“Aşk imgelemin (hayal kurmanın) zekaya karşı kazandığı zaferdir.”
Henry Louis Mencken
Aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur.
SOKRATES
Burada sözünü edeceğimiz aşk, Tasavvufta (*) adı geçe Aşk (**) değil, ama insanlarda karşı cinse karşı duyulan güçlü bir his olan beşeri aşk’ tır. Bu bazan hayvanlarda da gözlemlenebiliyor.
İnsanoğlu karşı cinsten aşk nesnesi olabilecek biriyle karşılaştığında, beyninden gelen komutlarla bazı kimyasallar salgılanmaya başlar. Çünkü her duygusal işlemde olduğu gibi bunun da odağı beyindir. Aşk beyinde güven, inanç, haz duyma işlemlerini harekete geçiriyor. Bu sırada ocsitocine ile vasopressine adlı madeler fazlaca salgılanır. Ayrıca dopamine ile norepinephrine adlı hormonların kandaki düzeyleri hızla yükselir. Dopamine motivasyon artışına, noreinephrine ise heyecan ile enerji düzeyinin artımına neden olur. Bu bulguları İngiltere, Londra Üniversitesinde aşkın nörolojik temellerini araştıran Prof. Dr. Semir Zeki (***) gerçeklemektedir.
Ayrıca, NGF (****) (Nerf Growth Factor = Sinir Büyütma Faktörü) adı verilen bir protein molekülünün aşık olanlarda yüksek düzeylere çıktığını Pavia Üniversindeki İtalyan bilim adamları 2005 yılında saptadılar. Fakat aynı bilim adamları bu faktörün bir yıl sonra eski düzeyine gerilediğini de gözlemlediler. Bunun anlamı romantik aşkın kısa ömürlü olmasıdır.
Aşk duygusunun insanın yaradılışıyla birlikte var olduğu açık bir gerçektir. Çünkü Tanrı öteki içgüdülerin yanı sıra insan ile öteki canlılara üreme ya da seks içgüdüsünü vermiştir. Bu içgüdü insan kuşaklarının (nesillerinin) sürekliliğini sağlamak için baş koşuldur. Bu içgüdü olmasaydı karşı cinsler birbirlerine karşı cinsel yönden tümüyle ilgisiz ya da umursamaz olacaklardı. Böylece cinsel birleşme gereksimini duymayacaklar; gebe kalma ile çocuk doğurma da olmayacaktı. Bu durumda insan türünün ömrü yaradılmasından sonra en fazla bir insan ömrüyle sınırlı kalıp, ondan sonra yok olacaktı.
Oysa Tanrının hedefi, insan olsun ya da öteki canlılar olsun kuşaklar boyunca sürekliliğin sağlanmasıdır. Bu hedefe ulaşmak için seks içgüdüsü, buna bağlı olarak da aşk duygusu deneyimini yaşamak olanağı insanlara verilmiştir. Bu süreçte Beynin görevi, bazı kimyasallar salgılama yoluyla usavurma, yargılama bölümlerini etkisiz hale getirmektir. Bundan ötürü aşık olan kişiler aşık olduklarıyla bir ayrım yapamıyorlar. Serotonin düzeyi aşık olma sırasında saplantılı (obsessif kompulsif bozukluk) kişilerinkiyle aynı düzeyde olarak saptanmaktadır. Demek ki, aşk duygusunu bir tür zihinsel hastalık olarak onaylama olanağı vardır.
İnsanoğlu, seks içgüdüsü uyarınca aşk yaşama durumunu çok kaba bulmuş olacak ki, ona yüce bir nitelik vermiş, masalsılaştırmıştır (fantasia). Aşkın başlıca hedefinin cinsel birleşme olduğu bu yolla yadsınmaya çalışılmıştır.
Aşkın amacının cinsel birleşme olduğunun başlıca kanıtı aşk duygusunun kısa ömürlü olmasıdır (NGF’ nin kısa süreli etkisini anımsayalım). Çünkü yaşanan aşk sonucu cinsel birleşme gerçekleşip bir süre de devamı sağlanınca, asıl hedefe varılmış olur. Aşkın görevi sonlanmıştır. Bundan sonra çiftlerin arasındaki bağ, eğer ulaşma talihi varsa, hayranlık hissi ile buna bağlı olarak saygı duygusuyla sürer. Buna alışkanlık ta eşlik edebilir. Belki de, iki insan arasındaki en gerçek sevgi de budur
Aşk olmadan da sırf cinsel çekicilik yoluyla üreme olmaz mı?…
Elbette olabilir ama insan zihin yapısı, böyle hayvansı bir yaklaşımı pek kabullenemez. Aşkı ya da sevgiyi ön sıraya hemen getirir. Böylelikle bir türlü zihinsel doyum sağlamış olur.
—————————————————————-
(*) Tasavvuf, İslam inanışına göre, ruhu kötü huylardan temizleyip (safa), hakiki bilgiye (yakın) ulaşma yoludur. Sufizm olarak da adlandırılır.
Kavramları netleştirmek için mistisizm ile tasavvuf arasında herhangi bir ilişki olmadığını hatırlatmak gerekir. Mistisizm Hristiyanlığa özeldir. Mistisizmin hedefi sevgidir. Tasavvufun hedefi ise akıl ile kavranamayan Allah’ın varlığını kavramak, demek ki gözleme yakındır. Mistik kişi dünyada edilgendir, kendisine verilenle yetinir. Tasavvufçu ise bir amaca yönelik olarak bir şeyh önderliğinde sürekli ilerleme amacını taşır. O nedenle mistisizmde şeyhler yoktur.
Tasavvufun bazı konuları felsefenin alanlarına girmektedir. Ancak tasavvuf bir felsefi okul değildir. Zaten tasavvuf akla değil ilhama dayanır. Ancak bu tasavvufun aklı reddettiği biçiminde algılanmamalıdır. Tasavvuf aklı yalnızca maddi dünya için bir hüccet (delil) olarak kullanır. Ancak metafizik alemin anlaşılması için aklın yetersiz olduğu savındadır. Çünkü akıl ürünü bilgilerin temelini meydana getiren düşünme ile göz önüne getirme (tasavvur), algıya demek ki duyu organlarının çevre ile etkileşimine dayanır. Algılardan soyutlanmış bir tasavvur olamaz. Metafizik alem ya da gayb alemi algı alanı içinde olmadığına göre akıl bu alanda nasıl hüküm veren olabilir?
Bilginin temel kaynağı nedir?.. Duyu organlarımızla edindiğimiz denayimlere ne kadar güvenebiliriz?.. Akıl herşeyi anlatmaya yeterli mi? Madem akıl duyu organlarımızla hissettiklerine bağlı olarakmkarar veriyor; o halde maddi olmayan şeyler hakkında aklın karar vermesi ne kadar doğrudur?..
(**) Cenab-ı Hakk’ın muhabbet(aşk) zinciri kimin ayağına takılmışsa onun için korku yoktur, gam çekmek te yoktur. Bu zincir, dünya zincirini kıranlara takılır. Evet zinciri aşk, takınmayan kimse henüz manevi hayata kavuşmamış demektir.
Aşk ruhani olup, cinsel arzuların dışına taşmaktır. Bu haliyle aşk, zenginlik, fakirlik, varlık ile yokluğun üzerindedir. Ölümden daha güçlü olan, ölümü göze aldıran, candan daha kıymetli, canın feda edildiği şeydir.
Yunus Emre’ye “Bana Seni gerek Seni” dedirten de, aynı İlâhi aşktır. Yunus Emre ile Mevlâna gibi Hak aşığı olan zatlar, aşktan bahsettiklerinde “İlahî aşkı” kastederler.
(***) University College London’da nöroestetik üzerine araştırmalar yapan ve bu sektörde öncü durumunda olan Türk bilim adamı. bir enstitü bile kurmuştur
(****) Stanley Cohen ile Rita Levi-Montalcini NGF yi bularak 1986 yılında tıp dalında Nobel Ödülünü amışlardır.
——————————————————-
İlgili Kitap ile Makaleler :
Bartels, Andreas 1; Zeki, Semir 1 : The neural basis of romantic love. 2000 Lippincott Williams & Wilkins, Inc.
Andreas Bartels and Semir Zeki : The neural correlates of maternal and romantic love. NeuroImage Volume 21, Issue 3, March 2004, Pages 1155-1166.
Hideaki Kawabata and Semir Zeki : Neural Correlates of Beauty. J Neurophysiol 91: 1699-1705, 2004.
Emanuele E, Politi P, Bianchi M, Minoretti P, Bertona M, Geroldi D. : Raised plasma nerve growth factor levels associated with early-stage romantic love. Psychoneuroendocrinology. 2005 Nov 9.