KANSER NEDENİ OLARAK KABIZLIK (CONSTIPATION)….



“Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmanız gerekmez.”
Johann Wolfgang von GOETHE

“Söyleyecek bir şeyiniz yoksa, hiç bir şey söylemeyiniz”.
Charles Caleb COLTON (1780 – 1832)

Bir gazetede dizi olarak yayınlanan (tefrika edilen) bir sağlık öğütleri yazısında kabızlığın başlıbaşına bir kanser nedeni olduğu söyleniyor. Elbette burada sözü edilen, söz gelimi beyin ya da akciğer kanseri değil, rektum kanseri olmak gerekirse de durumun böyle olmadığı açıklanıyor. Kabızlık yüzünden meydana gelen kanserin nedeni olarak ta kalın bağırsakta uzun süre bekliyen dışkıdan geri emilen zehirli (toxic) maddeler gösterilmekte. Bu zehirli maddelerin insan bağışıklık sistemini zayıflatarak kansere yol açtığı söylendiği için, anlıyoruz ki kabızlık vücudun her hangi bir yerinde kansere neden olabilir(!)… Sözü edilen rektum (intestinum rectum) kanserinin metaztazları değildir!…

Kabızlık bağırsak tembelliği sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Doğal olarak dereceleri de vardır. Kimi kişi 2 – 3 günde bir dışkılayabildiği halde, bazıları bir haftadan sonra, o da bazı girişimlerden sonra ancak bağırsaklarını boşaltabilir. Bağırsak tembelliğinin de çeşitli nedenleri vardır. Burada bunları bir bir anlatmayı düşünmüyoruz. Çünkü asıl konu kabızlık, bunun nedenleri ile sağıtılması değil, ama bunun sonucunda gelişen kanser oluşumu ile bunun nedenlerini tartışmaktır.

Evet!.. Kabızlık kansere yol açabilir. Ama bunun nedeni kalın bağırsaktan (intestinum crossum) emilen zehirli maddelerin bağışıklık sistemini (immun system) zayıflatması değildir. Eğer böyle olsaydı kabızlık sonucu vücudun her hangi bir yerinde kanser gelişmesi gözlemlenebilirdi. Ama kabızlık yüzünden rektumdan başka bir bölgede kanser oluşumu tanımlanmamıştır. Yukarda söylendiği gibi rektum kanserinin metaztazları bunun dışında olup, yerinde (in situ) kanserden söz etmekteyiz.

Öyleyse kabızlık sonucu oluşan kanserin gerçek nedeni nedir?…

Bu konuya girmeden önce, kanser oluşumunun bilinebilen genel nedenlerini bir gözden geçirmek gerekir.

Burada iki nedenle karşılaşıyoruz : 1) Bağışıklık sisteminin zayıflaması ya da tümüyle çökmesi; 2) Bağışıklık maddelerini (antibodies) vücudun dört bir yanına taşıyarak, etkiilerinin gerçekleşmesini sağlayan “Kan Dolaşımı”nın etkin bir biçimde çalışıyor olmaması.

● Bilindiği gibi, herkeste kanser hücresi bulunabilir (bkz John Hopkins Hastanesi Bültenleri). Bunun gelişip tümör oluşumuna yol açmasını kanda bulunup, bütün vücutta dolanan bağışıklık maddeleri önler. Bunlar sade tümör hücrelerine karşı değil bütün yabancı maddelere karşı savaş açarlar. Bu yabancı maddeler, o kişinin proteinlerine yabancı olan her türden proteinlerdir. Hastalık yapan mini canlılar (microbe) bu türden maddelerin bir bölümünü oluşturur. Bağışıklık sistemi zayıfladığında kanser hücresi bulunduğu yerde kargaşalı (Chaos) bir biçimde çoğalarak kanserli kitleyi meydana getirir. Vücut kansere karşı verdiği savaşı kaybedip yenik düşmüştür.

AIDS hastalığında da, bağışıklık sisteminin çökmüş olması yüzünden, olmadık basit bir enfeksiyon hastalığının ölüme neden olduğunu gözlemlemiyor muyuz?…

● Diyelim ki, bağışıklık sistemi gücünü koruyor, ama kan dolaşımı bazı nedenler yüzünden belirli dokulara ulaşamıyor. Demek ki bazı bölgelerde kan dolaşımı gereği gibi işlevini sürdüremeyip, bu bölge ya da bölgelerdeki gerekli kan akımını sağlayamıyor. Kan akımı tümüyle kesilmiş değil. Bu yüzden doku ölmüyor, yaşamını sürdürebiliyor. Ama oraya bağışıklık maddeleri yeteri kadar taşınamıyor. Bu durumda da sözü edilen bölgelerde kanser oluşabilir. Çünkü elde savaşacak kadar bağışıklık maddesi yoktur. Başka bir deyişle o bölgeye bu maddeler gereği gibi taşınamamıştır. Bir anlamda denebilir ki vücudun kansere karşı verdiği savaşta cephanesi tükenmiş, kansere teslim olmuştur..

Her iki durumda da bağışıklık maddesi eksikliğiyle karşı karşıya olunduğu görülüyor.

Sonuçta, güçlü bir bağışıklık sistemiyle birlikte sağlıklı çalışan bir dolaşım sisteminin varlığı durumunda kanser yaşamını sürdüremez. Yok olur gider.

Gelelim kabızlık sırasında rektumda olanlara.

Kalın barsağın son bölümü olan rektum’ da bir günden fazla kalan, günden güne de hacmi artan dışkı rektum duvarı üzerine basınç uygulamaya başlar. Kalıcı (kronik) kabızlarda, uygulanan bu basınç rektum hacminin genişleyip öyle kalmasına neden olacaktır. Bu yüzden gün geçtikçe rektum boşluğu giderek büyür. Buda içinde daha çok hacımda dışkı biriktirebileceğinden, her gün dışkılamayı önler. İki, üç, dört günde bir bağırsak boşaltılmasına yönlenilir. Demek ki kabızlık rektum genişlemesine, bu da kabızlığa yol açar. Başka biir deyişle bir kötü döngü (fasit daire) sarmalı söz konusudur.

Burada rektumun hacminin genişleyip geniş kalmayı sürdürmesi değil, ama rektum duvarına dışkı kitlesiyle uygulanan basınç önemlidir. Bu basınç, rektum duvarında bir gerilmeyle birlikte, rektum duvarında bulunan kan damarlarını daraltıcı etki yapar. Böylece rektum duvarında kan akımı azalır. Belki yer yer pıhtılaşma yüzünden tıkanmalar da olur. Sonuç olarak kanla taşınan bağışıklık maddeleri buraya ya varamaz, ya da az miktarda ulaşır. İşte, kabızlıkta oluşan rektum duvarı kanserlerinin nedeni budur. Ortamda yeteri kadar bağışıklık maddesi yoktur. Bu yerel (lokal) bir olaydır. Bütün vücudu ilgilendiren, demek ki başka bir bölgede kansere yol açabilecek bir olay değildir.

Belli dozda (günde 80 – 100 mg) aspirin uygulamasının rektum kanseri riskini azaltmasının nedeni de, rektum çevresindeki kan akımını normal düzeyde tutulmasına yardımcı olmasıdır.

Kalın bağırsaktan geri emilip, bağışıklık sistemini zayıflatarak kansere yol açan zehirli maddeler savına gelince… Bilindiği gibi kalın bağırsak, yolu boyunca, ince bağırsaklardan çok sulu bir halde gelen dışkının suyunu tekrar emerek dışkıyı katılaştırmak üzere yaratılmıştır. Demek ki kalın bağırsaktan sürekli olarak sıvı geri emilmesi yaşanacaktır. Kabız da olsanız, olmasanız da kalın barsağın işlevi budur.

Bu arada varsa zehirli maddeler de, kalın bağırsağın venaları yoluyla tekrar kana karışabilir. Ama Tanrı, bu gibi olaylar için bir önlem düşünüp insan vücudunda evrenin en görkemli kimya fabrikası olan karaciğeri yaratmıştır. Kalın bağırsak kara kan damarlarına (venalarına) geçecek olan böyle bir zehirli madde ilk basamakta, daha kalbe bile varamadan, önce inferior mezenterik vena, oradan portal vena (vena portae) yoluyla karaciğere ulaşarak (yukardaki resimlerden ortadaki üzerine tıklayınız), orada karaciğer içinde oluşan vena ağından geçerken, tutulup zararsız hale getirilir (detoksifiye edilir). Daha ileri geçemez. Karaciğerin önemli görevlerinden bir tanesi de, sindirim sisteminden kan dolaşımına geçen bu gibi zehirli maddelerin zararsız hale getirilmesidir.

Biz deriz ki, vaktiyle Hippocrates hekimin gösterdiği gibi, halkın karşısına çıkıp öğütler verirken, olanca ciddiyetimizi takınarak konuşmalı, rastgele bilgiler sunmamalıyız.

Çünkü halk biz hekimlerin bildiklerini bilmek zorunda olmadığı gibi, hekimlere çok ta güven gösterir. Bizi büyük bir dikkatle izlerler. Onları yanıltmaktan aşırı biçimde çekinmemiz gerekir. Ötesi bilgiçlik taslamaktan (malumatfuruşluk) öteye gidemez.

Eğer bir konu tam olarak bilinemiyorsa, suskun kalmak en iyi yoldur.

——————————————————————————-

İlgili Kitap :

Henry Gray : Anatomy of the Human Body. PHILADELPHIA: LEA & FEBIGER, 1918
NEW YORK: BARTLEBY.COM, 2000 WENTIETH EDITION.
THOROUGHLY REVISED AND RE-EDITED BY WARREN H. LEWIS
ILLUSTRATED WITH 1247 ENGRAVINGS .

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>