FDA, 22 hastasına süper-güçlü grönülositler enjekte etmesi için Dr Cui’ye geçen hafta izin verdi. İznin ardından Dr. Cui, şöyle konuştu: “Klinik öncesi deneylerimiz olağanüstü başarılı oldu. İnsanlarda işe yararsa iki yıl içinde kanserin tedavisini başarabiliriz.”
TEKNOLOJİ YETERLİ Dr. Cui, bu teknolojinin, son derece hızla hastaların hizmetine gireceğinden de emin; çünkü kandaki granülositleri çıkartmak için kullanılan teknoloji, hastanelerde diğer kan bileşenleri olan plazma ve trombosit ayrıştırmak için kullanılan teknoloji ile aynı.
Güçlüler, kanseri 24 saatte öldürdü
BULGULARINI geçen hafta Cambridge’de sunan Dr. Cui, bazıları kanserli 100 kişiden granülosit aldı. En güçlü hücreler 24 saat içinde kanser hücrelerinin yüzde 97’sini, zayıf olanları yalnızca yüzde 2’sini öldürebildi. 50 yaş üzerindeki donörlerin hücrelerinin yeteneği ortalamanın altında; bunlardan kanserli olanların ise daha da düşük çıktı.
Stres, çok önemli etken
DR. Cui, araştırmaları sırasında, bir kişinin bağışıklık sisteminin kanserle savaşma gücünün, ne kadar stres altında olduğuna bağlı değiştiğini de fark etti. Cui’nin ilk deneyleri, kanserli hastalara güçlü granülositler nakletmenin mümkün olduğunu gösterdi. Dr. Cui, teorik olarak hücre nakline bağlı öldürücü ’Graft-versus-host’ hastalığı riskini en aza indirmek için çalışıyor.”
Bu son iki haber, bizim kanser sağıtımındaki kaygılarımız ile düşüncelerimizde ne kadar haklı olduğumuzu göstermektedir.
——————————————————————————-
(*) Ekibin katılımcı elemanları :
Elena Feinstein, M.D., Ph.D. (Quark Biotech, Inc., Nes Ziona, Israel)
Peter Chumakov, MD, Ph.D. (Lerner Research Institute, CCF)
Michelle Haber, Ph.D. & Murray Norris, Ph.D. (Children’s Cancer Institute of Australia, Sydney)
Raymond Tubbs, MD (Pathology, CCF)
Mikhail Nikiforov, Ph.D. (University of Michigan)
Mark Whitnall, Ph.D. (Armed Forces Radiobiology Research Institute)
Boris Naroditsky, Ph.D. (Gamaleya Institute of Microbiology, Russia)
Bruce Blazar, MD (University of Minnesota)
Joseph DiDonato, Ph.D. (Lerner Research Institute, CCF)
George R. Stark, Ph.D. (Lerner Research Institute, CCF)
Eric Klein, MD (CCF)
Oskar W. Rokhlin, Ph.D. (University of Iowa)
(**) Bunu söylemekle, kanserde uygulanan radyoterapi’ nin hastaya ZARARLI OLDUĞU daha baştan onaylanmış oluyor!!.. Bu bilindiğine göre, bu sağıtım yöntemi tümden terkedilse daha iyi olmaz mı?..
hello all girls and boys.