TARİH!….

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek, insanı şaşırtacak bir nitelik alır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

Araştırma alanı olarak, tarih insan kayıtlarına, yazılı ya da sözlü kaynaklara dayanır. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin, tarihe ilişkin güncel düşünce çerçevesiyle yorumlanmasıyla oluşur.

Tarih kelimesinin Batı dillerindeki tüm karşılıkları Grekçe istoria, istorien sözcüğünden gelmektedir. (Latince: historia, İtalyanca: storia, Fransızca: histoire, İngilizce: history,İspanyolca historia, Almanca: geschichte). İyonya lehçesinde bildirme, haber alma yoluyla bilgi edinme anlamlarında kullanılan kelime, Attika lehçesinde görerek, tanık olarak bilme anlamlarının yanı sıra çok daha geniş bir anlam içeriğiyle fizik, coğrafya, astronomi, bitki ile hayvan bilgisi, dahası giderek doğa bilgisini kapsayacak biçimde kullanılmıştır.

Tarih yazma çeşitleri, dil özellikleri ile anlam bakımından bir birinden farklılık gösterir. Üç çeşit tarih yazısı vardır. Bunlar:

● Hikayeci Yazım
İlkçağ’da ortaya çıkmıştır. Bu tarihçilik anlayışına göre olaylar öykü yoluyla anlatılır. Daha çok efsanelere yer verilir. Yer ile zaman genel olarak belirtilir; lakin olaylarda olağanüstü varlıkların olmasından ötürü tutarlı olması zorlaşır. Neden-sonuç ilişkisi tam olarak kurulamaz.

● Öğretici Yazım
Okuyucuya tarihi olaylardan ders çıkarmak, milli ile ahlaki değerleri benimsetmek için yazılan anlatım biçimidir. Bu biçimin önderliğini Thukydides yapmış olup tarihi, siyasi öğretimin bir parçası haline getirmiş, bunun yardımıyla tarih bilgisinin sosyal bilgiler içinde nerede olduğunu belirlemiştir.

Bu biçimde örnek meydana getirmek ilkesiyle hareket ettiği için başarısızlıklar birkaç cümle ile yazılırken başarılar ile kahramanlıklar büyük yer kaplamakta, ayrıca bu başarılarda belirgin biçimde ortaya çıkan kişiler kahraman olarak görülür. Bazen doğa üstü varlıklar olarak aks edilir.

● Araştırmacı Yazım
Olayların nedenleri ile sonuçlarını derinlemesine inceleyerek, yer ile zaman bakımından dönemin toplumsal, ekonomik yapılarını, iklim ile diğer bütün koşulları ayrıntılı biçimde düşünerek, olayları sadece tek bir nedene bağlamadan sade şekilde anlatılması biçimidir.

Tarih, olayları çözümleyerek insanlığın zaman içinde geçirdiği maceranın özü ile aslını anlamak, bu deneyi yorumlayarak geleceğin insanı için fikirler üretmektir. Bu bağlamda, tarih kavramı, insan etkinliklri ile bu etkinliklerin sonuçlarını, bağımlıi olanın dışında insan tarafından gerçekleştirilmiş, oluşturulmuş bulunan ekinleri (kültürleri) anlatır. Özellikle tarihin ekin yönü üzerinde durularak tarihi geçmişin bilgisinden yaşayan tarih bilgisi biçimine dönüştürülebilinir.

Tarihin ikinci bir anlamına göre de, insanlığın zaman süreci içerisinde geçirmiş olduğu olaylar ile olgular arasında karşılaştırma (mukayese) yapılarak geçmişten dersler çıkarıp geleceğe ibretle bakmanın önemi ön planda tutulmalıdır.

Tarihte geçen olayların tekrarlanması olanağı bulunmadığından, bu olaylar üzerinde deney ile gözlem yapılamaz. Hem bu yüzden, hem de tarihin, anlatmakta olduğu olayların tümüyle insanlarca oluşturulduğu için, demek ki birer doğa olayı olmadıkları için,tarih bir bilim değil, ama bilgidir. Bu yüzden “Tarih Bilimi” nden değil ama “Tarih Bilgis”inden söz etme olanağı vardır.

Buraya kadar olan anlatımlar Üniversitelerin tarih bölümlerinde okutulanlar için geçerlidir denebilir.

Ancak ne yazık ki, bu tarih bilgisini orta öğretimdeki öğrencilere bir başka türlü, tümüyle bir kronoloji cetveli olarak verip okutma eğilimindeyiz. Demek ki, bütün bu konulardaki bilgiyi, bir yılı gösteren rakkam ile onun karşısında bir olay olarak anlatmakta, sınavlarda da soruların yanıtları bu biçimde almak isteyip, bunun üzerinde de önemle durmaktayız. Tarih dersleri hepimize bu biçimde verilmiştir : Hiç bir yaratıcı yanı olmadan, doğrudan ezbere dayalı bir eğitim biçiminde!.. Bu yüzden doğal olarak öğrediğimizi sandığımız tarih bilgileri, sınavdan hemen sonra zihinlerden silinip gidiyordu.

Sonra da “tarihten ders alınması” gereğini öne sürüyoruz!.. Diyoruz ki, “Eğer ders alınsaydı, hiç tarih tekerrürden ibaret olur muydu?..”

Kendimize sormamız gerekir : Hiç, bir kronoloji cetvelinden ders alma olanağı olabilir mi?!..

Dahası böyle düzenlenmiş bir bilginin öğrenciye sıcak gelmesi, onun ilgisini çekmesi beklenebilir mi?..

Tarih öğrenimini bu hale getiren, ister eğitim programları (müfredat), isterse öğretmenlerin kişisel yeğlemeleri olsun, ivedilikle değiştirilmeleri gerekir.

Çünkü görür gibi oluyorum, Üniverstenin Tarih bölümüne giren bir öğrenciye daha ilk derste profesörün “Bu güne kadar orta öğretimde okuduğunuz tarih bilgisini tümüyle unutunuz. Gerçek tarih bilgisini öğrenme şimdi başlıyor!..” dediğini.

Bunu da nereden çıkarıyorsun?.. Derseniz; Tıp Fakültesi birinci sınıfında girdiğim ilk kimya dersinde profesör bizlere, lisede okuduğumuz kimya bilgisi için, aynen bunları söylemişti de ondan… Daha o zaman, koca bir orta öğretim sürecinde hiç bir şey öğrenmediğimi anlayıp, kaybettiğim zaman için içim sızlamıştı. Ama ne yaparsınız ki Üniversiteye girmek için bu orta öğretim diploma ya da diplomalarının alınmış olması gerekiyordu.

O halde ne yapmalı?…

Her şeyden önce tarih bigisini bir kronoloji cetveli olmaktan kurtarmak gerekir. Tarihte geçen olayların zamanlarını bildiren rakkamların ezbere bilinmesi, ikinci belki de üçüncü sırada önem taşırlar. Bunları merak edenlerin araştırıp öğrenmesine bırakmak gerekir.

Ön sırada olup derinlemesine öğrenilmesi gerekenler, tarihte meydana gelen olayların oluş nedenleri, oluştukları sırada koşulların neler olduğu, süresi sonunda ne gibi sonuçlara ulaşıldığı, ulaşılan bu sonuçların nedenlerinin neler olduğu, bütün bunlar olurken ne gibi doğa, coğrafya, iklim, toplumsal koşulların var olduğu gibi özelliklerdir. Bu arada tarihi yapan insan davranışları ile eylemleri olduğu için, incelenen tarihsel olaylarda adı geçen belli başlı kişilerin kişilikleriyle karakter yapıları da derinliğine araştırılmalıdır.

Bunlar incelemeye alındktan sonra öğrenciden öğrendiği konu etrafında 200 sözcüğü geçmiyecek birer deneme yazması istenebilir. Bu öğrencinin konuya araştırıcı, yaratıcı olarak yaklaşmasını özendirecektir. Ezberden kurtulup yaratıcılığa yönelen genç hem konuya fazla ilgi duyacak, hem de öğrendikleri zihninden kolay kolay silinmeyecektir.

Bir de “Resmi Tarih” ile “Gerçek Tarih” ayrımı vardır.

“Resmi Tarih” devletlerin görüş ile buyruğu doğrltusunda kaleme alınmış tarih demektir. Burada devletin uygun gördüğü biçimde tarih olaylarının gerçeğe, akla, yol ile yönteme uygun olmayan biçimde çarpıtılması söz konusudur. Devlet kendi siyasal görüşü doğrultusunda, bilerek tarih olaylarını saptırarak öğrencilerin, halkın önüne koymaktadır. Buna hakkı var mıdır?.. Eskilerin tarihin “tahrifi ve tağşişi” dedikleri böyle bir işleme hiç kimsenin hakkı olamaz. Olmamalıdır!..

Gerçek tarih ya da yaşanan tarih te geçmişteki olguları değiştirmeden, tarafsız bir biçimde yazmak demektir. Öğrenciye sunulacak tarih budur.

“Resmi tarih” yazıp, tarihi saptırma çabalarının bazıları, birer örnek olarak aşağıda verlmiştir :

● Türk Tarih Tezi’nden Türk İslam Sentezi’ne geçiş sürecinin temel nedeni Amerika’nın o dönemdeki Yeşil Kuşak kuramı ile Soğuk Savaş döneminin getirdiği zorunluluktur. Komünizme karşı İslamî eğilim desteklenir. Bu dönemde bu tezi destekler biçimde Din eğitimi arttırılmış, yeni İmam Hatip Liseleri açılmıştır. Dahası, Evren Paşa Kur’an dan örnekler vermeye başlar. (Bu yanlışlar dönemimiz başörtüsü türü tartışmaların oluşmasına yol açmıştır.)

● Ulubatlı Hasan türü kahramanların varolduğu kesin değildir. Ama hâlâ ders kitaplarında geçer.

● Amerika’nın Vietnam’daki acizliği Rambo filmleriyle örtülmeye çalışılmıştır.

● İstanbul’un fethinin yasal tabana oturması için peygamberin hadisine atıfta bulunulur. Güya bu hadise dayanarak fethedilir, siyasi-ekonomik nedenler ön plana çıkmaz.

● Haçlı Seferleri’nin nedeni genelde dinî temellere dayandırılır. Oysa asıl neden ekonomiktir. Din, sadece yoksul halkları sürükleyen itici bir güçtür.

● Hz. Muhammed’in Maria isimli bir eşi olmuştur. Ondan İbrahim isimli bir oğlu olur. Bu konu islâm tarihinde fazla yer bulmaz. Müslümanlaşsa da peygamberin eşi yabancılaştırılmıştır.

● Afrika, Amerika ile Avustralya ana karalarında tarih beyaz adamların gelişiyle başlatılır. Yerli halkın (kızılderili, maya, aztek, inka) tarihi göz ardı edilmiştir.

● ABD’deki siyah-beyaz ayrımının etkisi hâlâ sürmektedir. Öyle ki kitaplar Afrika kökenli halkların bu topluma katkısını göz ardı eder.

● Batılı tarih kitapları Amerika Kıtası’na gelen beyazların 30 milyon yerli halkı (kızılderili) katlettiği gerçeğini yok sayar. Bu katliamları örtbas etmek istercesine, Amerika Kızılderili isimlerini markalarında kullanır. Bu isimleri Otomobil, helikopter, füze v.b. markalarda yaşatarak günah çıkarır adetâ. (Cherokee, Apache,Tomahawk, …)

● Almanya da, soykırımdan sonra Yahudi isimlerini otomobillerine, sürat teknelerine, süs köpeklerine verir. 

Bunlara daha bir çok ekleme yapma olanağı vardır. Bunlar tarih yönünden elbette birer yanlış, dahası birer kabahattir. Bu gibi yanlışlara, eğitimi yürütmek açısından düşmemek gerekir. Tersi durumda öğrencilere anlatılan tarih değil, ama olsa olsa masal olur.

Kısaca, “her tarafı eğri olan deve” örneği tarih konusunda da ölçüyü aşan yanlışlarımız vardır. Bunlar ile öteki bazı benzerleri düzeltilmedikçe çocuklarımıza iyi eğitim verdiğimiz savında bulunamayız. Eğitim sisteminin bir an önce gözden geçirilmesini öneririz. Yetiştirdiğimiz kuşaklara günah oluyor!!…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>