“Tanrılar belki kehaneti önleyebilir.”
Marcus Tullius CICERO
Orta Amerika’da kendi dönemlerinin en büyük uygarlığını yaratan Mayaların yerleşim alanları, bugünkü Meksika’nın Yucatan, Campeche, Tabasco ile Chiapas eyaletlerinin yanı sıra, Gautemala’nın tamamını, Honduras’ın da büyük bir bölümünü kapsıyordu. M.Ö.600 yıllarına kadar süren bu şaşırtıcı, gizemli uygarlığın kültürüyle ilgili araştırmalar derinleştikçe, Mayaların eski, önemli bir bilgi birikimleri olduğu ortaya çıktı. Ne yazık ki, Mayaların ‘codex’ adını verdiğimiz az sayıda birkaç belgesi dışında, elimizde sadece dev tapınakları ile piramitleri var…
Binlerce yıldır gizemi çözülemeyen Maya Uygarlığı, bu gizini korumayı sürdürüyor. On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Meksika’da yapılan araştırmalarda bölgenin gizemli uygarlığının izine rastlayan arkeologlar, sık ormanların içinde sanki doğa tarafından saklanmış gibi duran, dev taş anıtların ile tapınakların sırrını çözmek için araştırmalarını yoğunlaştırdılar. Bu balta girmemiş ormanlarda, Mısır piramitlerini andıran büyük taş tapınaklar ile görkemli piramitlerin ne işi vardı?.. Nasıl, ne zaman, kimler tarafından yapılmışlardı?.. Üstelik bu dev taş binaları yapanlar Mısır hiyerogliflerine benzeyen yazılarla eserlerini süslemişlerdi de… 1869 yılında Fransız din adamı Brasseur De Bourbourg’un, Madrid Kraliyet Kütüphanesinde, bölgeye ilk gelen rahip Diego De Landa’nın eski kayıtlar arasında kaybolmuş ‘Relacion De Las Cosas De Yacatan’ adlı günlüklerini bulması, Batı’nın Mayaları anlamaya başlamasındaki en önemli adımlardan biri oldu…
Maya antik kentlerinde piramitlerin tepesinde yer alan odalar ya da Chichen Itza’daki (*) ‘Caracol’ (**) benzeri, doğrudan astronomi amaçlı yapılmış gözlemevleri, rahiplerin gözlem yöntemleriyle ilgili ipuçları sunar bize. Bu yapılar çoğu kez dört yönden de ufku görecek biçimde yüksek, düz alanlara kurulmuştur. Duyarlı hesaplarla, gözlem odasını çevreleyen duvarlar örülmüş; bu duvarların üzerinde yer alan pencereler, doğrudan doğruya ufukta belirecek özellikli yıldızlara yönelmiştir. Yine Chichen Itza başta olmak üzere çoğu maya kentinde, tam tepe noktasına küçücük bir deliğin açıldığı ‘zenith gözleme odaları’ bulunmuştur arkeologlarca… Bütün bunlar, kullandıkları araçlar ne denli basit olursa olsun. Mayaların son derece dikkatli, uygulamalı, akıllıca gözlemlerle hem yıldızların yükseliş ile batış hareketlerini, hem de tepe noktası (Zenith) geçişlerini izlediklerini ortaya koyar. Bu istekli, hevesli astronomik etkinliğin onlara armağanı, olağanüstü ayrıntılı, duyarlı Maya takvimidir.
Venüs gezegeninin (Zühre ya da Çoban Yıldızı), Maya astronomisinde çok özel bir önemi var. Kendi inanç sistemlerinde çoğu kez büyük ‘öğretici tanrı’ Kukulkan ile özdeşleştirilen Venüs’ün bir tam turunu; demek ki sabah yıldızı olarak gözden kaybolmasının ardından tekrar sabah yıldızı olarak belirinceye kadar geçen süreyi 584 gün olarak ölçmüşler. Modern astronomik gözlemlere göre bu periyot 583.92 gündür; demek ki Mayalar bu süreçte iki saatten de az bir yanılgıyla, son derece duyarlı bir sonuca ulaşmışlardır.
Mayaların zaman hesaplama araçları arasında ilk, belki de en gizemli döngü, ‘Tzolkin’ adı verilen ‘kutsal takvim’dir. Sözlük anlamı ‘gün sayımı’ olan Tzolkin, 260 günlük bir zaman dilimini içerir. İki farklı dizinin elemanları arasındaki bileşimle tamamlanır. Bu dizilerden birinde 1’den 13’e kadar uzanan rakamlar, değerinde belli bir sıra izleyen 20 adet ‘isim’ vardır.
Mayalar niçin 2012 yılında “depremlerle”, “su baskınlarıyla” gelecek bir büyük afetten söz etmektedirler?..
Benzeri bir jeolojik hareketlilik dizisi ile küresel felakete, M.Ö.1650 dolaylarında dünyanın büyük bölümünün tanık olduğunu biliyoruz. Birbirini tetikleyen depremlerle başlayıp, son aşamada binlerce kilometre uzakları bile etkileyecek olan The Ra’nın [kayıp Mu kara parçası (***)] patlayıp batmasına dek varan, Eski Ahitin Exodus kitabına esin kaynağı oluşturan bu afetler zinciri, onuncu gezegen Nibiru/Marduk”un olağan yörünge periyodu içinde dünyaya tehlikeli biçimde yakın geçişiyle ortaya çıkmıştı. Sümer kaynaklarında yörünge periyodunun tanrısal 3600 sayısıyla anlatıldığı bu gizemli gezegen, bir dahaki yörünge geçişini 2012 yılında gerçekleştirecek olabilir mi ?..
Peki takvimlerdeki tüm bu sırlar nasıl açıklığa kavuştu?..
Mayalarla ilgili araştırma yapan uzmanlar önce Mayalar’ın zaman ile takvim sistemini çözmeye çalıştılar. Sonra da elde edilen bulguları, şu anda kullandığımız Gregorian takvimine uyarlama çalışmaları başlatıldı. Joseph T. Goodman’ın çalışmasının, Maya araştırmacılarından Thompson tarafından uygulanması sonucunda da büyük kehanet ortaya çıkarıldı. Buna göre Gregorian takvimiyle M.Ö. 13 Ağustos 3114 tarihine karşılık gelen “Büyük Devir” in 13 Baktun, demek ki bunun 1.872.000 gün sürdüğü düşünülerek, şu anda içinde bulunduğumuz çağın M.S. 22 Aralık 2012 tarihinde sona ereceği hesaplandı.
Maya Kehanetleri’ ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde , oluşacak büyük bir su baskınından sonra, içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz. “Beşinci kutupsal kayma” olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesiyle meydana geleceğini söyleyen Sınır Ötesi Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Candan, dünyadaki iklimlerin değişimini de buna bağlıyor. Candan, “Kutuplar yer ya da açı değiştirdiğinde kutuplarda buzlar eriyor. Kaldı ki, küresel ısınma sonucu, şu anda Kuzey Kutbu’ndaki buzullar zaten erimeye başlamış durumda. Mayalar’a göre de daha önce yaşanan dört çağ da tıpkı bu biçimde sona erdi” diyor.
Bugüne kadar Mayalar’ın hangi kehanetleri yerini buldu?..
Şu anda bilimsel olarak ispat edilen, dünyanın dört kez kutup değişimi (manyetik kutup) geçirdiğidir. Bugün bu durum ispatlanmış durumda. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Bu bile başlı başına çok önemli bir olgudur.
M.Ö. 600 yılı dolaylarında Güney Maya Uygarlığı aniden çöküverdi. Bölgenin büyük tören merkezleri terk edildi, çok geniş bir alan bir daha asla dönülmemek üzere boşaltıldı. 80.000 nüfuslu bir kent olan Tikal’ in nüfusu bu sayının üçte birine düştü. Sağ kalanlar büyük piramitler ile sarayların yıkıntıları arasına sığınıp eski yaşantılarının hiç olmazsa bir derece benzerini sürdürmeye çalıştılar. Ancak aradan birkaç kuşak geçince bunlar da yok olup gittiler.
Maya çöküşünü araştırmış olan herkes bunun ekolojik, siyasal ile toplumsal öğelerin birleşiminden kaynaklandığını kabul etmektedir. M.Ö. 800 yılına gelindiğinde güney ovalarının nüfus sıklığı kilometre kare başına 200 kişi gibi öyle bir rakama erişmişti ki, aç çiftçilerin gidebilecekleri boş arazi kalmamıştı. Çöküş geldiğinde Maya tarımsal üretimi artık sınırlarına varmış, insanları kuraklıktan ağır zarar görecek bir halde bırakmıştı. Yeni bir kuramlar kuşağı, suçu kısa vadeli iklim değişikliğine bağlamaktadır.
Mayalardan bazıları, atalarından kalan tüm kültürün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu anlar anlamaz sözlü anlatıları yazıya geçirme gereksinimi duydular. 19.YY. da kendi dilleriyle ama Latin alfabesi kullanılarak yazılan ‘Popol Vuh’ adlı büyük destanları ile ‘Jaguarlar’ adıyla bilinen bir grup rahibin yazdığı ‘Chilam Balam’ adlı eserleri, bu kaygının sonucu olarak zamanımıza kadar taşınmıştır.
Gezegenimizde binlerce yıldır kıyamet senaryoları yazılıyor (ne gariptir ki insanlar buna çok meraklı görünüyorlar?!..), mitos’lar ile efsaneler anlatılıyor, kehanetler yapılıyor. Bunlar insanlara anlatılıyor, ama kıyamet’ in asıl anlamı üzerinde durulmuyor. Kıyamet sözcük olarak “Diriliş = Resurrection’” demektir… Gene, sözcük anlamı tam olarak bilinmediğinden, anlam çarpıtılmış oluyor. Geçmişle ilgili Uyanış, değişim, dönüşüm dönemleri ile yaşanan afetler doğru, ama gelecekle ilgili kıyamet senaryoları ile kehanetlerde biraz dikkatli olmakta yarar var!.. İklim değişikliklerinden doğacak zararlar zaten yeterince uyanış sağlayacak gibi gözüküyor.. Bir gezegen etkisi de bazı kıtaları ilgilendiren yöresel etkiler yaratabilir. Demek ki bazı kara parçalarının genişçe kıyı kesimleri sulara gömülebilir (****) ama dünyanın tümünün zarar görmesi pek olası gözükmüyor. Özellikle de bazı korunmuş bölgelerin… Yenilenmeye hazır, uyanmış olanlara yeni, arınmış bir gezegen gerekmiyecek mi nasıl olsa?..
Bundan sonrası Marcus Tullius Cicero’ nun en baştaki özdeyişine “Amin” demeye kalır!..
————————————————————-
(*) “Itza kuyusunun ağzında” anlamını taşır. Itza da suyun büyüsü demektir. Yukatan yarımadasının orta kuzeyindeki bir yerleşim yeri.
(**) Başka bir Maya yerleşim bölgesi.
(***) “kayıp kıta Mu” Pasifik Okyanusu’nda, Asya ile Amerika arasındaydı. Avustralya’nın iki katı büyüklüğündeydi. Günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonunda battığı öne sürülen Mu, eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanıydı. James Churchwardın yaptığı araştırmalar bundan 70.000 yıl belki de daha eskiye dayanan, bugünkü dünyasal konumu itibariyle Pasifik Okyanusunu kaplayan bir kıtadan söz edilir. Bu ana kıtaya Mu adı verilmişti. Mu bir rahip kral tarafından yönetilmekte kendisine “Ra Mu” denilmekteydi. Atlantis te bu kara parçasında bulunan bir kentti..
Türklerin de bu Mu kara parçasından dünyaya yayıldıkları, bazı kaynaklarca söylenmektedir.
(****) Sular altında kalacak bu kara parçalarının Atlantiğin iki yakasında bulunan her iki Amerika’nın Atlantik sahilleri, Avrupanın bir bölümüyle Afrikanın kıyı kesimleri olacağı Mayalarca dile getirilmiştir.
(Not – Bu yazı, çeşitli alıntılar telif edilerek gerçekleştirildi.)