“Bir insanı uygarlaştırmaya karar verirseniz, işe ninesinden başlayınız.”
VICTOR HUGO
Toplumumuzda çeşitli yönlerden bölünmüşlük olduğu savında olanlar son günlerde çoğaldı. Bunlar bölünmüşlüğü dindar olan – olmayan, laik – antilaik, okumuş – cahil gibi ayrımlarda olduğunu söylüyorlar…
Ama önce bir bölünmüşlük söz konusu mudur?.. Bunu aydınlatmak gerekir.
Öyle görünüyor ki toplumda bir bölünme vardır. Ancak bu bölünmüşlük son yılların bir ürünü değil, üç, dört kuşaktan bu yana gelişen bir olaydır. Özü de ilk paragrafta sözü edilenler değil, ama bir ekin (kültür) ayrımının varlığıdır.
Son yirmi otuz yıldır bu ayrım daha göze batar olmuştur. Öne çıkma nedenini de bazı ekonomik nedenler yüzünden kırsal alanlardan büyük kentlere olan göçlerde aramak gerekir. Dahası bazı kentlerden batıdaki büyük kentlere olan göçler de bunu belirgin hale getirmede rol oynamıştır. Kırsal alanda ya da bazı kentlerde yaşayanların batıdakilere göre farklılaşmasının edeni ekonomik olmaktan çok siyasaldır.
Çünkü bazı bölge halkı, sırf oy toplayabilme amacıyla ağalık sisteminin (feodalite) kucağında bırakılmıştır. Bir kaç ağaya menfaat göstererek kendi safına çekmek, siyasal partilere ora halkına popaganda yapıp oy toplamaktan kolay gelmiştir… Ağanın emrinde olan topluluk, ağa kime oy ver diyorsa ona oy vermeye zorunludur. Tersi durumda başına gelmedik kalmaz; ailece aç bile bırakılabilir. Ağa da emrindekileri istediği gibi yönlendirebilmek için onları koyu cehalete mahkum etmiştir. Bu arada uygar dünyada benzeri olmayan örf ile adetler “töre” adı altında geliştirlip yöre halkına aşılanmıştır.
Bu “töre”lerin yapısı içinde neler yoktur ki?.. En başta kız çocukları insandan sayılmaz. Kız doğumları karalar bağlanmasına neden olacak olaylardır. Buna bağlı olarak kız çocukları hiç okutulmaz. Onlar ancak ırgatlık yapabilirler. Böylece toplumun yarısını yapan kadın nüfusu kara cahil bırakılır. Oysa doğan çocukları, kız olsun erkek olsun yetiştirecek olan gene bu karacahil kadınlardır. Kızlar kesinlikle ağır baskı altında tutulur. Çünkü kızların ancak bazı davranışlarda bulunmaları halinde erkeklerden yana başlarının derde girebileceği varsayılır. Erkekler kadınlara göre daha üst düzeyde görünseler bile, ağanın işine geldiği gibi yetiştirilip, o doğrultuda iş görmeye mahkumdurlar.
Aile içinde büyüklerin önünde evladını sevip okşamak hem ayıp, hem de yasaktır. Buna benzeyerek büyükler önünde çiftler birbirlerine iltifat edemezler. Aileye yeni giren gelin büyüklerden ayrı bir yerde yemeğini yemek zorundadır.
“töre”ye göre berdel vardır, beşik kertmesi vardır. Herkes bilir ama, berdel Ailenin kız ile erkek çocuğunun diğer ailenin kız ile erkek çocuğuyla karşılıklı olarak aynı zamanda evlendirilmesi demektir. Beşik kertmesi ise iki aile arasında daha doğar doğmaz erkek ile kız çocukların ilerde evlenmeleri için söz kesimi anlamını taşır. Beşik kertmesinde sözden dönme olanağı hiç yoktur. Tersi yönde davranışlar cinayetle bile sonuçlanır. “Töre cinayetleri” böylece ortaya çıkmış olur.
Kan davaları da “töre” ürünüdür. Hukukun üstünlüğü ile yasaları hiçe sayan bu anlayış ile davranış hala sürüp gitmektedir. Dur demeye olanak yoktur. Çünkü olanlar bir ekinin (kültürün) ayrılmaz parçasıdır.
Bu ekinde, din öğesi baskın olduğundan, Medeni Hukuk bir yana bırakılarak dört kadınla evlilik yapmak, hem de sadece imam nikahıyla “ahvali adiyeden” olmuştur. Arada resmi nikah olmadığından erkeğin ölmesi durumunda kadınlar tam anlamıyla ortada kalırlar.
Bu ekinde, cehalet alıp başını gittiği için, kitap okuma, tiyatro ya da sinemaya gitme gibi eylemler yoktur. Aslında yörede ne sinema, ne de tiyatro bulunmaz. Okullar vardır ama başta kız çocukları olarak aileler çocuklarını bu okullara göndermek istemezler. Ama din fikri ağır bastığından kuran kurslarına seve seve gönderirer.
Giyim kuşam da biraz farklı algılanır. Örnekse, erkekler yatak giysisi olan pijamaya hiç çekinmeden sokağa çıkabilirler. Kadınlar şehirlere göç ettiklerinde köy ile modern giysi karması olan bir giyim biçimini yeğlerler. Kadınların başları kesinlikle örtülü olur.
Kadın ile erkek pek birlikte sokağa çıkmaz; ama çıktıklarında kadın ya da kadınlar erkeğin iki adım gerisinde yürümek zorundadır. Zira kadın ikinci sınıf bir varlıktır. Gene aynı nedenden adın erkek birlikte bir lokantaya gidemezler. Erkekler tek başlarına kahve ya da lokantaya giderler.
Müzik beğenisi bu ekinde arabesk’ in ötesine gitmemektedir. Ama son yıllarda evlerde televizyon seyretme yoğunlaşmıştır. Ama televizyon programlarının pek çoğu da “rating” kaygısıyla, arabesk doğrultusunda düzenlenir olmuştur.
Yukarda da söylediğimiz gibi, bütün bunlar kolay oy alıp, sonradan iktidarda kalıcı olmak isteyen siyasetçilerin kafasından çıkıp yürürlüğe konmuş işlemlerdir. Geniş bir bölüm halk kitlesi bilerek isteyerek bilinçli bir biçimde cahil, modern uygarlık ile ekinden uzak bırakılmak istenmiştir. Bu da son günler değil, çok eskilerden 1940 lı yıllardan gelme bir davranış biçimidir.
Batıdaki illere geldiğimizde ise, kız lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okumuş, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızların flörtüne izin verilmese bile göz yumulan, Allah’a inanan ama ibadete pek aldırmayan, kadınlarının başını örtmediği, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini yukarda anlattığımız gruba göre çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da okumuş yazmış, Batı standartlarına yakın bir grubun var olduğunu görürüz.
Hemen anlaşılabileceği gibi bu iki kesim arasında, aşılması güç bir uçurum bulunmaktadır. Bunun nedeni aralarında belirgin bir ekin farkının bulunmasıdır. İşte toplumdaki bölünmüşlüğün altında bu gerçek yatmaktadır. Bu farklılık bir yere kadar eğitimle aşılabileceği gibi, toplum olarak demokrasiyi iyi kavrayıp sindirmemiz sonucu da ortadan kalkabilir. Demorasilerin ayrılmaz parçası olan oy ile yönetime gelmeyi, oy avcılığı için olmadık davranışlar içine girme durumundan yalıtmamız gerekir.
Ne var ki, bu girişime bu gün başlasak bile sonucunu en erken iki kuşak sonra alabileceğimizi düşünürler söylemektedir.
————————————————
Bu konuya ışık tuttuğu için Zülfü Livanelinin bir makalesinden bazı bölümleri burada veriyoruz :
Yeni Türk kültürü
Kültür, siyaset dahil her şeyi belirler.
Bir ülkenin kültürü neyse, lideri de ona uygun olur.
Elbette ülkelerin kültürü zaman içinde değişikliğe uğrar, farklılıklar gösterir.
Mesela Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmanın ezikliğini yaşayan Almanya’nın ruhuna hitap eden lider Adolf Hitler’di.
Ama İkinci Savaş felaketinden sonra Willy Brandt gibi sol entelektüel liderleri başa getirdi. Çünkü ülkenin kültürü ve ruhu değişmişti.
***
Türkiye kültür değişiminin en çarpıcı örneklerinin yaşandığı bir ülkedir.
Yüz yıl önceki kültürümüzle hiçbir ilgimizin kalmadığını söylesem inanması zor gelir ama doğrudur. Türklerin, dünyada kendilerini temsil ettiğine inandıkları döner kebap ve göbek dansı, yüz yıl öncenin Türkiye’sinde hiç bilinmeyen şeylerdi.
Ne sarayda vardı bunlar, ne de halkta. Ama değişen kültür, göbek dansını ve döner kebabı Türkiye’nin sembolleri haline getirdi.
***
Siyasi liderler açısından da durum böyledir.
Son Halife Abdülmecit resim yapan, piyano çalan bir aristokrattı.
O dönemin siyasi figürleri, yoksul ailelerde doğmuş olsalar bile kendilerini geliştirmiş, lisan öğrenmiş kişilerdi.
Cumhuriyetin liderlerine bakalım:
Mustafa Kemal binlerce kitap okumuş, büyük çabalarla Fransızca öğrenmiş, edebiyat üzerine yazılar yazmış bir liderdi ve her görüşmede İngiltere Kralı Edward dahil olmak üzere Batılı liderleri kendisine hayran bırakan bir zarafete sahipti.
İsmet Paşa da öyleydi.
Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu gibi siyasetçiler de “efendiliği” değer olarak kabul eden bir eğitime ve geleneğe sahiptiler. Çünkü o dönemin Türkiye’sinde efendilik, kibarlık, zarafet gibi kavramlar, bir değer ölçüsüydü.
Anneler çocuklarını “oğlum ne ayıp şey. Büyük gelince ayağa kalkacaksın, bir şey verilince teşekkür edeceksin” vs. gibi öğütlerle yetiştirirlerdi.
Zaman değişti.
Nüfus çok arttı; köylerden kentlere büyük bir akın oldu ve sonuçta ne köy ne kent değerleriyle bütünleşmiş, boşlukta sallanan elli milyon kişi ülkenin zevkini, eğlencesini, mutfağını, davranış biçimlerini belirler oldu.
Bu yeni kültürün neye benzediğini hepimiz biliyoruz. Televizyonları açıp, en çok seyredilen programlara bir gece bakmak bile bu yeni kültürü anlamak için yeterli.
Yeni Türk kültürünün en belirgin özelliklerinden birisi de kabadayı erkekler.
Bu halk her gece; kodu mu oturtan, bileği kuvvetli, yan bakana bir tane çakan delikanlılara bayılmıyor mu?
Bayılıyor.
Kurtar Vadisi’ndeki öfkeli, adamı gözleriyle öldürmek isteyen tipleri kahraman olarak sevmiyor mu?
Seviyor.
Eeeee? Neyi merak ediyorsunuz ki.
Bu halk elbette Abdülmecit Efendi’leri, Mustafa Kemal’leri hatta Adnan Menderes’leri lider seçecek değil.
Kendisine en çok benzeyen insanı, şaşmaz bir biçimde buluyor.
Demokrasi var memlekette.
ZÜLFÜ LİVANELİ